KAHRAMANMARAŞ/ ELBİSTAN

 

KAHRAMANMARAŞ’IN TARİHİ

Kahramanmaraş, eski ve halk arasındaki adıyla Maraş, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık on sekizinci şehri. 2014 itibarıyla 1.089.038 nüfusa sahiptir. Kurtuluş Savaşı’nda işgale direnişi nedeniyle TBMM tarafından 5 Nisan 1925’te şehre İstiklal Madalyası verildi. 7 Şubat 1973’te Maraş olan adı, Kahramanmaraş olarak değiştirildi. Şair Gülten Akın, Maraş halkı için “Adamın su gibi akanıdır Maraşlı” demiştir.[1] Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, ise Seyahatnamesinde Maraş halkı için, “Kelimatları lisan-ı Türkidir ve ekseriya halkı Türkmendir” der.[2] Maraş ve çevresi başta Oğuzların Avşar, Bayat ve Beydili boyları çoğunlukta olmakla birlikte hemen hemen 24 Oğuz boyunun tamamı mevcuttur. Dövme dondurmasıyla meşhurdur. Kahramanmaraş’ın dövme dondurması yerel şirketlerin azmi ve katkısıyla ünü tüm dünyaya yayılmış ve birçok dünya şehirlerinde dondurma şubeleri açılmıştır. Japonya’dan ABD’ye, Avustralya’dan Dubai’ye kadar birçok ülkede şehrin ve dondurmanın yerel firmalarca tanıtımı yapılmaktadır.

 

74468image1

KAHRAMANMARAŞ DONDURMASSININ TARİHİ Kahramanmaraş ve çevresi yaylalık, ormanlık ve su kaynakları ile dopdolu olduğundan, Osmanlılar Dönemine kadar en güzel sahleplerin bu bölgelerde yetiştiği malumdur. Yaylalık alanlar sayesinde en kaliteli davar (keçi) sütünün de bu bölgede olduğu tespit edilmiştir. Sütle sahlep karıştırılarak sıcak olarak keyif verici ideal bir içecek olarak da kullanılır. Cumhuriyet döneminden sonra Ahir Dağı’ndan katır sırtında getirilen karlarla süt ve sahlepin dondurularak yenmesi Kahramanmaraş Dondurmacılığının gelişmesinin esasını teşkil eder. Konum itibari ile Kahramanmaraş sıcak bir iklim kuşağındadır. Bertiz köylüleri kışın yağan karların bir kısmını Ahir Dağı tepesindeki çukurluk alanlara doldurarak üzerlerini kapamışlar. Yaz aylarında kar üzerine pekmez dökülerek, ya da yoğurt karıştırılarak “Şıralı Karsambaç”, “Yoğurtlu Karsambaç” olarak yenmiştir. Bu durum Osmanlılar döneminde de önemini korumuştur. Eskiden insan sayısının az olması, fabrikaların azlığı ve havaya yayılan dumanların düşük olması, soba sayısının ve her türlü ısınma araç ve gereçlerinin azlığından dolayı tabiattaki hava soğukluğunu daha da fazla koruduğundan 25-30 yıl önceleri daha çok kar yağıyor ve geç eriyordu. Şimdi ise ısınma daha fazla olduğundan karlar daha çabuk erimektedirler. Bundan dolayı kar biriktirme ve depolama zor olmaktadır. Zaten teknik imkanlar da geliştiğinden karların yerini soğutma sistemleri alarak dondurmacılığa geçilmiştir. Kahramanmaraş Dondurması’nın Özellikleri Maraş’ı kuşatan Ahir Dağı’nın Yüksek yamaçlarında bu coğrafyaya özgü kekik, keven, sümbül ve çiğdem gibi çiçeklerle beslenen keçilerin eşsiz kıvam ve aromaya sahip sütleri ve olağanüstü bir cömertlikle topraktan fışkıran yabani orkide çiçeklerinin yumru köklerinden elde edilen mucizevi salep Maraş Dondurması’nı taklit edilmesi imkansız olan bir lezzet, aroma ve kıvam sağlar. Bu dondurma, Ahir Dağı’nın, Ahir Dağı insanlarının bir mucizesidir Mado’nun 4. kuşak temsilcilerinden Mehmet Sait Kanbur; meşhur Maraş dövme dondurmasının sırrını; iyi bir süt (keçi sütü), orkide köklerinden toplanan salep yumruları ve ustalık olarak özetliyor. Orkide köklerinden toplanan salep yumruları önce ipe dizilerek kurutuluyor. Sütle kaynatılan yumrular bir kez daha kurutuluyor. Bu işlem bir kere daha tekrarlanıp kurutulan salep öğütülmeye hazır hale geldiğinde sert ve badem büyüklüğünde oluyor. Süt şekerle karıştırılıp belirli bir ısıda kaynatılıyor. Karışımın hangi kıvamda olmasına karar vermek, mayalanması için ne kadar beklemek gerektiği, belli bir kıvama gelinceye kadar kazanlarda dövülmesi gibi ustalık gerektiren çok önemli ayrıntılar…K.Maraş’ta dondurma, çatal bıçak kullanılarak ve yanında antepfıstıklı tatlılarla yenir. Maraş dondurması öyle sert yapılabiliyor ki, et satırıyla bile zor kesiliyor.

KAHRAMANMARAŞ TARHANASI Tarhana’nın bulunuşuna dair çeşitli rivayetler vardır. En önemli iki rivayet şöyledir:

Yavuz Sultan Selim, Mısır’a sefere giderken uzun müddet soğuğa ve sıcağa dayanacak bir yiyecek bulunmasını ister. Maraş’ın meşhur tarhanası, soğukta donmayan, sıcakta kokmayan taşıması kolay, besleyici bir yiyecek olarak, ordunun en önemli besin maddesi olur.

Diğer bir rivayette şöyle: Genç bir kız sevdiğine hazırladığı pilavı ve yoğurdu, anası gelince birbirine katıp bir yere saklar. Bir gün güneşin altında kalan yoğurtlu pilav kuruyunca Kahramanmaraş’ın meşhur tarhanası ortaya çıkar.

KAHRAMANMARAŞ BİBERİ
 Kahramanmaraş’ta çok uzun yıllardır, acı kırmızı biber üretimi yapılmaktadır. İlimizde biber üretimi ve biber işlemeciliği yaygındır.    iklim yapısından dolayı en iyi kırmızı acı biber Kahramanmaraş’ta yetişir. Bunun yanında Maraş biberi zehirli madde içermez aflatoksinsizdir. İşleme esnasında zararlı katkı maddesi katılmaz. Oysa bazı yörelerde özellikle toz ve yaprak haline getirilmiş biberin içine tuğla tozu, gıda boyası, aşırı oranda tuz ve yağ konularak tüketici yanıltılmakta ve tüketicinin sağlığı ile oynanmaktadır.  Özellikle Türk Herbalit uzmanları tarafından yıllarca ağrı kesici olarak kullanılması tavsiye edilmiş,ve Batıda ise bunu yeni keşfetmiştir. Amerikalı Bilim Adamları, Kahramanmaraş Acı Kırmızı Biberin İçindeki ‘Kapsaisin’ Maddesini Kullanarak Çok Etkili Yeni Bir Ağrı Kesici Ürettiler. Doğum sancılarından diş operasyonlarına kadar birçok alanda kullanılabilecek ilaç, ağrıyı tam olarak keserken hareket ve dokunma kabiliyetini de etkilemiyor. Bugüne dek lokal anestezi işlemlerinde kullanılan “lidokain” ile kombine edilen ve “biber gazı” spreylerinin içinde de bulunan “kapsaisin”den elde edilen ilacın, kronik ağrıları bulunan hastaların günlük hayatlarını da “normal” sürdürmelerine yardımcı olacağı belirtildi. Dr. Story Landis, hastanın “uyuşturmadan” acısını kesen yeni ilaç için “Düşünme, dikkat, koordinasyon ve sinir sisteminin diğer önemli işlevlerini sekteye uğratmadan patolojik ağrıyı yok ediyor” dedi. Diğer uzmanlar da bu yöntemin genel anesteziyi gereksiz kılabileceğini ve birçok ameliyatta hastaların uyanık kalabileceğini söyledi. Şu anda enjeksiyon yöntemiyle uygulanan ilaç, yakında hap şekline de getirilebilir. İlacın şimdilik en büyük sorunu, enjeksiyon anında verdiği yanma hissi ve etki süresi de kısa vadeli olarak acı tadı verdiği için kırmızı biber kapsaisini maddesi ne başka bir maddede ekleyerek acımtırak yerine tatlandırılmış ağrı kesici hapı piyasaya yakında sürülecek. Uzmanlar Maraş biberin birçok hastalığa iyi geldiğini yapılan testlerde acı biberin diğer hastalıklara da ne gibi tepki vereceği konusunda çalışmalar yapmakta..
KAHRAMANMARAŞ EN BÜYÜK 3. ABDULHAMİTHAM CAMİİ Çamlıca’ya yapılması planlanan camiye de ilham kaynağı olan Abdülhamit Han Camisi, 46 metre yüksekliğindeki kubbesi, 81 metre yüksekliğindeki 4 adet minaresi ve 46 bin metrekare kapalı alanıyla Adana’daki Sabancı ve Ankara’daki Kocatepe’den sonra Türkiye’nin 3. büyük camisi olma özelliğini taşıyor. 18 yılda 500 ustanın alın teri döktüğü cami, dünyanın farklı ülkelerindeki sanatseverlerin de ilgisini çekiyor. Hayırseverlerin yardımlarıyla tamamlanan ve geçen yıl ibadete açılan caminin iç mekanına işlenen hat sanatı ise görenleri adeta büyülüyor. Hat işlemesi, bin 800 günde tamamlanan camideki motifler, ortamın maneviyatına adeta ahenk veriyor. Külliye şeklinde inşa edilerek farklı sosyal imkanlara sahip olan cami, kendine özgü tasarımıyla dikkat çekiyor.
KAHRAMANMARAŞ ELBİSTAN Elbistan, Kahramanmaraş iline bağlı en büyük ilçedir. Akdeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinin kesiştiği noktada yer alır. Şehir merkezinin nüfusu yaklaşık olarak 95.000’dir. TÜİK 2014 yılı nüfus sayımına göre tüm ilçe nüfusu köyleriyle birlikte 142.168′ dir.[2] İlçe sınırları Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat Bölümü’nde olup 2547 km² yüz ölçümüne sahiptir. Yaklaşık olarak 37 doğu meridyeni – 38 kuzey paraleli arasında bulunan Elbistan’ın kuzeyinde Darende ve Gürün ilçeleri, güneyinde Nurhak ve Ekinözü, doğusunda Malatya ili, Doğanşehir ve Akçadağ ilçeleri, batısında ise Afşin ve Göksun ilçeleri bulunmaktadır. Şehrin sosyo-ekonomik yapısına bakıldığında insanların çoğunlukla işçilik ve çiftçilik yaparak geçim sağlamakta oldukları görülür. Özellikle kırsal kesimlerde tarım büyük önem arz etmektedir.Şehir çok yakınından doğan ve ortasından geçen Ceyhan Nehri ile ünlüdür. Afşin- Elbistan termik santralleri Türkiye’nin elektrik üretimine önemli bir katkı sağlamaktadır. Şu anda mevcut olan iki santral toplam 17 milyar kwh elektrik üretmektedir. Bölgenin en Büyük şeker fabrikası olan Elbistan Şeker Fabrikası çiftçinin gözbebeğidir. 1993 yılında zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Nuri Taphasanoğlu’nun ceketini imzalayarak “Elbistan İl Oldu” yazmıştı.. Aradan geçen yıllara rağmen Elbistan il yapılmadı. Verilen sözler, atılan imzalar uçup gitti 1970’li yıllardan beri il olma hayali ile yaşayan Elbistan halkı, bu hayalini gerçekleştirmek amacıyla çeşitli defalar birlik olarak bazı çalışmalarda bulunmuştu. 12 Şubat 1993 yılında bu isteğine çok yaklaşan Elbistan, heyette bulunan muhtar Nuri Taphasanoğlu’nun girişimleri ile sevinmişti. Zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Taphasanoğlu’nun ısrarcı davranışları üzerine ceketinin arkasını imzalayarak; “Muhtarım, Elbistan il oldu” yazıp, altını imzalamıştı. 2014 Mart Ayında Kahramanmaraşın Büyükşehir Olması ile birlikte Elbistan Belediyesi Faal Duruma geçmiş hizmet 200 Kilometre uzaklıkta Büyükşehir Belediyesinden gelmek zorunda kalıp eksik hizmet vermekte olunca 24 Ekim 2014 Tarihinde Elbistanlılar tekrar il olma çabalarına STK “lar Siyasi Parti Temsilcileri ile birlikte “Bir Olalım İl Olalım” Platformu Kurdular , Yapılmakta olan Gölbaşı-Nurhak yolu (Kumlu Yolu) ile Elbistan güneydoğu illerinin batıya açılan kapısı olacaktır. Ayrıca Elbistan-Afşin-Sarız yolunun faaliyete geçmesi Elbistan’ın gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır. Elbistan 140.000’i aşan nüfusuyla ve içinde barındırdğı ticaret hacmi ve oluşan sermaye açısından Türkiye’nin 18 ilindenden daha büyük olan ancak il olamamış bir ilçedir. Büyükşehir merkez ilçeleri hariç tutulduğunda Türkiye’nin en büyük 22. ilçe merkezidir. Elbistan, tarihi çok eski dönemlere kadar uzanan bir şehir olup Osmanlı Devleti’ne son katılan beylik olan Dulkadiroğlu Beyliği’ne başkentlik yapmıştır. Beyliğin başkenti ancak 1507’de Elbistan’ın savaşta tamamen yakılmasından sonra Maraş’a taşınmıştır. Osmanlı padişahı II. Murat’ın annesi Emine Hatun Dulkadiroğlu beyi Nasreddin Mehmed Bey’in kızıdır.  Günümüzde çarşı yakınlarında bulunan eski Selçuklu hamamı civarında beylik sarayı kalıntıları bulunduğu bilinmektedir. İlçenin eski kasabası ve şimdi komşu ilçesi olan Ekinözü’nde bulunan doğal içme sularıyla çok çeşitli hastalıklara şifa dağıtılmaktadır. Yatırım potansiyeli olarak daha çok gıda üzerine yoğunlaşılmıştır. Besicilik gelişmiştir ve Türkiye çapında ünlü çoğu markaya et satışı yapılmaktadır. Elbistan Ovası, deniz seviyesinden yaklaşık olarak 1115 m. yükseklikte olup Türkiye’nin 4. büyük ovası olarak oldukça verimli bir arazi yapısına sahiptir. Bu nedenden dolayı tarım ve hayvancılık Elbistan’da çok ilerlemiştir. Türkiye’nin en kaliteli etinin Elbistan’dan çıkması da besiciliğin ne kadar ilerlediğinin bir göstergesidir. Selçuklu dönemi sonrası kurulan Anadolu Türkmen beylikleri devrinin 4 büyük beyliğinden biri olan Dulkadiroğulları beyliği , Dulkadirbey önderliğinde olup Alevi Türkmen beyliğidir.

Kaynak : http://www.bik.gov.tr/abdulhamit-han-camii-hat-sanatiyla-buyuluyor-haberi-14269/

http://www.haberkahramanmaras.com/haber-1227-Tarhana-nin-Bulunus-Hikayesi.html http://lezzetler.com/maras-dondurmasinin-sirri-vt26774 http://tr.wikipedia.org/wiki/Kahramanmara%C5%9F http://tr.wikipedia.org/wiki/Elbistan

KAHRAMANMARAŞ/ ELBİSTAN

 

KAHRAMANMARAŞ’IN TARİHİ

Kahramanmaraş, eski ve halk arasındaki adıyla Maraş, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık on sekizinci şehri. 2014 itibarıyla 1.089.038 nüfusa sahiptir. Kurtuluş Savaşı’nda işgale direnişi nedeniyle TBMM tarafından 5 Nisan 1925’te şehre İstiklal Madalyası verildi. 7 Şubat 1973’te Maraş olan adı, Kahramanmaraş olarak değiştirildi.

Şair Gülten Akın, Maraş halkı için “Adamın su gibi akanıdır Maraşlı” demiştir.[1] Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, ise Seyahatnamesinde Maraş halkı için, “Kelimatları lisan-ı Türkidir ve ekseriya halkı Türkmendir” der.[2] Maraş ve çevresi başta Oğuzların Avşar, Bayat ve Beydili boyları çoğunlukta olmakla birlikte hemen hemen 24 Oğuz boyunun tamamı mevcuttur.

Dövme dondurmasıyla meşhurdur. Kahramanmaraş’ın dövme dondurması yerel şirketlerin azmi ve katkısıyla ünü tüm dünyaya yayılmış ve birçok dünya şehirlerinde dondurma şubeleri açılmıştır. Japonya’dan ABD’ye, Avustralya’dan Dubai’ye kadar birçok ülkede şehrin ve dondurmanın yerel firmalarca tanıtımı yapılmaktadır.74468image1

KAHRAMANMARAŞ DONDURMASSININ TARİHİ

Kahramanmaraş ve çevresi yaylalık, ormanlık ve su kaynakları ile dopdolu olduğundan, Osmanlılar Dönemine kadar en güzel sahleplerin bu bölgelerde yetiştiği malumdur. Yaylalık alanlar sayesinde en kaliteli davar (keçi) sütünün de bu bölgede olduğu tespit edilmiştir.
Sütle sahlep karıştırılarak sıcak olarak keyif verici ideal bir içecek olarak da kullanılır. Cumhuriyet döneminden sonra Ahir Dağı’ndan katır sırtında getirilen karlarla süt ve sahlepin dondurularak yenmesi Kahramanmaraş Dondurmacılığının gelişmesinin esasını teşkil eder.
Konum itibari ile Kahramanmaraş sıcak bir iklim kuşağındadır.
Bertiz köylüleri kışın yağan karların bir kısmını Ahir Dağı tepesindeki çukurluk alanlara doldurarak üzerlerini kapamışlar. Yaz aylarında kar üzerine pekmez dökülerek, ya da yoğurt karıştırılarak “Şıralı Karsambaç”, “Yoğurtlu Karsambaç” olarak yenmiştir. Bu durum Osmanlılar döneminde de önemini korumuştur.
Eskiden insan sayısının az olması, fabrikaların azlığı ve havaya yayılan dumanların düşük olması, soba sayısının ve her türlü ısınma araç ve gereçlerinin azlığından dolayı tabiattaki hava soğukluğunu daha da fazla koruduğundan 25-30 yıl önceleri daha çok kar yağıyor ve geç eriyordu.
Şimdi ise ısınma daha fazla olduğundan karlar daha çabuk erimektedirler. Bundan dolayı kar biriktirme ve depolama zor olmaktadır. Zaten teknik imkanlar da geliştiğinden karların yerini soğutma sistemleri alarak dondurmacılığa geçilmiştir.
Kahramanmaraş Dondurması’nın Özellikleri Maraş’ı kuşatan Ahir Dağı’nın Yüksek yamaçlarında bu coğrafyaya özgü kekik, keven, sümbül ve çiğdem gibi çiçeklerle beslenen keçilerin eşsiz kıvam ve aromaya sahip sütleri ve olağanüstü bir cömertlikle topraktan fışkıran yabani orkide çiçeklerinin yumru köklerinden elde edilen mucizevi salep Maraş Dondurması’nı taklit edilmesi imkansız olan bir lezzet, aroma ve kıvam sağlar. Bu dondurma, Ahir Dağı’nın, Ahir Dağı insanlarının bir mucizesidir
Mado’nun 4. kuşak temsilcilerinden Mehmet Sait Kanbur; meşhur Maraş dövme dondurmasının sırrını; iyi bir süt (keçi sütü), orkide köklerinden toplanan salep yumruları ve ustalık olarak özetliyor.
Orkide köklerinden toplanan salep yumruları önce ipe dizilerek kurutuluyor. Sütle kaynatılan yumrular bir kez daha kurutuluyor. Bu işlem bir kere daha tekrarlanıp kurutulan salep öğütülmeye hazır hale geldiğinde sert ve badem büyüklüğünde oluyor. Süt şekerle karıştırılıp belirli bir ısıda kaynatılıyor.
Karışımın hangi kıvamda olmasına karar vermek, mayalanması için ne kadar beklemek gerektiği, belli bir kıvama gelinceye kadar kazanlarda dövülmesi gibi ustalık gerektiren çok önemli ayrıntılar…K.Maraş’ta dondurma, çatal bıçak kullanılarak ve yanında antepfıstıklı tatlılarla yenir. Maraş dondurması öyle sert yapılabiliyor ki, et satırıyla bile zor kesiliyor.

KAHRAMANMARAŞ TARHANASI

Tarhana’nın bulunuşuna dair çeşitli rivayetler vardır. En önemli iki rivayet şöyledir:

Yavuz Sultan Selim, Mısır’a sefere giderken uzun müddet soğuğa ve sıcağa dayanacak bir yiyecek bulunmasını ister. Maraş’ın meşhur tarhanası, soğukta donmayan, sıcakta kokmayan taşıması kolay, besleyici bir yiyecek olarak, ordunun en önemli besin maddesi olur.

Diğer bir rivayette şöyle:
Genç bir kız sevdiğine hazırladığı pilavı ve yoğurdu, anası gelince birbirine katıp bir yere saklar. Bir gün güneşin altında kalan yoğurtlu pilav kuruyunca Kahramanmaraş’ın meşhur tarhanası ortaya çıkar.

KAHRAMANMARAŞ BİBERİ

Kahramanmaraş’ta çok uzun yıllardır, acı kırmızı biber üretimi yapılmaktadır. İlimizde biber üretimi ve biber işlemeciliği yaygındır.    iklim yapısından dolayı en iyi kırmızı acı biber Kahramanmaraş’ta yetişir. Bunun yanında Maraş biberi zehirli madde içermez aflatoksinsizdir. İşleme esnasında zararlı katkı maddesi katılmaz.

Oysa bazı yörelerde özellikle toz ve yaprak haline getirilmiş biberin içine tuğla tozu, gıda boyası, aşırı oranda tuz ve yağ konularak tüketici yanıltılmakta ve tüketicinin sağlığı ile oynanmaktadır.  Özellikle Türk Herbalit uzmanları tarafından yıllarca ağrı kesici olarak kullanılması tavsiye edilmiş,ve Batıda ise bunu yeni keşfetmiştir.
Amerikalı Bilim Adamları, Kahramanmaraş Acı Kırmızı Biberin İçindeki ‘Kapsaisin’ Maddesini Kullanarak Çok Etkili Yeni Bir Ağrı Kesici Ürettiler.
Doğum sancılarından diş operasyonlarına kadar birçok alanda kullanılabilecek ilaç, ağrıyı tam olarak keserken hareket ve dokunma kabiliyetini de etkilemiyor.
Bugüne dek lokal anestezi işlemlerinde kullanılan “lidokain” ile kombine edilen ve “biber gazı” spreylerinin içinde de bulunan “kapsaisin”den elde edilen ilacın, kronik ağrıları bulunan hastaların günlük hayatlarını da “normal” sürdürmelerine yardımcı olacağı belirtildi.

Dr. Story Landis, hastanın “uyuşturmadan” acısını kesen yeni ilaç için “Düşünme, dikkat, koordinasyon ve sinir sisteminin diğer önemli işlevlerini sekteye uğratmadan patolojik ağrıyı yok ediyor” dedi.

Diğer uzmanlar da bu yöntemin genel anesteziyi gereksiz kılabileceğini ve birçok ameliyatta hastaların uyanık kalabileceğini söyledi. Şu anda enjeksiyon yöntemiyle uygulanan ilaç, yakında hap şekline de getirilebilir.

İlacın şimdilik en büyük sorunu, enjeksiyon anında verdiği yanma hissi ve etki süresi de kısa vadeli olarak acı tadı verdiği için kırmızı biber kapsaisini maddesi ne başka bir maddede ekleyerek acımtırak yerine tatlandırılmış ağrı kesici hapı piyasaya yakında sürülecek.
Uzmanlar Maraş biberin birçok hastalığa iyi geldiğini yapılan testlerde acı biberin diğer hastalıklara da ne gibi tepki vereceği konusunda çalışmalar yapmakta..

KAHRAMANMARAŞ EN BÜYÜK 3. ABDULHAMİTHAM CAMİİ

Çamlıca’ya yapılması planlanan camiye de ilham kaynağı olan Abdülhamit Han Camisi, 46 metre yüksekliğindeki kubbesi, 81 metre yüksekliğindeki 4 adet minaresi ve 46 bin metrekare kapalı alanıyla Adana’daki Sabancı ve Ankara’daki Kocatepe’den sonra Türkiye’nin 3. büyük camisi olma özelliğini taşıyor.
18 yılda 500 ustanın alın teri döktüğü cami, dünyanın farklı ülkelerindeki sanatseverlerin de ilgisini çekiyor.
Hayırseverlerin yardımlarıyla tamamlanan ve geçen yıl ibadete açılan caminin iç mekanına işlenen hat sanatı ise görenleri adeta büyülüyor. Hat işlemesi, bin 800 günde tamamlanan camideki motifler, ortamın maneviyatına adeta ahenk veriyor. Külliye şeklinde inşa edilerek farklı sosyal imkanlara sahip olan cami, kendine özgü tasarımıyla dikkat çekiyor.

KAHRAMANMARAŞ ELBİSTAN

Elbistan, Kahramanmaraş iline bağlı en büyük ilçedir. Akdeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinin kesiştiği noktada yer alır. Şehir merkezinin nüfusu yaklaşık olarak 95.000’dir. TÜİK 2014 yılı nüfus sayımına göre tüm ilçe nüfusu köyleriyle birlikte 142.168′ dir.[2]

İlçe sınırları Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat Bölümü’nde olup 2547 km² yüz ölçümüne sahiptir. Yaklaşık olarak 37 doğu meridyeni – 38 kuzey paraleli arasında bulunan Elbistan’ın kuzeyinde Darende ve Gürün ilçeleri, güneyinde Nurhak ve Ekinözü, doğusunda Malatya ili, Doğanşehir ve Akçadağ ilçeleri, batısında ise Afşin ve Göksun ilçeleri bulunmaktadır.

Şehrin sosyo-ekonomik yapısına bakıldığında insanların çoğunlukla işçilik ve çiftçilik yaparak geçim sağlamakta oldukları görülür. Özellikle kırsal kesimlerde tarım büyük önem arz etmektedir.Şehir çok yakınından doğan ve ortasından geçen Ceyhan Nehri ile ünlüdür. Afşin- Elbistan termik santralleri Türkiye’nin elektrik üretimine önemli bir katkı sağlamaktadır. Şu anda mevcut olan iki santral toplam 17 milyar kwh elektrik üretmektedir. Bölgenin en Büyük şeker fabrikası olan Elbistan Şeker Fabrikası çiftçinin gözbebeğidir.

1993 yılında zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Nuri Taphasanoğlu’nun ceketini imzalayarak “Elbistan İl Oldu” yazmıştı.. Aradan geçen yıllara rağmen Elbistan il yapılmadı. Verilen sözler, atılan imzalar uçup gitti 1970’li yıllardan beri il olma hayali ile yaşayan Elbistan halkı, bu hayalini gerçekleştirmek amacıyla çeşitli defalar birlik olarak bazı çalışmalarda bulunmuştu. 12 Şubat 1993 yılında bu isteğine çok yaklaşan Elbistan, heyette bulunan muhtar Nuri Taphasanoğlu’nun girişimleri ile sevinmişti. Zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Taphasanoğlu’nun ısrarcı davranışları üzerine ceketinin arkasını imzalayarak; “Muhtarım, Elbistan il oldu” yazıp, altını imzalamıştı.

2014 Mart Ayında Kahramanmaraşın Büyükşehir Olması ile birlikte Elbistan Belediyesi Faal Duruma geçmiş hizmet 200 Kilometre uzaklıkta Büyükşehir Belediyesinden gelmek zorunda kalıp eksik hizmet vermekte olunca 24 Ekim 2014 Tarihinde Elbistanlılar tekrar il olma çabalarına STK “lar Siyasi Parti Temsilcileri ile birlikte “Bir Olalım İl Olalım” Platformu Kurdular ,

Yapılmakta olan Gölbaşı-Nurhak yolu (Kumlu Yolu) ile Elbistan güneydoğu illerinin batıya açılan kapısı olacaktır. Ayrıca Elbistan-Afşin-Sarız yolunun faaliyete geçmesi Elbistan’ın gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır. Elbistan 140.000’i aşan nüfusuyla ve içinde barındırdğı ticaret hacmi ve oluşan sermaye açısından Türkiye’nin 18 ilindenden daha büyük olan ancak il olamamış bir ilçedir. Büyükşehir merkez ilçeleri hariç tutulduğunda Türkiye’nin en büyük 22. ilçe merkezidir.

Elbistan, tarihi çok eski dönemlere kadar uzanan bir şehir olup Osmanlı Devleti’ne son katılan beylik olan Dulkadiroğlu Beyliği’ne başkentlik yapmıştır. Beyliğin başkenti ancak 1507’de Elbistan’ın savaşta tamamen yakılmasından sonra Maraş’a taşınmıştır. Osmanlı padişahı II. Murat’ın annesi Emine Hatun Dulkadiroğlu beyi Nasreddin Mehmed Bey’in kızıdır.  Günümüzde çarşı yakınlarında bulunan eski Selçuklu hamamı civarında beylik sarayı kalıntıları bulunduğu bilinmektedir.

İlçenin eski kasabası ve şimdi komşu ilçesi olan Ekinözü’nde bulunan doğal içme sularıyla çok çeşitli hastalıklara şifa dağıtılmaktadır. Yatırım potansiyeli olarak daha çok gıda üzerine yoğunlaşılmıştır. Besicilik gelişmiştir ve Türkiye çapında ünlü çoğu markaya et satışı yapılmaktadır. Elbistan Ovası, deniz seviyesinden yaklaşık olarak 1115 m. yükseklikte olup Türkiye’nin 4. büyük ovası olarak oldukça verimli bir arazi yapısına sahiptir. Bu nedenden dolayı tarım ve hayvancılık Elbistan’da çok ilerlemiştir. Türkiye’nin en kaliteli etinin Elbistan’dan çıkması da besiciliğin ne kadar ilerlediğinin bir göstergesidir.

Selçuklu dönemi sonrası kurulan Anadolu Türkmen beylikleri devrinin 4 büyük beyliğinden biri olan Dulkadiroğulları beyliği , Dulkadirbey önderliğinde olup Alevi Türkmen beyliğidir.

 

Kaynak : http://www.bik.gov.tr/abdulhamit-han-camii-hat-sanatiyla-buyuluyor-haberi-14269/

http://www.haberkahramanmaras.com/haber-1227-Tarhana-nin-Bulunus-Hikayesi.html

http://lezzetler.com/maras-dondurmasinin-sirri-vt26774

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kahramanmara%C5%9F

http://tr.wikipedia.org/wiki/Elbistan

 

 

 

RUSLARIN UYKUSUZLUK DENEYİ

1940′ların sonlarında Rus araştırmacılar 5 insanı 15 gün boyunca tetikleyici gazlarla uyanık tuttular. Oksijen seviyesinin dikkatlice kontrol edildiği odalarda kalıyorlardı. Böylece gaz onları öldürmüyordu, eğer toksit seviyesine ulaşmazsa. Kamera sistemleri kapatılmıştı, yani onları izleyebilmek için sadece mikrofonlar ve 5 inçlik kamara penceresine benzeyen gözlem camları vardı. Oda kitaplarla, yataksız karyolalarla, su ve tuvaletle, ayrıca 5′ine de 1 ay yetecek kadar yiyecekle doluydu.
Denekler 2. Dünya Savaşı’nda düşman olarak kabul edilmiş politik tutsaklardı.

Her şey ilk 5 gün iyi gidiyordu; denekler 30 gün boyunca uyumadan teste dayanırlarsa serbest bırakılacakları konusunda anlaşmılardı. Günden güne onların her hareketlerini ve aktivitelerini izlerlerken giderek geçmişlerindeki travmatik olayları konuştuklarını fark ettiler. 4 gün boyunca bu durum giderek karanlık bir görünüme ulaştı.

5 günden sonra, Koşullar hakkında şikâyet etmeye ve onları yönetenlerin nerede olduğunu araştırmaya başladılar. Birbirleriyle konuşmayı kestiler ve mikrofonlarla tek taraflı camlara fısıldamaya başladılar. İşin garibi, bu deneyi diğer deneklerin üzerlerinden kazanabileceklerini düşünmeye başladılar. Araştırmacılar başta bunun gazın bir yan etkisi olduğunu düşündüler…
9 günden sonra ilk denek çığlık atmaya başladı. 3 saat boyunca, ciğerlerinin üzerinden odanın içinde koşarak bağırdı. Denek bağırmaya devam ediyordu ama bazen sadece çıkan ses bir kaç ciyaklamadan başka bir şey değildi. Araştırmacılar, deneğin ses tellerini parçaladığını ileri sürdüler. Daha ilginç olan şeyse diğer deneklerin buna nasıl tepki verdiği… ya da tepki vermedikleri… 2. denek çığlık atmaya başlayana kadar hepsi mikrofonlara fısıldamaya devam etti. Diğer çığlık atmayan denekler kitapları parçalara ayırdı, sayfaları tek tek yüzlerine sürüp sakince gözlem camlarına yapıştırdıklarında, çığlıklar hemen kesildi. Yani, mikrofonlara devam.
3 gün daha geçti. İçerideki 5 deneğin hiç sesi gelmediğini düşündüklerinde araştırmacılar mikrofonları çalışıyorlar mı diye saat başı kontrol ediyorlardı. Odadaki oksijen seviyesi, hepsinin hayatta kalabileceğini göstermişti. Aslında 5 denek ağır egzersizler yapınca oksijen seviyesi düşüyordu. 14. günde araştırmacılar deneklerden hiç bir veri alamayınca odaya girmeye karar verdiler. Onların ölmüş olmalarından endişeleniyorlardı. Veya bir sebzeye(hareketsiz) dönüştüklerini…
Anons ettiler: “Mikrofonları kontrol etmek için içeri giriyoruz, kapılardan uzak durun ve yere yatın. Aksi hâlde vurulacaksınız. İtaat edeninizden birisi özgürlüğüne hemen kavuşacak.”

İçeriden sakin bir Ses cevap verince şaşırdılar: “Artık özgür olmak istemiyoruz.”  Bir tartışma askeri güçler ve araştırmacılar arasında patlak verdi. Daha fazla tepki alıp kışkırtmamak için sonunda 15. günün gece yarısı odanın kapısının açılmasına karar verildi. Oda birden temiz havayla doldu ve uyarıcı gaz dışarı boşaldı. Mikrofonlar anında çalışmaya başladı. 3 farklı ses yalvarmaya başladı, onları bekleyenler ve sevdiklerinin üzerlerine. Odanın içine askerler denekleri almak için gönderildi. Şimdiye kadarki en yüksek çığlıklarını askerler de içeride ne olduğunu görünce attılar. 5 denekten 4′ü hâlâ yaşıyordu, buna rağmen hiç kimse bunun “hayatta” kalmak olduğunu söyleyemedi.
Yiyecek erzaklarına çok dokunulmamıştı. Ölü deneğin kalçasında ve göğsünde topat topak doldurulmuş et vardı. Odanın ortasındaki giderin üstünde duruyordu, suyun geçmesini engellediği için oda 4 inç suya kaplanmıştı. Aslında kan olan suyun ne kadar fazla olduğu asla fark edilememişti.(geceyarısı sonuçta) “Kurtulan” 4 denek uzamış sakallara ve yırtık derilere sahipti. Tırnaklarındaki parçalar bu yaraları kendilerinin yaptıklarını gösteriyordu. Araştırmacıların düşündüğü gibi dişlerle değil… Yaralar ve oyukların açıları, konumları hepsini kendilerinin yapmadığını gösteriyordu.

Karın bölgesindeki organlar ve kaburgaları 4 deneğinin de ortadan kaldırılmıştı. Kalp, akciğerler ve diyafram yerine, deri ve kaburgaya bağlı kasların çoğu akciğerlerle beraber göğüs kafesinin dışına sarkmıtı. Kan damarları ve organlar sağlam kalsa da, diğerlerini çıkarıp yere atmışlardı ve havalandırıyorlardı. Fakat denekler hâlâ yaşıyorlardı. Dördünün de sindirim sistemleri yiyecekleri sindirilirken görülebiliyordu. Günler sonra yiyecekleri dışarı attıklarında aslında onların kendi etleri olduğu ortaya çıktı. Çoğu asker Rus özel tesislerinde çalışmıştı fakat hepsi de denekleri o odaya girip kaldırmayı reddetti. Askerler odadan çıkarılmaları için yalvarıp bağırırken gaz geri geldi, uykuya daldılar…

Deneklerin odadan çıkarılmamak için verdikleri mücadele herkesi çok şaşırttı. Bir Rus asker boğazı söküldüğü için öldü, başka bir diğeri ise testisleri koparıldığı ve bacağı deneklerden birinin dişleriyle kemirildiği için yaralandı. Diğer 5 asker ise hayatlarını haftalarca intihar etmeye çalışarak kaybettiler.
Yaşayan 4 denekten birinin dalağı patladı ve dışarı doğru kanamaya başladı. Tıbbi araştırmacılar onu sakinleştirmeye çalıştılar ama bu imkansızdı. Bir insanın alabileceği mofinden daha fazla almasına rağmen hâlâ köşeye sıkışmış bir hayvan gibi mücadele ediyordu ve bir doktorun koluyla kaburgasını kırdı. Kalbi son hızına 2 dakika boyunca ulaşıp atarken dolaşım sisteminde kandan daha fazla hava vardı. Kalbi durduğunda bile bağırmaya devam etti ve kendini 3 dakika boyunca dövdü. Herkese saldırıp “DAHA FAZLA” kelimelerini tekrar ederken gittikçe güçsüzleşti, yavaşladı ve sessizce yere yığıldı.
Sağ kalan 3 denek tam donanımlı bir tıp merkezine taşındı. Sağlam ses telleri olan 2 denek uyanık kalabilmek için daha fazla gaz talep ediyorlardı…
Deneyin organlarını tekrar yerleştirme aşamasında sakinleştirici ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmış olduğu keşfedildi. Bağlamış olduğumuz iplre karşı öfkeli bir şekilde dayandı.En sonunda 4 inçlik deri bağı yırtmayı başardı.Hatta o bileği 200 poundluk bir asker tuttuğu halde.Onu normale getirmek için normalden biraz daha fazla anestezi kullandık. ve gözlerinin kapandıığını gördük. Kalbi durmuştu. Otopsi testlerinin sonuçları onun kanının içindeki oksijen sayısının 3 katını tespit ettik. Kasları o kadar iskeletine sıkıştırılmıştı ki karşı vermeye çalışırken 9 kemiğini kırdığını tespit ettik.

2. Hayatta kalan ise 5 kişinin arasında ilk çığlık atanlardandı. Vokal kayıtları yok edilmişti.Yalvaracak durumda değildi, tek yapabildiği kafasını düzensiz bir şekilde haraket ettirmekti.Tabii bunlar anestezi gazı ile oluşan sonuçlardı.Bir sonraki ameliyat anestezi gazı kullanmayarak denedik. Organlarını yerleştirirken 6 saat boyunca hiç tepki vermedi. Ameliyat terkar tekrar denetlendi çünkü hastanın hayatta kalmasını sağlamamız gerekirdi. Bir hemşire hastanın ağzı kıvrılarak gülümseye döndüğüne şahit olmuş bir kaç kere.

Ameliyat hastanın yüksek sesle mırıldanmasıyla sona erdi. Çırpınarak aynı zamanda konuşmaya çalışıyordu. Ona kalem ve kağıt verdik ki bize ne istediğini söyleyebilsin. Ve mesajı. “Kesmeye devam et.”

Diğer iki denek aynı ameliyatda yapıldı. İkiside anestetik gazı verilmeden.En azından onları felç edicek bir ilaç verdik ameliyatın sonuna kadar. Ameliyat imkansızdı çünkü iki hastada gülüp duruyordu.Bir kere felç olan hastaların izleyeceği tek yol araştırmacıları gözleri ile izlemekti. Tekrar konuşabilecekleri zaman bize canlandırıcı gaz istediklerini söylemişlerdi.Araştırmacılar onlara niye kendinize zarar verdiklerini sormaya çalıştılar.Neden kendi bağırsaklarını parçaladıklarını ve tekrar gaz verilmesini istediklerini sordular.

Tek cevap şuydu. “Uyanık kalmam gerek.”
BÜtün üç deneklerin bağları güçlendirilmişti ve onlarla ne yapılacağına karar verene kadar bekleme odasına geri konulmuştu. Komutan tekrar gaz verildiğinde ne olucağını merak ediyordu.Araştırmacılar buna itiraz etti ama kimse dinlemedi.
Odanın içinde tekrar mühürlenmeye hazırlanan denekler EEG monitörüne bağlıydı. Ve herkese süpriz olan şey tekrar gazlanıcaklarını duyduklarında çırpınmayı bıraktıklarıydı. Bu çok açıktı ki 3 ü uyanık kalmakta kendilerini zorluyor gibidiler. Bir tanesi sesli mırıldanarak konuşmaya çalşıyordu. Diğer denekler kafasını yastığa dayamıyor ve sürekli göz kırpmaya çalışıyordu. EEG monitöründe beyin dalgaları şaşırtıcıydı. Kağıt raporlarına bakarken bir hemşire hastalardan birisinin kafasını yastığa vurduğu anda gözlerinin kapandığını fark etti. Beyin dalgaları direk Derin uykuya girdiğini gösteriyordu. Sonra tekrar eski durumuna döndü. Döndüğü anda ise kalbi durmuştu.

Tek kalan denek ise tekrar mühürlenmek için çığlık atmaya başladı. Beyin dalgaları tıpki uykudan ölen deneğinki gibi oldu. Komutan 2 deneğin tekrar mühürlenmesini emretti. Yanlarında olan 3 araştırmacıyıda mühürleme emiri verildi. Üçünden birisi silahını çekip komutanı vurdu. Sonra sessiz olan deneğe silahı doğrulltu ve beynini dağıttı.
Silahı son kalan deneğe doğrulttu.”Bu şeylerle aynı yerde kilitlenmiyeceğim!Seninle değil!” Adama çığlık attı. “NESIN SEN!?” “Bilmek zorundayım!”
Denek gülümsedi.
“Bu kadar kolaymı unutun?” Diye sordu denek. “Biz siziz. Biz sizin içinizde yatan deliliğiz, Her anda serbest olmayı bekleyen çılgın hayvanlarız.Biz yatağınızın altında saklananlarız.”
Araştırmacı durdu. Sonra silahı deneğin kalbine doğrultup ateş etti. Denek ölmek üzereyken, “Nerde..yse .. özgür…” dedi.

 

KAYNAK: http://www.masqlen.com/rus-uyku-deneyleri-18.html

REKLAM NEDEN YAPILIR?

 Son dönem içerisinde internet platformunun reklam ortamı olarak artan önemi ile birlikte, bilgisayarın ve internetin yaşamımızda giderek yaygınlaşması, iletişim ve pazarlama ağlarında olağan üstü bir hız ve erişim sağlamıştır.

 Reklamın yapılmasındaki temel nedenleri nedenlerini incelediğimiz de bunlar; bilgilendirmek, kurumsal kimliğin pazar ve müşteriler üzerindeki etkisini devam ettirmek, markanın ve imajın varlığını pekiştirmek ve pazarı ürüne veya hizmete olan eğilimini arttırmak olabilir. Farklı  bir bakış açısıyla, tanıtım pazarlama içerisinde doğrudan satış veya kar sağlamayı hedefleyen  bir iletişim aracıdır.

 Elimizdeki verilere göre reklam; hedef kitleyi, işletmemize ait ürünlerin veya hizmetlerin  farkında olmasına, verdiğimiz iletinin anlaşılmasına, satın alma isteği yaratarak pazarın talebini   kendi ürün ve hizmetimize yöneltmeyi amaçlar. Reklamın etkileri üzerinden beklenen gerçek amaç,  işletmenizin pazara ulaştırdığı ürünlerin ve hizmetlerin satılmasını sağlamak ve bu satışların  pazar üzerinde ki sürekliliğini ve talebini arttırmaktır.

İşletmeniz için bir reklam kampanyası düzenlemenin ortak amaçları aşağıdaki gibidir :

– Pazara ve hedef kitleye bilgi ulaştırmak, ürün veya hizmeti hatırlatmak ve satışa ikna etmek.

– İşletmenize ait ürün veya hizmetin satışını sağlamak.

– Bayilik ağınızın, toptan ve perakendeci satıcıların verimlerini arttırmak ve yardımcı olmak.

– Alışkanlıkları ve tüketim değerlerini verimli kılmak ve değiştirmek.

– Kurumsal kimliğinizin piyasa ve pazar üzerinde oluşan imajını doğrulamak veya değiştirmek.

– Yanlış ve kalitesiz iletişim yollarından kaynaklanan önyargı, olumsuz izlenimler ve yanlışları düzeltmek.

– Pazar payı üzerinde artış sağlayıp, kitle üzerinde egemen olmak.

– Satılan ürünün, hizmetin ve işletmenizin saygınlığını korumak.

– Tüketiciyi, dağıtım kanallarınızı ve organizasyon yapınızı bilinçlendirmek ve eğitmek, böylece işletmenizin prestiji üzerinde olumlu kanı oluşturmak.

Kaynak: http://blog.reklam.com.tr/genel/reklam-neden-yapilir-2/80/

HALKLA İLİŞKİLER MODELLERİ

 

“Halkla ilişkiler; bir organizasyon ile hedef kitle arasındaki iletişim yönetimidir.”
Gruning

 

1)Basın Ajansı Tanıtım Modeli
Bu modelin amacı kamunun ilgisini çekerek tanıtımın yapılmasıdır. Temsilcisi uydurma haberleriyle ünlü P.T. Barnum’dur. Barnum Kamuoyunun ilgisini çekebilmek için birçok yola başvurmuştur çünkü Barnum’a göre basında yer almak asıl amaçtır.Abartılı haberlerle basının insanların dikkatini çekmeye çalışan ve gündemde kalmayı amaçlayan P.T. Barnum ilk defa tanıtım amaçlı afişlerde de yararlanır. Bu dönemde afişlerin hazırlanmasıyla reklamcılık gelişmiş basınla ilişikilere önem verilmiştir.
Propagandaya benzeyen çalışmlarda dürüstlük önem taşımaz;Barnum’a göre kötü tanıtım yoktur. Bu modelde tek yönlü iletişim vardır. Eğlence yöneticisi Barnum abartılı şovlarla basında yer almak kamuoyunu etkileyen olaylar yaratmak amacındaydı. Sirki olan barnum o dönemin ünlü ses sanatçılarını en büyük hayvanlarını(fil Jumbo) sergilemek gibi farklı gösteriler sunmuştur.

Barnum’un Örnek olayları ;
Yaşlı Hizmetçi olayı: G.Washington un hizmetkarı olan Joice Helt in 161 yaşında olduğunu iddia etmiş ve onu görmeye gelenlerden ücrete almıştır.

General Tom Thumb: P.T. Barnum cüce olan Charless Stratton şovlarda dans ettirip şarkı söyleterek büyük bir şöhrete kavuşturmuştur. Ve ona General Tom Thumb adını vermiştir.

Fiji’li Deniz Kızı: Fiji adası yakınlarında yakaladığını iddia ettiği bir deniz kızını New York’a getirmiştir.Çok çirkin olduğu söylenen bu bu kanı çok güzel göstermiş ve müzede sergilemiştir.

2)Kamuyu Bilgilendirme Modeli
Bu modelde esas amaç kamunun bilgilendirilmesidir.Gerçekler tam anlamıyla basınla paylaşılmalıdır ve kamuoyu aydınlatılmalıdır.Yine tek yönlü iletişim vardır. Bu modelin temsilcisi Ivy Lee ‘dir. Bu modelin kullanıcılar basın sözcüsü gibi çalışırlar.Bu modelde dürüstlük temel alınmıştır.

3)Çift Yönlü Asimetrik Model
Bu modelle birlikte Halkla ilişkilerin ilk temlleri atılmaya başlanmıştır.Burda kamuoyuna verilen mesajların ikna etmeye yönelik olması önem taşır.Sigmund Freud ‘un yeğeni Edward Bernays halkla ilişkilerile psikoloji arasında bir bağ kurarak bilimsel verilerle ikna sürecini gerçekleştirmeyi amaçlar. Bernays halkla ilişkilere farklı bir bakış açısı getirmiştir.
Asimetrik modelde tek yönlü iletişim akışı vardır.Sadece kurumun açısında dışarıya bakılır karşı tarafın görüşü dikkate alınmaz ve dışarıdan bilgi gelmez.Bu modelde hedef kitlenin düşünceleri görüşleri alınır ancak bu bilgiler hedef kitleyi elde edilen veriler doğrultusunda etkileyebilmek için kullanılır. Burada amaçlanan feedback sonucu davranışda değişiklik yapmaktır.
Bernays Halkla ilişkiler danışmanlığı mesleki açıdan açıklamıştır ; bu açıklamaya göre Halkla ilişkiler danışmanı müşteri ve hedef kitle arasında iletişimi sağlar kamuoyu oluşturur ve danışmanlığını yaptığı kişinin davranışlarını şekillendirir.Buna örnek olarak Ivy Lee nin Rockefeller’a danışmanlık yaparak halkın gözündeki imajını değiştirmesini gösterebiliriz.
4)İki Yönlü Simetrik Model
Günümüz Halkla İlişkilerine en yakın modeldir. Bu modelle birlikte araştırma ve sonuçlar daha da önem kazanmıştır. İki yönlü simetrik model hedef kitlenin görüşlerini değerlendirmesi ve kuruluşun sosyal sorumluluğunu uygulaması açısından ,21.yüzyılın çağdaş halkla ilişkiler anlayışını orta koymaktadır. Bernays’a göre halkla ilişkiler tek yönlü bir yol değildir, halkla ilişkiler liderler ve kamuoyunun birbirine entegre olduğu amaç ve hedefler kamu ve özel çıkarların kesişmesine dayandığı iki yönlü bir yoldur. Halkla ilişkiler danışmanı kamuya karşı sorumluluklarını unutmamalıdır der.
Bir ürünün pazarlanmasına katkıda bulunmak veya yasamayı etkilemek amacıyla halkla ilişkiler iki yönlü simetrik modeli kullanılabilir.
Halkla ilişkiler bir kuruluşun hedef kitlesine yönelik olarak verilen bilgilerin ve fikirlerin yorumlanması ve iletişimidir.Hedef kitleden kuruluşa yönelik olarak belirlenen fikir kanaat bilgilerin yorumlanması ve iletişim her ikisini de uyumlu hale getirme çabasındadır der Cutlip ve Center. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi hedef kitlenin görüş ve düşünceleri dikkate alınmalı iki yönlü bir iletişim kurulmalı ve uyumlu hale getirilmelidir. Kuruluşlar hedef kitleden aldıkları bilgileri değerlendirerek kuruluşu halkın istediği biçimde düzenlerler. Kuruluş ve hedef kitle arası uyum iletişim bu modelin amacıdır.
Bu modeli uygulayan kuruluşlar halkla ilişkiler çalışmaları ile olumsuz imajı en düşük seviyeye getirmeyi amaçlarlar. Bu da sosyal sorumluluk ile sağlarlar. Halkla ilişkiler hedef kitle kuruluş arasındaki bir köprüdür iki yönlü iletişimle uyum sağlamaktır.
Bu modelde en çok üzerinde durulan kavram sosyal sorumluluktur.

KAYNAK: https://gzmoncl.wordpress.com/2012/12/04/halkla-iliskiler-modelleri/