Isparta / Eğirdir

Eğirdir

    Eğirdir ilçesi, kuzeyden Yalvaç ve Gelendost ilçeleri, doğudan Şarkikaraağaç ve Aksu ilçeleri, güneyden Sütçüler ilçesi, güneybatıdan Burdur ili, batıdan Isparta merkez ve Atabey ilçeleri ile kuzeybatıdan Senirkent ilçesi ile komşudur. İlçenin kuzey kesiminde oldukça büyük bir alanı kaplayan Eğirdir Gölü ile, göl alanını Isparta çöküntü alanından ayıran dağlar, ilçenin yüzey şekillerinin esasını oluşturur.Kuzeybatıda Barla Dağı, batıda Davraz Dağı, doğuda ise, bu kesimi kuzey-güney doğrultusunda kesen Dedegöl Dağı yer alır.65428,3jpg

    Eğirdir Gölü’nün büyük bir bölümü ile Kovada Gölü’nün tümü ilçe sınırları içindedir. Yörede, ovalar gittikçe genişleyerek Eğirdir Gölü’ne dökülen derelerin vadi tabanlarında toplanmıştır. Eğirdir ilçesinin genelde, toprakları III. jeolojik zamanda teşekkül etmiş, beyaz tebeşir kalkerden meydana gelmiştir. Arazi oldukça dağlık ve engebelidir. İlçede dağlar üzerinde önemli yaylalar bulunmaktadır. Genelde, ilçenin üzerinde bulunduğu plato, bayırları, dağları, dalgalı arazileri, gölleri ve birkaç dar alüviyal düzlüğü ihtiva eden parçalı bir görünümdedir. Eğirdir ilçesinin denizden yüksekliği ortalama 918 m’dir.

    İlçe iklim bakımından Akdeniz ve İç Anadolu iklimleri arasında bir geçiş alanında yer almaktadır. Bu iklim tipine bağlı olarak, ilçede ne Akdenizin yağışlı, ne de İç Anadolu’nun kurak iklimi söz konusudur. Yıllık sıcaklık ortalaması 11.9 C, yağış ortalaması ise 705 milimetre dolaylarındadır. Göller Bölgesi’ndeki en büyük göl olan Eğirdir Gölü’nün büyük bir kesimi İlçe sınırları içinde bulunmaktadır. İlçedeki diğer bir göl de Kovada Gölü’dür.

    Eğirdir ve çevresinin Arzava Krallığı (MÖ 2000-1200) döneminde yerleşime açılmış olacağı yöredeki buluntulardan ve kayıtlardan anlaşılmaktadır. Eğirdir kentinin Lidya’nın son hükümdarı Kroisos (MÖ 560-547) tarafından kurulduğu ve ilk adının da “Krozos” olduğu sanılmaktadır. Şehrin iç kalesi de Lidyalılar tarafından yapılmıştır. Eğirdir, MÖ 540 yılında Pers İmparatorluğu tarafından zaptedilmiş, yaklaşık 200 sene adı geçen imparatorluğun egemenliğinde kalmış, daha sonra Seleukos egemenliği altına girmiştir. Yöre, Seleukoslar tarafından MÖ 188 yılında Apamea (Dinar) antlaşması ile Romalılara bırakılmıştır. Romalılar döneminde “Prostanna” adıyla anıldığı görülmektedir. Prostanna, bugünkü şehrin güneybatı kısmında, Camili yaylada yer almaktaydı. Kent, Ptolemaios’da, Orta Pisidia’da, Hierocles’te, Timbriada (Mirahor) ile Konane (Gönen) arasındagösterilmektedir. Eğirdir ve çevresinin 395’te Bizans egemenliğine girmesinden sonra, şehrin orta çağda “Akroterion” şeklinde isimlendirildiği görülmektedir. Bizsans egemenliğinin son döneminde, şehrin adı “Akrotiri” olarak geçmekte ve Bizans’ın Anatolikon Theması sınırına dahil bulunuyordu.

 15158848   Yörede ilk Türk yerleşiminin 1071’den birkaç yıl sonra gerçekleştiği sanılmaktadır. 1097 Dorilaion (Eskişehir) Savaşı’ndan sonra Türk boyları, Haçlı-Bizans baskısı altında Anadolu içlerine çekilmişlerse de kısa bir süre sonra 1176 Myriokafolon Zaferiyle yeniden çevreye yerleşmeye başlamışlardır. Anadolu Selçuklu Hükümdarı III. Kılıç Arslan, 1204 yılında çevredeki şehirlerle birlikte Eğirdir’i de Selçuklu egemenliği altına almıştır. Selçuklu sultanlarının, doğal güzellikleri sebebiyle yaklaşık olarak 75 yıl sayfiye şehri olarak kullandıkları Eğirdir’in, bu dönemde “Cennetabad” olarak isimlendirildiği de bilinmektedir.

    Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesinden sonra, Teke Türkmenlerinin İğdir boyuna mensup olan Felekeddin Dündar Bey, Hamidoğulları Beyliğini kurdu ve önce Uluborlu’yu daha sonra da 1310’da Eğirdiri beylik merkezi yaptı. Eğirdir, 3 yıllık İlhanlı egemenliği dönemi hariç tutulacak olursa, 1391 yılına kadar 78 yıl süre ile Hamidoğulları Beyliği’nin başkenti olmuştur. 1333 yılında Eğirdir’e gelmiş olan ünlü seyyah İbn Battuta, şehri çok nüfuslu, güzel çarşı ve pazarları olan, iyi sulanmış meyve bahçeleri ile çevrili bir belde olarak anlatır.

    1391’de, Kemaleddin Hüseyin Bey’in ölümü ile, Hamidoğulları Beyliği sona ermiş ve beyliğin diğer topraklarıyla birlikte Eğirdir ve yöresi Osmanlı Egemenliğine girmiştir. Osmanlıların ilk egemenlik dönemi çok kısa sürmüştür. Timur Ankara Savaşından sonra, Anadolu’yu istilası sırasında Eğirdir’e gelerek kendisine boyun eğmeyen şehri ve halkın sığındığı Nis Adası’nı kuşatarak zapteder ve bölgeyi 1402 yılında Karamanoğlu II. Mehmet Bey’e verir. Bu zamanda basılmış olan sikkeler günümüze kadar ulaşmış bulunmaktadır.

    1415 yılında tekrar Osmanlı egemenliğine giren yöre, kısa bir zaman sonra, yeniden Karamanoğlu egemenliğine geçer. Bu egemenlik 1423 yılına kadar sürmüştür. Eğirdir ve yöresi tekrar Sultan II. Murad zamanında Osmanlı topraklarına katılır. Osmanlılar döneminde zaman zaman Hamideli Sancağı’nın merkezi olan Eğirdir, Tanzimattan sonra Konya Vilayeti Hamid Sancağı’na bağlı bir ilçe merkezi olmuştur. Eğirdir Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Osmanlı Devleti zamanındaki ilçe statüsünü korumuştur.

    2009 nüfus sayımı sonuçlarına göre ilçenin toplam nüfusu 36.132’dir. Bu nüfusun18.402’si ilçe merkezinde, 17.730’u belde ve köylerde yaşamaktadır. İlçenin yüz ölçümü 1.227 km2’dir. Eğirdir ilçe merkezinin alt yapı hizmetleri geniş ölçekte giderilmiş bulunmakta ve bu yöndeki çalışmalara planlı ve programlı olarak devam edilmektedir.

    Eğirdir ilçe merkezi, Isparta – Konya – Adana devlet yolu üzerindedir. Yurdun her yerinden kolayca ulaşılmaktadır. İlçenin bütün köyleri ile yol bağlantısı vardır. İlçe’ye demiryolu bağlantısı da vardır. İzmir-Aydın demiryolunun Eğirdir’e ulaştırılması 1912 yılında gerçekleştirilmiştir. Eğirdir’in Isparta’ya uzaklığı 36 km’dir. Yol, her mevsim ulaşım için çok elverişlidir.elma2

    Eğirdir ekonomik bakımdan oldukça güçlü bir durumdadır. En önemli gelir kaynağı ihracata dönük olan elma ve su ürünleridir. Bu iki ürün için ilçede ayrı bir sektör oluşmuştur. Bunlardan başka hayvancılık, küçük sanatlar, orman ürünleri gibi ekonomik faaliyet dalları da ilçede oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Kırsal kesimde halkın tamamı tarımla uğraşırken, büyük bir bölümü de tarımdan arta kalan zamanlarında halı dokumaktadırlar.

    Eğirdir ilçesi, Isparta İlinin hatta tüm Göller Bölgesi’nin en önde gelen Turizm merkezlerindendir. Gerek tarihi zenginlikler açısından, gerekse doğal varlıklar açısından büyük bir potansiyele sahiptir. Eğirdir Gölü’nün ve bölgesinin doğal güzellikleri her yıl artan sayıda yerli ve yabancı turisti ilçeye çekmektedir. Turizm ilçe ekonomisi için de oldukça ağırlıklı bir yer tutmaktadır. İlçenin belli başlı turistik değerleri: Eğirdir Kalesi, Dündarbey Medresesi, Hızırbey Camii, Baba Sultan Türbesi, Eğirdir Kervansarayı, Yeşilada, Can Ada, Barla, Çamyolu, Camili Yayla, Kasnak Meşesi Ormanı, Kovada Gölü Milli Parkı, Pınar Pazarı, Altınkum Plajı, Bedre Plajı, Prostanna ve Parlais Antik Kentleri, Aya Stefanos Kilisesi, Aya Georgios Kilisesi,dır. Eğirdir, eğlence ve dinlenme turizmi dışında, iki önemli turizm olanağına da sahiptir. Bunlar Eğirdir Kemik Hastalıkları Hastanesi ile Dağ ve Komanda Okulu’nun burada bulunmasıdır.

Kaynak : www.memleketim.comhttp://www.ispartakulturturizm.gov.tr/TR,71033/egirdir.html

Halkla İlişkiler Çalışmaları Plan ve Uzun Süreç Gerektirir

Halkla ilişkiler sizin için neyi ifade eder?
Halkla İlişkiler günümüzün en önemli mesleklerinden biridir. Yakın geçmişe kadar çok fazla önemsenmeyen bu iş dalı artık tüm kurumlarda ilk uygulanması ve geliştirilmesi düşünülen alan haline geldi. Bir markanın imaj sahibi olması için gerekli tanıtım politikasını saptamak, markanın bu doğrultuda yönlendirilmesi, marka için düzenli bilgi akışının gerekli kişiler arasında sağlanması doğrudan markanın önem kazanmasını sağlar. Düzenli ve stratejik halkla ilişkiler faaliyetleri ile markanızı koruyabilir, finansal anlamda kuvvetlenebilir, saygınlık sağlayabilir, satışı arttırabilir ve ilişkilerinizi kuvvetlendirebilirsiniz. Halkla ilişkiler çalışmaları plan ve uzun süreçler gerektirir. Kısa vadede bir sonuç beklemek yersizdir. Zamana yayılarak ve bir program içerisinde yapılan halkla ilişkiler çalışmaları kuruma muhakkak her konuda karlılık kazandırır.21022012-Fatma-Celenk-fotograf-cekimi--8-_1340093651

Kurumsal iletişimi nasıl tarif edersiniz?
Kurum kimliğinin, itibarının ve algının oluşturulması, hedef kitle ile güçlü ilişkiler kurulması, rakiplerden ayrışarak farklılaşmak ve marka değerini arttıracak işler yapılması kurumsal iletişimin yapı taşlarını oluşturuyor. Kurumsal iletişim birçok alana hâkim olmayı gerektiriyor. Reklam, halkla ilişkiler, medya satın alma, sosyal medya gibi konuları yönetiyor olmak belli bir uzmanlığı gerektiriyor. Bu da tabii çok çalışmakla ve kendinizi her zaman güncel tutmakla oluyor.

Fatma Çelenk; “Halkla ilişkiler faaliyetleriyle kurumlar kamuoyunda farkındalıklarını artırıyor”

Bir kurum için halkla ilişkiler çalışmalarının önemi nedir?
Bir kurum için Halkla İlişkiler, kurumu ilgilendirecek tüm hedef kitle ile ilişkileri düzenlemek, bu kişileri kurum hakkında bilgilendirmek ve kurumsal bir kimlik oluşturmak için çok önemlidir. Halkla ilişkilere önem veren kurum ve kuruluşların hedef kitlesi ile her konuda, etkin iletişim içerisinde olmaları halinde daha başarılı sonuçlara ulaşacaklarına inanıyorum. Halkla ilişkiler faaliyetleriyle kurumlar kamuoyunda farkındalıklarını artırırlar. Halkla ilişkiler, kurumun amaçlarını gerçekleştirmek üzerine yapılanır. Halkla ilişkiler, benzer ürün ve markaların birbirinden farklılaşmasına katkıda bulunur. Ama bir taraftan da kurumun toplumsal duyarlılığını kanıtlamasına katkıda bulunur. Kurum içi iletişimi sağlarken, kuruma itibar kazandırır. Çünkü halkla ilişkiler kurum hedef kitleleriyle olan stratejik iletişim yöntemidir.

Soyak Holding olarak halkla ilişkiler çalışmaları neyi ifade ediyor?
Biz Soyak olarak, 1500’e yakın çalışanıyla 4 sektörde faaliyet gösteren büyük bir topluluğuz. İş hacmimiz ve faaliyet gösterdiğimiz alanların çeşitliliği nedeniyle çalışmalarımızı çeşitlendirmek ve sektörlere adapte etmek durumundayız. Her biri için farklı bir iletişim stratejisi oluşturmamız ve buna göre yol haritamızı belirlememiz gerekiyor. Holding çatısı altında çalışmalarımızı belli bir koordinasyonla yürütürken bütünsel bir algı yaratmak için de kurum kültürünü arkamıza alıyoruz. Tüketiciye dokunan faaliyet alanımız gayrimenkul sektöründe; pazarlama iletişimi altında reklam/tanıtım çalışmaları, lansmanlar ve çeşitli müşteri etkinlikleri organize ederken, Soyak kurumsal markasına yönelik kurumsal sorumluluk ve kurumsal sosyal sorumluluk gibi daha kapsamlı çalışmalar yürütüyoruz. Çevre ve eğitim konularında projeler üretiyor, sürdürülebilir yaşam yaklaşımıyla sertifikasyon çalışmaları yapıyor, enerji verimliliği ve yeşil bina gibi konularda araştırmalar yaparak projelerimizi bu yaklaşımla hayata geçiriyoruz.

indir (1)

Fatma Çelenk; “Sürdürülebilirlikle insanlığın yaşamının devam ettirilebilmesini, sürdürülmesini anlıyoruz”

Sürdürülebilir yaşam nedir? Sürdürülebilir yaşam için yapılması gerekenler neler?
Sürdürülebilir yaşam, kaliteli yaşam kültürünün oluşmasına katkı sağlamak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmaktır. Bunun için de bu dünyada yaşayanlar olarak hepimizin üzerimize düşen önemli sorumluluklar vardır. Bazı kelimeleri anlatmak için sözlükler yetmeyebilir. Tıpkı “Sürdürülebilirlik” gibi. Çok basit olarak sürdürülebilirlikle insanlığın yaşamının devam ettirebilmesini, sürdürülmesini anlıyoruz. Yani gelecek nesillerin de en azından bizim kadar veya bizden daha iyi bir yaşam sürmelerini isteriz. Bu da o şeye gerekli değeri vermek koşuluyla gerçekleşebilir. İnsanoğlu ve insan kültürüne önem verdiğimiz için bunların sürdürülebilirliği için çabalamamız gerekir. Günümüzün küresel sürdürülebilirliğini sağlamak için fiziksel ve sosyal olarak sürdürülebilir bir toplum vizyonu yaratmak gerekli diye düşünüyorum.

Sürdürülebilir yaşam, Soyak Holding için ne derece önemli bir konu? Projelerinde sürdürülebilir uygulamalar dikkate alınıyor mu?

Sürdürülebilirlik, gün geçtikçe daha da önem kazanan bir kavram. Dünya nüfusu ve enerji tüketiminde meydana gelen artışla küresel ısınma ve beraberinde gelen çevresel ve toplumsal sorunlar, yaşamımızı ileride daha da çok etkileyecek konular olarak öne çıkıyor. Bu etkiler ekonomi ile de yakından ilgili. Türkiye’de, 2011 yılında ekonomide öngörülen sürdürülebilir büyüme süreci, sadece inşaat sektörüne yüzde 8-10 arasında bir büyüme rakamı olarak yansıyor.

En hızlı büyüyen sektörlerden biri olan inşaat sektörü, önümüzdeki dönemde de hız kesmeyecek. 2010’da %76 olan kentleşme oranının, 2015’te %79 olması; kentli nüfusun da 55,7 milyon’dan, 61 milyona çıkması bekleniyor. Konut ihtiyacının ise bu doğrultuda, 2010-2015’te yılda 550-600 bin arası olacağını söyleyebiliriz. Konut talebindeki istikrarlı artış beklentisinin sadece ekolojik değil, ekonomik ve sosyal boyutları da bulunmaktadır. Mesela, karbondioksit gazının dünyadaki salımının yüzde 50’si binalara ait. Enerjinin yüzde 40’ının da binalarda kullanıldığı göz önüne alındığında konunun önemi çarpıcı bir biçimde ortaya çıkıyor. Mevcut binalarda yapılacak ısıtma verimliliğini artıracak uygulamalarla binalarda yüzde 25’lik bir iyileşme sağlandığı takdirde, Türkiye yılda yaklaşık 6 milyar dolarlık tasarruf edecek. Bu kapsamda biz de, 50 yıldır faaliyet gösterdiğimiz gayrimenkul alanında, enerji tasarrufuna destek olacak, tüketicilerimizin yaşamına artı değerler katacak, çevre dostu projeleri uzman ekiplerimizle hayata geçiriyoruz.

Uluslararası çevre standartlarını hedef alarak, sürdürülebilir gelişimi destekleyecek, gelecek nesillerin yaşam kalitesinin yükselmesine katkı sağlamak için çalışıyoruz. Yalnız gayrimenkul değil enerji, çimento ve döküm sektörlerindeki faaliyetlerimizi de sürdürülebilir yaşam anlayışı doğrultusunda çevreye ve toplum değerlerine saygılı olarak yürütüyor ve kurum kültürümüzün bir parçası olarak sürekliliği olan sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiriyoruz.

Fatma Çelenk; “Yaptığımız işlerin topluma artı değer sağlayabilmesinin sürdürülebilir olmasına bağlı olduğunu düşünüyoruz”

Sürdürülebilir yaşam için markalara ne gibi önerileriniz var?
Biz Soyak’ta senelerdir yaptığımız çalışmalarla günümüzde ihtiyaç duyulduğuna inandığımız sürdürülebilir yaşam anlayışını temel alan bir kurum kültürü oluşturduk. Bir anlayışı, bir ilkeler bütünü olarak kurumun tamamına benimsetmek zaman isteyen bir süreç. Attığımız küçük adımlar, topyekün bakış açımız evrildikçe giderek büyüdü. Bugün yönetimden çalışanlara, iş süreçlerimizden kurum içi çalışmalara kadar temel aldığımız ilkeler bütünü; şeffaf, ahlaklı, samimi ve toplum faydasını gözetmeye dayanan bir anlayışın ürünüdür. Yaptığımız işlerin topluma artı değer sağlayabilmesinin sürdürülebilir olmasına bağlı olduğunu düşünüyoruz. Bir işi yaparken kullandığınız kaynakların, senelerce çalışıp oluşturduğunuz itibarın, her kararınızın temeline koyduğunuz ilkelerin sürdürülebilirliğini sağlayamazsanız, geleceğe iz bırakamazsınız. Bizi sürdürülebilir yaşam alanları yaratmaya iten sebep de işte buradan gelmektedir. Markalara bu anlayışı bahsettiğim sebeplerden ötürü tavsiye ederim.

Kaynak:www.halklailişkiler.com