YERYÜZÜ CENNETİ ANTALYA VE KUZEY YILDIZI DÖŞEMEALTI İLÇESİ

Antalya Genel Bilgiler

        çüantalya3Y 20.723 km²

 1.789.295 (2007)
Bu nüfusun 1.127.634’ü il ve ilçe merkezlerinde, 661.661’i köylerde yaşamaktadır.
: Antalya ili, Türkiye’nin güneyinde, merkezi Akdeniz kıyısında olan bir turizm merkezidir. Kuzeyinde; Burdur, Isparta, Konya, doğusunda; Karaman, Mersin, batısında; Muğla illeri vardır. Güneyi, Akdeniz ile çevrelenmiştir. Türk Riviera’sı Antalya kıyılarının uzunluğu 630 km’yi bulur.

Tarihçe: II. Attalos tarafından kurulmuştur. Bergama Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır. M.Ö. 67’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan ismi görülen Attaleia, Türklerin eline geçtikten sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Modern şehir, antik yerleşmenin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki, eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserlerinden biridir.

Antalya şehri ve çevresine antik çağda, “çok verimli” anlamına gelen Pamphylia, Batı kesimine ise Lykia denirdi. Milattan önce VIII. yüzyıldan itibaren buraya Ege denizinin Batı kıyılarından göçenler; Aspendos ve Side gibi şehirleri kurmuşlardır. II. yüzyıl ortalarında hüküm süren Bergama Kralı II. Attalos, Side’yi kuşatmıştı. Antalya’nın yaklaşık 75 km. doğusundaki Side’yi alamayan kral, şimdiki il merkezinin olduğu yere gelerek bir şehir kurdu. Buraya onun adı verilerek Attaleia dendi. Zaman içinde Atalia, Adalya diyenler oldu. Antalya, onun adından gelmektedir.

Yapılan arKeolojik kazılarda Antalya ve bölgesinde, günümüzden 40 bin yıl önce insanların yaşadığı ispat edilmiştir. Milattan önce 2000 yılından bu yana bölge, sırasıyla;  Hitit, Pamphylia, Lykia, Kilikya gibi kent devletlerinin ve Pers, Büyük İskender ile onun devamı sayılan Antigonos, Ptolemais, Selevkos, Bergama Krallığı’nın idaresine girmiştir. Daha sonra Roma Devleti, hüküm sürmüştür. Antalya’nın antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III. yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti.

Yöre Doğu Roma ya da Türkiye’de tanınan adıyla Bizanslıların hâkimiyeti altındayken, 1207’de Selçuklular tarafından Türk topraklarına katıldı. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke Aşiretinin bir kolu olan Hamitoğulları’nın egemenliğine girdi. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan biridir. XI. yüzyılda bir kısmı buraya gelmiştir. Bugün Antalya’nın kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Bölgesinin, bir adı da Teke yöresidir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke sancağının merkezi, şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke sancağı denirdi. İlin şimdiki adı ise aslında antik çağdaki adının biraz değişmiş şeklidir ve Cumhuriyet döneminde verilmiştir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi,  kale içinde dört mahalle ve üç bin ev, kale dışında 24 mahallesi olduğunu belirtir.  Şehrin çarşısı ise kale dışındaymış.  Evliya Çelebi’ye göre limanı, 200 parçalık gemi alacak büyüklüktedir. İdarî bakımdan Konya’ya bağlı Teke Sancağı’nın merkezi olan Antalya, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında bağımsız sancak haline getirildi.

Kaleiçi ; büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde içten ve dıştan surlarla çevrilidir. Surlar, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirleri ortak eseridir. Surların 80 burcu vardır. Surların içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik yapıları Antalya’nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde yansıtır. 1972 yılında Antalya iç limanı ve Kaleiçi semti, özgün dokusu nedeniyle “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu” tarafından “SİT bölgesi” olarak koruma altına alınmıştır. Turizm Bakanlığı’na “Antalya- Kaleiçi Kompleksi” restorasyon çalışmasından dolayı, 28 Nisan 1984’de FİJET (Uluslararası Turizm Yazarları Birliği) tarafından Altın Elma Turizm Oskarı ödülü verilmiştir. Günümüzde Kaleiçi otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları ile eğlence merkezi haline gelmiştir.

Eski Antalya Evleri    : Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya’da eski evlerin yapımında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiştir. Gölgeli taşlıklar ve avlular hava akımını kolaylaştıran özelliklerdir. Depo ve hol görevi yapan girişi ile üç kat üzerine kurulmuştur.

Yivli Minare: Antalya’nın ilk Türk yapısıdır. Merkezde liman yakınındadır. Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varsa da yıkılmış olmalıdır. Çünkü Minarenin yanındaki Cami daha geç devre, 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan Hamitoğulları zamanında, Tavaşi Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır.

Ulu Cami: Kesik Minare adıyla da bilinir. Aslında bir Bazilika olarak V. yüzyılda inşa edilmiştir. İlk eserden çok az bölüm ayakta kalmış, Bizans döneminde değişikliklere uğramıştır. Eser, Osmanlılar zamanında tamir görmüş, bir kısmı Mevlevihane olarak kullanılmış, sonra cami olarak hizmete açılmıştır.

Karİl merkezindeki önemli Türk İslâm yapılarından olup XIII. yüzyıl ortasında inşa edilmiştir. 20. yüzyıl başlarına kadar ulaşım at ve develerle sağlanır, ticaret malları da bu hayvanlarla nakledilirdi. Kervanlar yollarda, “Han” ve kervansaraylarda konaklardı. İşte Evdir Han da bunlardan biridir. Antalya’dan kuzeye giden yol üstündedir. Bugünkü Antalya-Korkuteli kara yolunun 1 km. doğusunda ve il merkezine 18 km. uzaklıktadır. En fazla dikkati çeken kısmı sivri kemerli portalıdır. XIII. yüzyılın başlarında yapılmış bir Selçuklu eseridir.

     Antalya – Afyon eski yolundaki ikinci durak yeri Kırkgöz Han’dır. Kırkgöz Han Antalya’ya 30 km. uzaklıkta bulunan Kırkgöz’de,  Pınarbaşı mevkiindedir. Çok sağlam bir durumdadır.Antalya il merkezinin yaklaşık 10 km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri simgeleyen tabiat güzelliklerindendir. 20 metre yükseklikten dökülür. Ana kaynağı Kırkgöz mevkisidir. Aşağı Düden Şelâlesi ise Lâra Plajı yolundadır.  Kent merkezinin güneydoğusunda, 40 metre yükseklikteki falezlerden denize dökülür. Antalya’nın simgeleşmiş tabiat güzelliklerindendir. İl merkezinin doğusundaki Alanya yolunun 24. km’sindeki sapaktan Isparta yoluna girildikten 7 km. sonra ulaşılabilir.  Bu tabiat harikası da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Şelâle bir masal diyarından çıkıp gelmiş gibidir. Yemyeşil derin bir vadinin içindedir. Bütün çevresi yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle gezilebilir. Yer yer gölcüklerin oluştuğu sularda çok sayıda balık yaşamaktadır. Aynı zamanda zengin faunası ile dikkat çeker. Düden, Kurşunlu ve Manavgat Şelâleleri, birçok Türk filminde mekân olarak kullanılmıştır. Hepsine de otobüsle rahatlıkla gidilebilir.

        Antalya il merkezinin 10 km. kadar doğusundaki doğa harikası Lara Plajı ile Antalya merkezinin batı kıyısındaki Konyaaltı Plajı şehrin en güzel kıyılarıdır.

      Antalya 18 km doğusunda, Aksu Bucağı yakınındadır. Kilikya – Pisidia ticaret yolunun üstünde yer aldığı için önemli bir Pamphylia şehridir. Kuruluşu diğer Pamphylia şehirleriyle aynı zamana rastlar (Milattan Önce VII yüzyıl). Perge, Hıristiyanlar için önemli bir kent idi.  Aziz Paulos ve Barnabas, Perge’ye gelmiştir. Magna Plancia gibi kimi zenginler buraya önemli anıtlar kazandırmışlardır. İlk kazıların 1946 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından başlatıldığı Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları bulunmuştur.

       Antalya’nın 27 km. kuzeybatısında, Yağcılar sınırları içindeki Karain Mağarasında bulunan kalıntılar Paleolitik, Mezolitik, Neolitik ve bronz çağlarına aittir. Bu mağara, görülmesi gereken yerlerdendir.
Antalya-Burdur otoyolunun 48. kilometresinde, sola dönülen bir sapaktan 1 km. içerdedir. Bir dağın yamacında kurulmuş olup, hamamları, kaya mezarları açısından görülmeye değerdir. Ariassos kentine girilen vadinin başlangıcında kentin en görkemli kalıntısı olan giriş kapısı yükselir. Roma devrinden kalma bu anıt, 3 kemerli ve dolayısıyla 3 girişli olduğu için, yöre halkınca “Üç kapı” diye anılır. Kentin şaşırtıcı bir özelliği, dörtte üçünün, olağanüstü gösterişli anıtsal mezarlar olan nekropolis kalıntısı olmasıdır.
HayAntalya ve çevresinde, asırlardır süzülen iki hayat tarzının da mirası vardır. Türkler buraya ilk geldiklerinde yerleşik düzene hemen uymuşlar; köy, kasaba ve şehirler kurmuşlardır. Nüfusun bir kesimi ise Türklerin Anadolu’ya gelmesinden önce olduğu gibi konargöçer hayatı sürdürmüştür. Yarı yerleşik demek olan bu hayat tarzına göre, birbirine akraba en az 15–20 aile, bazen de yüzlerle ifade edilen sayıdaki aileler; kıl çadırlarda yaşar, yazın dağlara çıkar, kışın ise kışlak denen sıcak ovalara inerlerdi. Deve, koyun gibi hayvanları yetiştirir bunlardan ürettikleri ürünleri, yerleşik halkın ürünleriyle değişerek ya da satarak geçinirlerdi. Et, süt, yağ üretirler, kıl çadır ve doğal kökboyalı kilim dokurlardı. Kışlaklarda dar alanlara tahıl, sebze ekenler bile olurdu. Hatta Osmanlı ordusuna at yetiştiren büyük konargöçer grupları (aşiret, oymak) vardı.

     Bugün Avrupa’nın en önemli müzelerini süsleyen Türk kilimleri, bu insanların el emeği göz nurudur. Günümüzdeki halk müziği kültürünün çok büyük bir kısmı konargöçerlerden mirastır. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi Türk halk şiiri ve müziğinin en büyük ozanları, bu kültürün temsilcileridir. Eskiden beri kırsal kesimdeki köylerde yerleşik hayatı sürdürenler kendilerini, “yerli, köylü” gibi tabirlerle nitelerken, Yörüklerin topluca yerleştiği bir köye gitseniz “Burası Yörük köyü” derler Türkiye’nin hemen her tarafında bu tür nitelemeleri duyabilirsiniz. Ancak insanlar eskilere uzanan bu hayat farkını bu şekilde vurgulasa da, hepsi aynı köke sahiptir ve Türk’tür. Aslı birbirlerine farklı gözle bakmazlar ve bunu bir zenginlik olarak görürler.
Bugün Türkiye, çağdaş modern hayata en iyi uyum sağlayan, teknolojiyi en iyi şekilde kullanan ülkelerden biridir. Ama hem nostaljik hem de kültürel değeri olan, binlerce yıldır devam eden hayatı sürdüren, birkaç küçük konargöçer grubu kalmıştır günümüzde. Sayıları da birkaç yüz kişiyi geçmez. Hazin bir biçimde, o hayat tarzından sadece develer kalmıştır. Yolunuz düşerse yaz aylarında Belek, Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, çanlı çıngırdaklı turist taşıyan develer görürsünüz. İşte o günlerden hatıradır bu develer. Ayrıca Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet veren Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Antalya’nın yerli halkı bugün bile imkân bulduğunda yazın Gömbe, Sütleğen, Alanya gibi yaylalara çıkar. Bu gelenek, atalarından kalan bir hatıradır. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros dağlarında kuyularda saklanan karların, Ağustos ayında dağdan indirilerek ilçe merkezine getirildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından satıldığını görürsünüz. Bu da yine Yörüklerin eski geleneklerinden sadece biridir.

YerYörüklerin beslenme tarzının temelini, hayvancılık ve buğdaydan elde edilen besinler belirler. Kıyı şeridinde az da olsa yaş sebze üretilmesine karşın iç bölgelere gidildikçe buğday ve kuru sebze ağırlık kazanır. Antalya’da dünya mutfaklarının tamamına turistik otel ve lokantalarında bulmak mümkündür. Ama yöreye has yerel yemekler şunlardır: Saç kavurması, Tandır kebabı, Kölle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlaması), Domates civesi, Hibeş, Arapaşı

İ   Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Antalya’da, kışlar ılıman ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçer. Karayolu, havayolu ve denizyolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Antalya havalimanı uluslararası hava trafiğine açıktır.

Kaynak:Profösör Dr.İbrahim Atilla Acar’ın ‘Dünya Şehri Antalya’ makal                        

Döşemealtı, 2008 yılında kurulan Antalya ilinin merkez ilçelerinden biridir. Antalya’nın kuzeyinde yer alır. El dokuması halılarıyla ünlüdür. Nüfusu 44.000’dir. 14 mahallesi 4 beldesi 14 köyü vardır.

Tarih

Adını Düden Şelalesi‘ni besleyen Kırkgöz Gölü‘nden alarak 1934 yılındaKorkuteli Kızılcadağ ve çevre köylerinden gelen aileler ve daha sonra zamanın Antalya Valisi Haşim İşcan tarafından 60 adet iskân evi yaptırılmış ve bu konutlara Kıbrıs’tan gelen 60 Türk vatandaşı aile yerleştirilmesiyle Kırkgöz Yeniköy adında bir köy kurulmuştur. Bölgede göçebe olarak yaşayan Yörüklerin de yerleşik düzene geçmesiyle genişleyen bir köy olmuştur. Antalya’ya 20 km uzaklıkta olup, Antalya –Burdur karayolu üzerindedir.

Antik çağda Pamfilya kentleri ile Pisidia kentlerinin birbirine bağlayan yollardan birisi olan Derbent boğazındaki döşeme taş yolundan almıştır. Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de işlevini sürdürmüş olan döşeme yol yakın zamana kadar Yörükler tarafından göç yolu olarak kullanılmıştır. Döşeme taşlardan oluşan bu yol döşemealtı platosuna adını vermiş olup 4 m genişliğindedir. Bu nedenle yöre halkı“ döşeme” yolun geçtiği boğazı “döşeme boğazı”, yolun altında kalan düzlüğü de; “ Döşemealtı” olarak adlandırmıştır.

Kırkgöz Yeniköy kurulmazdan önce Osmanlı zamanında bölgede yaşayan Karabayırlı, Nebilerli, Karamanlı, Yeni Osmanlı yörükleri küçük köyler ve obalar oluşturmuşlardır. Bu köyler ve obalara döşeme antik yolun alt kesiminde yer alması nedeniyle Döşemealtı köyleri denilmektedir.

1970’li yıllarda Yeniköy Nahiye Müdürlüğü olması nedeni ile Kepez üstünde bulunan; Duacı, Kirişçiler, Kevşirler, Başköy, Odabaşı, Selimiye, Dereli, Çıplaklı, Kızıllı, Ekşili, Karaveliler, Killik, Camili, Ahırtaş, Bıyıklı, Kömürcüler, Yağca, Çığlık, Nebiler, Yukarı Karaman (Şimdi Düzlerçamı), Yeşilbayır, Dağbeli, Bademağacı köyleri Yeniköy nahiyesine bağlanmıştır.

1973 yılında Dağbeli ve Bademağacı’nda Belediye teşkilatları kurulmuştur.

Kırkgöz-Yeniköy 17 Aralık 1977 tarihinde 2.711 nüfusa ulaşarak belediye teşkilatı kurmuş Yeleşim alanının ismi Yeniköy olmasına rağmen belediyenin ismi “Döşemealtı Belediyesi” olarak tescil edilmiştir.

Döşemealtı’nda bulunan köylerinden olan Yeşilbayır’ da, 1994 yılında nüfusu 2000 in üzerine çıkması sonucu Yeşilbayır Belediyesi kurulmuştur. 1999 yılında ise yine Döşemealtı köyü olan Yukarıkaraman ve Nebiler Köylerinin birleşmesi sonucu Düzlerçamı Belediyesi, Çığlık Köyünde ise ÇIĞLIK BELEDİYESİ kurulmuştur.

2005 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi’ nin sınırları genişlemesi sonucu, Döşemealtı’nda bulunan Döşemealtı Belediyesi, Yeşilbayır, Düzlerçamı Belediyesi, Çığlık Belediyesi Büyükşehir sınırlarına Alt Kademe Belde Belediyesi olarak katılmışlardır. Aynı tarihte Çıplaklı Köy Tüzel Kişiliği sona ermesiyle Döşemealtı Belediyesi’ne mahalle olarak katılmıştır.

5747 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 06.03.2008 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte Düzlerçamı, Yeşilbayır ve Çığlık ilk kademe belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak mahalleleri ile birlikte Döşemealtı İlk Kademe Belediyesine katılmıştır. Döşemealtı merkez olmak ve ekli (4) sayılı listede adları yazılı köyler bağlanmak üzere Antalya İlinde Döşemealtı, ilçesi kurulmuştur.

Döşemealtı İlçesine bağlı Beldeler; Dağbeli, Bademağacı, Ekşili ve Karaveliler. Döşemealtı İlçesine bağlı Köyler; Ahırtaş,, Akkoç, Aşağıoba, Bıyıklı, Camili, Dereli, Ilıca, Karataş, Kevşirler, Killik, Kovanlık, Kömürcüler, Selimiye, Yağca. Döşemealtı İlçe Merkezi Mahalleleri; Altınkale Mah, Yeşilbayır Mah, Ayanlar Mah, Aydınlar Mah, Orta Mahalle, Çığlık Mah, Düzlerçamı Mah, Karaman Mah, Nebiler Mah, Yalınlı Mah, Çıplaklı Mah, Tomalar Mah, Bahçeyaka Mah, Yeniköy Mah.

Kaynak:Döşemealtı Belediyesi resmi wep sayfası

ÇİNİ SANATI HARİKALARI

Osmanlı tarihinden günümüze kalan en özel ve nadide miraslardan biri olan çini sanatı, hala gündemini korumaktadır. Cami ve türbelerin duvarlarında karşılaştığımız bu sanat dalı, köşk ve sarayların dış ve iç cephelerini de süslemektedir. Seramik sanatı olarak da adlandırılmaktadır. İnce detaylar ile işlenen ve işlenen objelere hayat veren Osmanlı tarihinin en gözde sanat dalı, günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeden devam etmektedir.

Vazo, tabak, sürahi ve çeşitli kap kaçaklara işlenen motifler ve renklendirmeler ile oluşan eserler, şimdilerde ev ve çeşitli mekanların dekorasyonu olarak kullanılmaktadır. Karahanlılar tarafından geliştirilen çini sanatı, daha sonraları diğer Türk devletleri tarafından da geliştirilmeye başlanmıştır. En parlak dönemini Osmanlı Devletinin kuruluşunda yaşamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hakimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, mekanların çeşitli bölgelerine yansıtmışlardır. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devletinin İlk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmıştır. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, türkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır.

4039_cini-sanati-erganili-kadinlarin-elinde-can-buluyor-4376563_1959_oÇini Sanatının meşhur olan ustası Baba Nakkas, bu sanat dalına çok özel örnekler sunmuştur. Ve daha farklı boyut kazanmasına, gelişmesine ve yayılmasına ön ayak olmuştur. Yavuz Sultan Selim döneminde ise birçok sanatçı yetiştirilmiş ve renk, desen çeşitliliği artırılmıştır. Altın sarısı, fıstık yeşili, kırmızı gibi birçok renk eserlerde, kullanılmıştır. Mozaik türü eserlerin yerine sır altı boya tekniği geliştirilmiş ve Fatih dönemimde, uygulanmaya başlanmıştır. Veli Can adında ünlü üstat, Saz yolu desenini oluşturmaya başlamış, objelere farklı desenler geliştirmeye başlamıştır. Bitki şekilleri, hayvan figürleri, ağaçlar, çiçekler, dönemin en önemli bitkileri, çini sanatında uygulanmaya başlamıştır. Kahverengi ve doğa renkleri, daha sık kullanılarak, bahar havası niteliğinde eserlere yer verilmiştir.

Zamanla gelişen ve yenilenen çini sanatı, Mimar Sinan ile daha çok önem görmeye başlanmıştır. Her yapıtında bu sanat dalından eserler kullanarak, şu an bile ilgi duyulan mekanlar yaratmıştır. Hürrem Sultan inşası en güzel örnekleri sunmaktadır. Makinelerin üretilmesi ile porselen süslemesinde kullanılmaya başlanmıştır. Kütahya’da hala gündemde olan sanat dalı, seramiğe can veriyor. İznik’te ise aynı gelenek ile sürdürülmeye ve orijinal yapımı değişmeden devam etmektedir. Şimdilerde ise özellikle hanımların dikkati çeken çini sanatı, kurslarda ders olarak gösterilmektedir.

4039_828300318-1

Çini sanatının çeşitli teknikleri bulunmaktadır. Mozaik Çini Tekniği, Sır Altı Boyama Tekniği, Renkli Sır Tekniği ve Perdah Tekniği’dir. Her bir tekniği çok güzel bir görünüm sunmaktadır. Perdah tekniği, altın ve gümüş tozları kullanarak yapılmaktadır. Beyaz ve saydam astar levhalar üzerine oluşturulan desenler, sonradan fırınlanmaktadır. Sır Altı Boyama, Osmanlı Devletin de kullanılmaya başlayan ve hala gündemini koruyan bir yöntemdir. Mozaik Çini Tekniği, ilk gelişmeye başladığı yıllarda kullanılmıştır. Tuğla süslemesi olarak da adlandırılmaktadır. Renkli sır tekniği, renkli sır üzerine yapılan desenler ile oluşmaktadır. Krom oksit ile desenlerin üzeri, kontür tarzında tekrar çizilerek fırınlanır.

KAYNAK:BİLGİ USTAM

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğrencilerinden Özverili Çalışma

Üniversiteli gençler küçük kardeşlerine el uzattı

OMÜ Çarşamba İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 2. sınıf öğrencilerinden Öznur Kaya, Aslı Özel ve Saliha Subaş herhangi bir üniversite kulübüne bağlı olmadan sosyal sorumluluk projesi düzenledi. Düzenledikleri…

Üniversiteli gençler küçük kardeşlerine el uzattı

OMÜ Çarşamba İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 2. sınıf öğrencilerinden Öznur Kaya, Aslı Özel ve Saliha Subaş herhangi bir üniversite kulübüne bağlı olmadan sosyal sorumluluk projesi düzenledi. Düzenledikleri projeyle Ayvacık ilçesi Yenice Mustafa Çakır İlköğretim ve Ortaokulu’nda kütüphane oluşturarak okul duvarlarına figürler çizip, renklendirme yaptı.OMÜ Çarşamba İletişim Fakültesi Dekanı Nurdan Taşkıran ve fakülte öğretim görevlilerinin desteklerini de alan öğrenciler saat 11.00’den saat 17.00’ye kadar okulda çalıştı. Etkinlik için ulaşım, yemek, gerekli araç ve gereçlerin karşılanması öğrenci merkezli hayırseverler tarafından giderildi. Ulaşım ve yemeği Metro turizmin Çarşamba temsilcisi Cemalettin Durmuş, boya ve fırça malzemelerini ise fakültenin Gazetecilik birinci sınıf öğrencisi Onur Şen’in iletişime geçmesiyle Samsun 22. dönem milletvekili aday adayı Mustafa Çakır tarafından karşılandı.

Etkinlik sürecinde fakülte öğrencileri okulun öğretmenleri ile iletişimde kalarak isteklere yönelik bir çalışma yaptı. Güzel Sanatlar mezunu İlayda Nişancı’nın çizimleri fakülte öğrencilerinin fırçalarıyla renklendi. Etkinlikte fotoğraf çekimi fakültenin Gazetecilik bölümü öğrencileri tarafından yapıldı.

           kaynak:  http://www.yozgatajans.net/yerel/universiteli-gencler-kucuk-kardeslerine-el-uzatti-h37968.html

Halkla İlişkiler Ödülü

Türkiye’ye ABD’den halkla ilişkiler ödülü!