GÜMÜŞHANE

 

GÜMÜŞHANE TARİHİ

Doğuda Bizer ve Muşkilerin yaşadığı Skidides ile batıda Pariyadres dağlarına uzanan ve Güneyde Satala (Sadak) ovası ile çevrili Gümüşhane bölgesinde tam bir kavimler mozaiği oluşmuştur. Yapılan araştırmalarda elde edilen buluntular ancak M.Ö. 3000-2000 arasına tarihlenen ilk Tunç Çağı’nın aydınlatılmasına yardımcı olmaktadır. Bulunduğu coğrafi konum itibariyle tarihisel olaylar karşısında daima tampon bölge olarak kalan Gümüşhane’de mimari eserlerin çoğu günümüze ulaşamamıştır.

Kapadokya yazılı kaynaklarında bir zenginlik kaynağı olarak sık sık adı geçen ve yoğun ticari ilişkilere konu olduğu belirtilen gümüşün, Asur koloni dönemindeki yoğun çıkarımlar nedeniyle yataklar zenginliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve eski çıkarım izleri hemen hemen silinmiştir.

Gümüşhane yöresinin Azzi ülkesi adıyla, güneyinden Suşehri’ne kadar uzanan topraklarına ise Hayaşa ülkesi olarak anıldığı Hititler zamanında zenginlik kaynağı yine gümüştür. Hititler alışverişte değer ölçüsü olarak gümüşü kullanıyorlardı.

Hitit İmparatorluğu gerek batıdan gelen Frigllerin ve gerekse kuzey komşuları Kaşkarların saldırıları sonucu zayıflayınca Urartular bölgeye hakim oldular. (M.Ö. 860) Asurların zayıflamasından da faydalanan Urartular bölgedeki nüfuzlarını artırdılar. Aynı yıllarda Ege adalarında ticaretle uğraşan Argonotlar “Konuk kabul etmeyen hırçın deniz” diye tabir ettikleri Karadeniz’in madenleriyle ünlü yöresine koloniler kurdular. (M.Ö. 756) Böylece Gümüşhane yöresi madenleri de uygarlığa açılmıştır. Bu gelişmeyle birlikte Urartu kültürü ve maden işçiliği Argonotlar aracılığıyla Ege adalarına dek yayıldı. 

M.Ö. 560’ lı yıllarda Medler Gümüşhane yöresini ele geçirdiler. Ancak Medler yine aynı sülaleden gelen Ahamemiş sülalesinden II. Kiros (Kuraş) ‘ın başkaldırısı ile yıkılmış ve M.Ö. 550 de Pers Krallığı kurulmuştur. Gümüşhane’de bu sınırlar içinde olup yılda 300 gümüş talen vergi ödemekle yükümlü tutulmuştur. Persler Yunanlılarla yaptıkları savaşlarda yöre insanını da kullanmış, nitekim Kserkes’in M.Ö 480’de Yunanistan’a yaptığı sefere Khalip (Khaledi-Haldi= Gümüşhane, Trabzon ve çevresinde yaşadığı belirtilen halk ) Askerleri de katılmıştır. Heredot bu seferde Khaliplerin küçük kalkanlar, kısa mızraklar ve eğri kılıçlarla donandığını yazmaktadır. Bazı kaynaklar ise bu sefere Çoruh Havzasında yaşayan Muşkillerin katıldığını kaydederler. 

İmparator II. Artakserkses döneminde (M.Ö.400 ) Bölgeyi güneyden kuzeye dolaşmış olan tarihçi Ksenefon ise, Pers ordusunda paralı askerlik yapan Makedonyallıların Babil yöresinde Karduklara yenildiklerini, daha sonra ki geri çekilme sırasında Gümüşhane yöresinden de geç tiklerini yazmaktadır. 

M.Ö 350’lerde zayıflamaya başlayan Pers İmparatorluğu’na Makedonya Kralı Büyük İskender son verdi. (M.Ö. 334 ve 331 ) İskender orduları Gümüşhane yörelerine kadar uzanamadılar Yöre bu yüzden M.Ö 4.yüzyıl başında siyasal bir boşluğun içine düştü. Büyük İskender’in hakimlerinden Flikos’un Gümüşhane’de gümüş madeni bulması üzerine buraya önem verdiği söylenir. Ege adalarından biri olan Kios adasının tiranı Mitridates Ktistes doğuda İris (Yeşilırmak) ve Lykos (Kelkit) havzasına dek uzanan toprakları ele geçirdi. (M.Ö.301 ) Pontos Krallığının kurucusu olan 1.Mitridates öldükten sonra yerine oğulları geçti. Savunma üstünlüğünü korumak için yüzlerce kale yapıldı. Ordunun zor duruma düştüğü zamanlarda da bu dağlık bölgeye iyi bir saklanma yeri oluyordu. Pontos Krallığının üstünlüğü Kerona savaşında sarsılınca iç çalkantılar başlamış, Lykos (Kelkit) yakınlarındaki Kabira dolaylarında Romalılarla yapılan ikinci büyük savaşta da yenilince Gümüşhane dağlarına çekilmişlerdir . Yöredeki Roma hakimiyeti M.Ö.20. yılda başlamış ve M.S. 395’lere kadar devam etmiş. Kavimler göçü neticesinde Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı Roma diye ikiye ayrılınca Gümüşhane yöresi Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır.

Bizans İmparatorluğu döneminde Gümüşhane yöresi de Bizans-Hazar askeri işbirliğinde önemli rol oynamıştır. Kral Jüstinyen zamanında Keçi Kale Kalesi (Kale Bucağında) onartılmıştır.

Roma ve Bizans dönemlerinde yörede kurulu kente Argyropolis adı verilmiştir. Yöredeki savaşların asıl sebepleri tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması ve madenleri ile ün yapmış olmasıdır. 7. ve 8. yüzyıllarda bölge birkaç defa el değiştirmiştir. 

Halife Hz. Ömer zamanında ( 634-644) Erzincan ve Erzurum Arapların eline geçince Gümüşhane’ de bu egemenliği tanıdı . Halife Hz. Osman zamanından, Emevi ve Abbasilere kadar olan dönem içerisinde el değiştiren yöre Çağrı Bey’ in 1016 yılında Anadolu’ya yaptığı ilk akın sırasında Türklerin eline geçmiştir.

1071 Malazgirt Savaşından sonra yöre Selçuklu Egemenliğine girmiş , son olarak da 1467 ‘de Akkoyunlular yörede egemen olmuşlardır.

1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğuna son vermesiyle bölgede Osmanlı etkisi görülmeye başlanmıştır. Gümüşhane, Trabzon Rum İmparatorluğunun fethedilmesinden sonra Osmanlı hakimiyetin’e girmiş ve bu hakimiyet 1461 ‘den 1467’ye kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra Gümüşhane Akkoyunluların hakimiyetin’e girmiştir. Bu hakimiyet 1473 yılında Fatih ile Uzun Hasan arasında vuku bulunan Otluk beli savaşı ile sona ermiştir.1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından kesin olarak alınmış ve Osmanlı topraklarına katılmıştır. 

Kanuni Sultan Süleyman (1520/1566 ) İran Seferi sırasında Harşit Vadisinden geçerken Gümüş madeninin bulunduğu eski Gümüşhane yöresinin imar edilmesini emretmiş, böylece buraya 50 ev ve Süleymaniye Camii yapılmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ile 7 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar’ ın doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz de yaptıkları işgaller ve bunun sonucundaki göçler Gümüşhane’de hayat bırakmamıştır. Ruslar 16 Temmuz 1916 da Bayburt’u aldıktan sonra yollarına devam ederek 19 (20) Temmuz 1916 günü Gümüşhane’ye girmişlerdir. Türk birlikleri fazla karşı koyamayınca Ruslar aynı gün Torul’a girmişlerdir. Böylece Trabzon yolu Ruslar’ a açılmıştır. 

22 Temmuz 1916 günü Kelkit üzerine yürüyen Rus Ordusu akşama doğru burayı ele geçirmiştir. Gümüşhane ve çevresi bu işgaller karşısında ve özellikle Ermeni zulmü altında ezilirken Rusya’da Bolşevik ihtilalin’ in çıkması ve iç çalkantılar sebebiyle Ruslar 18 Aralık 1917 Erzincan mütarekesini imzalamış ve ordularını geri çekmeyi kabul etmiştir. Ancak Ermeniler katliamlarına devam etmişlerdir. Bunun üzerine mütareke geçersiz sayılarak yeniden savaş başlamış ve bu suretle Torul 14 Şubat Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit 17 Şubat 1918 de Rus işgalinden kurtarılmıştır. Osmanlı hakimiyeti’nin ilk zamanlarında Erzurum eyaletine bağlı iken sonraları Trabzon’a bağlanan Gümüşhane sancağı 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı kanunun 89. maddesinde “Vilayet” başlığı altındaki kanunla 1925 yılında il olmuştur. 1925-1926 tarihli Trabzon salnamesinde “Gümüşhane Vilayeti merkez ilçe ile birlikte Bayburt, Kelkit, Torul ve Şiran olmak üzere 5 ilçe, 5 Bucak ve 377 köyden oluştuğu, 16943 evde 101153 kişinin yaşadığı şehir’dir.

TARİHİ ESERLERİ VE TURİSTLİK YERLERİ

Tarihi eserler ve tabii zenginliklerle doludur. İl, eski devirlere ait şehir harâbeleri yönünden oldukça zengindir. Rus işgali sırasında, Türk-İslam eserleri kasten Ruslar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Bugünkü eserler bu tahribât’tan kalanlardır.

Canıca (Canca) Kalesi: Vank köyü yakınlarındadır. Kayalar üzerine yapılmıştır. Doğu-batı yönünde arka arkaya üç bölümlüdür. Kale içinde şapel ve gözcü kule kalıntıları vardır.
canca kalesi

Edire Kalesi: Dörtkonak köyündedir. Kayalar üstünde yapılmış ilginç bir yapıdır. Yol olmadığından kaleye ulaşılamamaktadır.

Torul (Ardasa) Kalesi: Torul ilçesindedir. Eski devirlerden kalmadır. Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından feth edilen kale surlarının bir bölümü sağlam vaziyettedir. Süleymâniye Câmii: Eski Gümüşhâne Mahallesindedir. Kânûnî Sultan Süleymân tarafından yaptırılmıştır. Gümüşhâne’nin ilk binâsıdır. Minâresi o zamandan kalmadır. Câmi 19. asırda yeni baştan yapılmıştır. 

Hacı Çağıran Baba Türbesi: Gümüşhâne-Erzurum yolu üstünde, Tekkeköy’dedir. Kitâbesinde 1582’de yapıldığı yazılıdır. Pir Ahmed Türbesi: Gümüşhâne-Erzincan yolu üstünde, Pir Ahmed köyündedir. Kitâbesinde 1550’de yapıldığı yazılıdır. Zigana Kervansarayı: Zigana-Gümüşhâne-Trabzon arasında çam ormanlarıyla kaplı 2000 m yükseklikte dağ sırasıdır. Burada bulunan Zigana Kervansarayı ve Kalesi bir yerleşme merkezinden çok, askerî bir yerdi. Van Beylerbeyi Hüsrev Paşanın yaptırdığı ifâde edilir.
hacı çağıran

Tohumoğlu Köprüsü: Gümüşhâne-Erzurum yolu üzerinde Tohumoğlu kesimindedir. Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. İki gözlü, hafif sivri kemerli bir köprüdür. Yıkık vaziyettedir. Eski eserler: Satala, Kelkit’e 17 km uzaklıkta, Sadak köyündedir. Satala’da bulunanların bir kısmı İstanbul, bir kısmı Erzurum Arkeolojik müzesindedir. Buradan alınan bronz büst, Londra British Museum’da bulunmaktadır. Satala, Romalıların dînî ve askerî merkezi ve Hititlilerden îtibâren büyük bir şehirdi. Gümüşhâne’de Hutuna Manastırı, Torul’da Meryem Ana Manastırı ile Sinan Çakırkaya köyünde Çakırkaya kiliseleri vardır.
tohumoğlu

Mesîre yerleri: Gümüşhâne ilinde özellikle Harşit Vâdisinde ve il merkezi çevresinde zengin bitki örtüsü ve görülmeye değer tabiî güzelliklerle doludur. Ünlü Kadırga Şenlikleri her yıl geleneksel olarak Kadırga Yaylasında yapılmaktadır. Torul Çavlanı: Torul ilçesinde Harşit Çayı üzerindedir. Etrâfı ormanlıktır. Manzarası çok fevkalâdedir. Yüksek kayalardan su gürül gürül dökülür.

Tomara Şelâlesi: Şiran ilçesinin Seydibaba köyündedir ve çok güzel manzarası vardır. Çimen Dağlarının kuzey eteklerinde 40 kaynaktan meydana gelir. Kelkit Çayı Vâdisinde 20 m yükseklikten yatağına dökülür. İçilen suyu yazın soğuk, kışın sıcaktır. Etrâfı fundalıktır. Değirmenler vardır.

RCP_8307_1

Harşit Çayı Vâdisi: Baştan başa elma bahçeleriyle doludur. Artabel Deresi: Torul’dadır. Derenin yukarı kısmında beş adet buzul göl vardır. Göllerden birinin ortasında bir ada bulunmaktadır

Kelkit Çayı Vâdisi: Baştan başa tabiî güzelliklerle doludur. Av hayvanları çok boldur.

kelkir çayı vadisi

Yaylık Mağarası: Kelkit’in Yaylık köyünde 300 m derinlikte bir mağaradır. Mağaranın tavanınd

çavlan hâlinde mâden suları dökülür.

Karaca Mağarası: Torul’un Cebeli köyü yakınlarında bulunan, 10 bin yıllık mâzisi olduğu tahmin edilen ve çok güzel ve biçimli sarkıt ve dikitlerden oluşan bir mağaradır. Astım hastalarına iyi geldiği ifâde edilmektedir.

karaca mağarası

http://www.turkcebilgi.com/g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Fhane_tarihi_eserler_ve_turistik_yerler

https://www.google.com.tr/search?q=g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Fhane+tarihi+ve+turistik+yerleri&biw=1366&bih=673&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=HX9cVYeUNqaiyAOaxIDADw&ved=0CB0QsAQ&dpr=1

ÇİN İŞKENCESİ

imagesCA80AGBZ

  • Bu Çinlilerin en büyük suçlarda 1920’li yıllara kadar uyguladığı işkencedir.
  • Bu büyük suçlar birçok kişiyi öldürmek gibi, küçük çocuklara tecavüz gibi birçok çeşidi vardır.
  • İdam edilecek adamın yanı başında bir sac hazırlanırmış ve bu sac alttan verilen ateşle iyice kızdırılırmış. Kafası kesilen adamın kafasını kestikten hemen sonra bu saca bastırırlarmış, sıcaktan dolayı kan beyinde 2 saniye kadar dolaşacağı için adama yerde duran cansız bedeni son defa gösterirlermiş.
  • 10 veya 15 suçlunun aynı yere kilitlenmesi yemek ve su verilmemesi sonucu günler geçtikçe birbirlerini öldürüp yemeleri.

2[1]

  • Çin Seddi’nden aşağı sarkıtılarak aç vahşi hayvanlara yem yapılması.
  • Ellere yağ sürülerek fırında pişirilmesi.
  • Suçlunun derisini yüzüp denize atarlarmış.(acıyı tahmin edin artık.)
  • Suçlunun kafası kazınırmış ve suçlu bir direğe hiç hareket edemeyeceği şekilde bağlanırmış ve üstten damlalar halinde soğuk su damlatılırmış damlalar bir süre sonra balyoz etkisi yaptığından adamın delirmesi sağlanırmış.
  • Suçlunun göz kapaklarına iğne batırılırmış ve adam bir süre sonra dayanamayıp gözlerinin kapatır ve kör olurmuş (adamın biri 2 gün dayanmış.)
  • Vücudun farklı yerlerinden(genelde kaslardan) küçük, küçük parçalar kesmek, bu kesilen parçaların sayısı suçlunun cezasına göre 1000 parçaya kadar çıkıyormuş.
  •  Önce süt içirip sonra ağzını açık tutup yılanın ağzından içeri girmesini sağlamak ve sütü içmek için bütün mideyi parçalatmak…
  •  Elleri ve ayakları kesilerek aç köpeklerin önüne atılması.
  • Saç derisini yüzüp öğlen sıcağında güneşte bekletmek ve sonu yavaş yavaş ölüm.
    Çırılçıplak bir şekilde -20lerdeki buza vücudun yapıştırılması ve birden çekilmesi sonuç bütün deri buzda kalarak ölüm.
  • Ayaklara ve ellere saatlerce hatta günlerce buz konulması ve çürüyerek kesilmesi dolaşım olmadığı için bütün vücut kansız kalır.

KAYNAKÇA:http://www.frmtr.com/garip-olaylar/4773356-cin-iskenceleri-nasil-yapilir-okurken-bile-dayanamiyacaksiniz.html

Reklamın Amacı Nedir?

1947j20b
Reklamın genel amacı; hedef tüketicilere bir ürün veya bir hizmeti duyurmak, ürüne, markaya, işletmeye karşı tüketicilerde olumlu bir eğilim oluşturmayı sağlamaktır. Diğer bir deyişle reklam, doğrudan satış ya da kar sağlamayı kolaylaştırmaya yönelik iletişim kurmaktır. Buna göre reklam; hedef tüketiciyi, reklamı yapılan ürünün ya da hizmete ilişkin farkında olmamaktan olmaya, reklam mesajını anlamaya, önerilen satış vaadini kabul ile satın alma arzusu yaratarak hedef tüketicileri satın alma davranışına yöneltmeyi amaçlar.Reklamın beklenen, gerçekleşmesi istenen ana amacı; üreticinin pazara sunduğu ürünün satılmasını sağlamak ya da satışı devam eden bir ürünün pazar tarafından varolan talebini artırmaktır.
Reklamın satış amacı kısa vadede ve uzun vadede olmak üzere iki biçimde görülür. Kısa vadede reklam, tüketicileri motive ederek kısa bir zaman dilimi içinde o mal yada hizmeti satın almaya ikna etmeye çalışır. Uzun vadede ise firmalar reklam sayesinde ürettikleri mal yada hizmetleri tanıtarak, tüketiciye getireceği yararları göstererek o mal ve hizmete karşı talep yaratmayı amaçlar.
Reklamın, ister uzun vadede isterse kısa vadede satış amacını taşısın şu ortak amaçları içerir;
* Tüketiciyi ya da aracıya bilgi vermek, ürün ya da hizmeti hatırlatmak ve satışa ikna etmek,
* Mal ya da hizmetin satışını sağlamak,
* Toptan ve perakendeci satıcıya yardımcı olmak,
* Mal ya da hizmete karşı talebi artırmak,
* Talebin yaratacağı fiyat esnekliğini en aza indirmek.
Satış ve iletişim reklamın ana amaçlarıdır. Ancak bu amaçlardan başka üreticilerin reklam yaparken elde etmek istedikleri özel amaçlar da vardır. Bunları şöyle sıralayalım;
*İşletmenin saygınlığını sağlamak,
* Kişisel satış programın desteklemek,
* Dağıtım kanallarıyla ilişkileri geliştirmek,
* sektördeki genel talebi artırmak,
* Malı denemeye ikna etmek,
* Malın kullanımını yoğunlaştırmak,
* Malın tercihini devam ettirmek,
* İmajı doğrulamak ya da değiştirmek,
* Alışkanlıkları değiştirmek,
* İyi hizmeti vurgulamak,
* Tüketiciyi eğitmek,
* Önyargı, yanlış ve olumsuz izlenimleri düzeltmek,
* Piyasaya egemen olmak ve monopol yapıya geçmek,
* İşletmenin prestijini artırmak.

Gazate Reklamcılığı


     Gazeteler, yazılı basında en çok yer bulan yayınlardır. Günlük olmaları, her yeni günde yeni
yeni haberlerle çıkmaları ve haberlerin siyaset, aktüalite, spor, bilim, sanat vb gibi hemen her
alanı içermesi sebebiyle her kesimden insana hitap ederler. Bu özelliklerinden dolayı gazete
reklamcılığı önemli alanlardan biridir. Bunun başlıca sebepleri arasında gazetelerin farklı kesimlere
yani farklı kültür gruplarına seslenmelerini sayabiliriz.Gazete reklamcılığı, strateji gereği siyah – beyaz ya da renkli olabilir. İşin boyutlarını önce tanıtım bütçesi, sonra da gazetenin “sütün – santim” şeklinde ifade edilen özel boyutlandırma sistemi belirler.
reklam-ver-gazete-reklamlari

      Gazetelerin yayın günlerinin önemi vardır. Tatil günleri herkesin rahatça ve uzun zaman ayırarak
gazete okuduğu dönem olarak kabul edilir. Bu sebeple de büyük kitlelere ulaştırılması istenen ilanlar
bu günlerde yoğunlaşacaktır.Gazetelerin sayfalarının konumları da önemlidir. Sağ sayfamı, sol sayfamı sorusuna verilecek cevap pek fazla bilimsel olmasa da araştırmalar, lâtin alfabesi ile yazılmış gazete ve dergiler soldan sağa okunduğu ve sayfalar sağdan sola doğru çevrildiği için gözlerin önce sağ sayfayı gördüğünü ortaya koymuştur.

      Zaman içinde edinilen deneyimler sonucu, hangi tanıtımın hangi sayfalarda yayınlanırsa daha etkili olacağı konusunda somut bilgiler edinilmiştir. Belirli bir konuya ayrılmış bir sayfada o konu ile ilgisi olmayan bir ürünün tanıtımını yapmak elbette doğru olmayacaktır. Bununla birlikte aynı konuya ayrılmış bir sayfada o konu ile ilgili tanıtım verildiğinde, bütün kuruluşların aynı şansa sahip olmaları söz konusudur. O sayfa artık okuyucunun gözünde o konu ile ilgilendiği
dönemlerde bilgi almak için inceleyeceği bir alandır.

 

KAYNAK:http://www.ena.net.tr/gazate-reklamciligi.html

HALKLA İLŞKİLER VE SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA

Bütünleşik pazarlama iletişiminin en önemli birimlerinden biri Halkla İlişkilerdir. Reklamcılığın biraz gölgesinde kalmış olsa da yarattığı etki çoğu zaman reklamlardan daha büyüktür. Her ne kadar reklamcılar tarafından sıkıcı bir alan olarak görülse de bir markanın pazarlama iletişiminde çok büyük rol oynar. Hatta bu rol o kadar önem Kazanmıştır ki halkla ilişkiler ve pazarlama profesyonelleri arasında tartışmalar çıkmasına yol açmıştır. Halkla ilişkiler profesyonelleri, halkla ilişkileri pazarlamadan ayrı bir alan olarak görürler, pazarlama profesyonelleri ise bunun mümkün olamayacağını halkla ilişkilerin pazarlamanın bir fonksiyonu olduğunu savunurlar.

Sosyal medyanın gelişimi ve markaların buradaki varlığını yönetecek kişilerin halkla ilişkiler uzmanları olması gerektiği de son günlerin popüler tartışmalarından. Ve sanırım yakın gelecekte markaların en önemli yatırımları halkla ilişkiler alanında uzmanlaşmış sosyal medya uzmanları üzerine olacak.

Henüz bu iki alan tam olarak bütünleşmiş değil. Markanın sosyal medyada yaşadığı herhangi bir krizi çözmek direkt olarak Halkla İlişkiler Uzmanlarına kalıyor. Dolayısıyla sosyal medyanın markalar için yaratıcı mecra haline dönüştüğü son yıllarda markanın yaşayacağı herhangi bir sosyal medya kazasında adeta kabak Halkla İlişkiler Uzmanlarının başında patlıyor. Daha önce markaların sosyal medyada yaşadığı krizlerden örnekler vermiştim.  Krizleri başlatan kişilerle çözmesi gereken kişilerin aynı olmaması markalar için sosyal medya kullanımının en büyük çelişkisi.

Hâlbuki kurumun diğer kurumlarla, müşterilerle, medyayla ve asıl önemlisi tüketicileriyle diyaloğa giren ilk mercii Halkla İlişkiler birimidir.  Ancak iş sosyal medyaya geldiğinde bu diyaloğu başka insanlara devretmek kurumsal dil açısından büyük sorunlar çıkmasına neden olabilir. Uzun yıllar boyu çalışarak ve emek harcanarak oluşturulmuş bir kurumsal dil iki kelimelik bir hatayla yerle bir olabilir ve marka için tamiri zor hatalar yapılmasına yol açabilir. Bu yüzden Halkla İlişkiler alanında kariyer düşünen kişilerin sosyal medya konusunda uzmanlaşması onlara gelecekte çok büyük katkılar sağlayacaktır.

KAYNAK:http://www.pazarlamasyon.com/sosyal-medya/sosyal-medya-kullaniminda-halkla-iliskilerin-yeri/