ERZURUM/İSPİR

ERZURUM

erzurum_468812 Bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerde, daha önce tarihin çeşitli dönemlerinde Karin, Karna, Garin, Kornoi, Kalai ve Karnak şeklinde isimlendirilen bir şehir bulunduğu bilinmektedir. Yine aynı tarih dönemlerinde Erzurum Ovasının batı bölümünde Erzen, Erzeron isimli bir şehrin var olduğu tarihi kaynaklarla sabittir.

Bizanas İmparatorlarından II. Teodosious (M.S. 408-450) zamanında Erzurum Ovasını doğudan gelen İran saldırılarından korumak amacıyla, Karin şehrine hakim bir tepe üzerinde bir kale inşa edilmiş olup, kale içindeki şehre de imparatorun adına izafeten Teodosiopolis adı verilmiştir. Bugünkü Erzurum şehrinin yerinde kurulmuş olan Karin (sonradan Teodosiopolis ) ile Erzurum Ovasının batı bölümündeki Erzen şehri iki ayrı şehirdir.

Bizans kaynaklarında Teodosipolis olarak geçen şehre, Araplar Kalikala adını vermişlerdir. Kalikala Arapçada Kalinin ihsanı; anlamına gelmektedir. Arap tarihçilerden Belazuri (ölümü 892) ye göre, şehir bu adını kurucusundan almıştır. Bizans döneminde bölgeyi ele geçiren bir beyin karısı olan Kali, bir şehir yaptırmış ve şehre de Kalikala adını vermiştir. Araplar bu isim kendilerine göre Kalikala şehrinde kullanmışlardır.

M.S.1048 de Doğu Anadoluyu fethetmek üzere Bizans topraklarına giren Selçuklu Türkleri , Yinal oğlu İbrahim Bey komutasında, ovanın batısında ki Erzen (Arze) i zaptetmişlerdir. Erzen’in bu kuşatmada bi harabe halini almasından sonra, geride kalanlar bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerdeki Kalikalaya sığınmışlar ve şehre de Erzen adı vermişlerdir. Saldırılar sonucunda harap olmuş asıl Erzen şehrine ise Türkler , Kara Erzen demişlerdir. Bu isim zamanla halk dilinde Kara Arza, Kara Arz ve nihayet Karaz şeklinde söylene gelmiştir.

Erzurumla ilgili muhtelif tarihi metinlerde, kitabelerde ve basılan paralarda Erzi-i Rum, Erzen-ir Rum , Arz-ı Rum isimleri kullanılmıştır. Erzurum adı bu isimlerin halk dilinde kullanılmasına göre şekil almış ve günümüze kadar gelmiştir.

KURTULUŞ SAVAŞI´NDA
ERZURUM KONGRESİNİN TARİHİ ÖNEMİ (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919)

20. Yüzyılın başlarında batının süper güçlerine karşı verilen kurtuluş mücadelesi, Atatürk’ün liderliğinde Erzurum’da başlamıştır. Atatürk, milli birlik ve bağımsızlk hareketi´nin temelinin atıldığı kongreyi 23 Temmuz 1919 da Erzurum’ da toplamıştır.

Halkın kaderine sahip çıkarak bir şeyler yapmak istemesinde en önemli hareket, cemiyetler kurup kongreler tertiplemeleridir. Böylece İstanbul’un kendilerine sahip çıkmaması durumunda bir şeyler yapabilmeyi ümit ediyorlardı. Ülkenin çeşitli yörelerinde, kendiliğinden ve birbirinden habersiz yapılan bu kongreler, halkın mücadele azminin belirdiği yerler kabul edilebilir. Halka, vatandaşlarına yönelik tehdidi göstermek gayesinde olan bu kongrelerden ikisini, ayrıca belirtmek gerekir. Türkiye ölçüsünde olan Erzurum Kongresi’ne Mustafa Kemal Paşa da katılmıştır.

Hazırlığı bir hayli zamandır devam etmiş olan bu kongreye, Doğu Anadolu ve Karadeniz kıyılarından delegeler katılmışlardır. Mustafa Kemal ve Rauf Beyler, istifa eden iki delegenin yerine seçilerek kongreye katılmışlardır. Mustafa Kemal 23 Temmuz 1919 tarihinde çalışmalara başlayan Erzurum Kongresine başkan seçildi. Çalışmalarını 7 Ağustos 1919’da bir “Heyeti Temsiliye“ seçerek tamamlayan kongrede bazı kararlar verildi:

“Vatan bir bütündür, yabancı işgal ve müdahalelerine karşı korunması gerekir. İstanbul Hükümeti Ülkeyi korumak yolundaki görevini yapmazsa, millet kendini savunacaktır. Her türlü yabancı himayesi ve manda kabul edilemez. Meclis-i Mebusan en kısa zamanda toplanmalıdır.”

“Şark Anadolu Müdafa-i Hukuk“ cemiyetinin bu başarılı kongresi, halkın kendi kaderine sahip çıkmasının önemli bir örneğidir. Kongreyi dolayısıyla Doğu Anadolu halkını temsil edecek olan “Heyet Temsiliye“, Sivas Kongresi´nin toplanmasına da etkili olmuştur.

İSPİR

ispir_82

       Erzurum iline bağlı İspir ilçesi, coğrafi olarak Karadeniz Bölgesi’nin Doğu Karadeniz
bölümündedir
. Denizden 1200 metre yükseklikte, Çoruh vadisinde,
nehrin kenarında kurulmuş bir yerleşim alanıdır.
İspir adı, Herodotos tarihinde “saspeir”,Ksenophon’da ise “hesperit”
olarak geçmektedir. Bizanslı Fastus’ta ise “sber/sper” diye anılmaktadır. Şehrin adının, Çoruh nehri kıyısına yerleşmiş bir Saka toplumunun adından geldiği
de ileri sürülmektedir.

İspir ve çevresi tarih öncesi çağlarda son kalkolitik ve özellikle eski Tunç
çağından itibaren yoğun yerleşme görmüştür. Tarihi çağlarda ise Hayaşa ve
Diauehi krallıklarının hâkimiyet alanında kalmıştır.
Bizans döneminde Theodosiopolis Theması içerisinde yer alan İspir, genelde
Gürcü-Bizans mücadelesinde rol oynamıştır. Bölge İbrahim Yınal komutasındaki
Selçuklu ordusunun 1048 yılındaki Pasinler zaferi ile Selçukluların
eline geçmiş, Malazgirt zaferi sonucu kesin olarak Türk yurdu olmuştur.
Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanlarından Ebû’l- Kasım Saltuk
Bey’in Erzurum’da kurduğu Saltuklular Beyliği, kısa sürede sınırlarını genişletip
Erzurum’dan sonra Bayburt, Tercan, Oltu ve Micingerd kazalarını sınırlarına
kattığı sırada İspir de buna dahil edilmiştir. Böylece bir süre Saltuklu egemenliği
altında kalmış, devletin yıkılışı sonrasında bu defa Erzurum Selçukluları
hâkimiyetine girmiştir
. Beyliğin kurucusu olan Mugiseddîn Tuğrul Şâh zamanında
İspir Çarşı Camii inşa edilmiştir. Yörede daha sonra sırasıyla İlhanlı,
Eretnalı, Karakoyunlu, Timurlu, Akkoyunlu ve Gürcü krallığı hâkimiyetleri yaşanmıştır.

İspir yöresi, birçok Batılı seyyah tarafından da ziyaret edilmiş ve eserlerine
konu olmuştur. 1836 yılında Erzurum’u gezen İngiliz yer bilimcisi Hamilton,
bunlardan biri olup eserinde İspir kalesini Çoruh’un sağ kıyısında büyük bir volkanik
kaya üzerine inşa edilmiş yapı olarak tasvir etmiştir.
Yörenin Osmanlı hâkimiyetine geçişi kesin olarak bilinmemekle beraber,
1514 Çaldıran seferi sonunda alındığı ve 1515 yılında sancak yapılarak yönetiminin
Trabzon atabeyi olan Bayraklu-oğlu’na verildiği kabul edilmektedir.
Ancak İspir Sancakbeyi’nin, 1517 yazında Gürcü savaşları esnasında şehit
olması ve aynı tarihlerde yazımına devam edilen Kemah ve Bayburt sancaklarının
1516-1518 tarihli tahrir defterinde İspir’in bulunmaması bu konuda iki
ayrı görüşün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Buna göre, İspir için ayrı bir
tahririn yapılmış olma ihtimalinin akla gelebileceği ifade edildiği gibi, burasının devam eden Gürcü savaşları sırasında elden çıkmış olabileceği de ileri sürülmüştür.

KAYNAK :https://ispirgorga.wordpress.com/ispir/ispir-tarihi/http:/  mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/25/20/710332/icerikler/erzurumun-kisa-tarihcesi_35435.html

ABDURRAHİM ALBAYRAK

1415455006678x369_Abdurrahim-Albayraka-surpriz-gorev-4z62tg7kmi

Adrenalin kalbini fazlasıyla yordu Albayrak’ın. Zaten o sevinç görüntülerinin internete ve televizyona yansıdığı Galatasaray-Bordeaux maçına da doktor izin vermediği için gidememiş, ofisinde maçı izlerken kendinden geçmişti. Bence o Galatasaray’ın en güzel sevinç fotoğrafı. Futbolcuların Abdurrahim Abisi, tez canlı, komik, heyecanlı, çalışkan Abdurrahim Albayrak… Röportaj için çarşamba gününü seçtik. Bilen bilir, bilmeyenler için yazalım. Her çarşamba Altur’da Karadeniz yemekleri günüdür. Abdurrahim Albayrak misafirleriyle Karadeniz yemekleri eşliğinde sohbet eder. Biz de önce karalahana çorbası, kuru fasulye, sarma ve baklava yedik, evet hepsini yedik ve ardından da sohbet ettik.

Almanya’da babamla inşaatlarda çalıştık

Siz nasıl Galatasaraylı oldunuz?
Bazı insanlar doğuştan Galatasaraylı oluyor. Ben onlardanım. Rizeliyim. Amcamın oğullarıyla cikletlerden çıkan futbolcu fotoğraflarını toparlardık. Köyde iki ya da üç radyo vardı. Radyo olan evlerin gençleriyle arayı iyi tutar, radyodan maç dinlerdik.

İlk maça ne zaman gittiniz?
1972 yılında babam Almanya’ya giderken beni yanına aldı. Rize’den İstanbul’a geldik. O dönemde Rize’den gelenler ilk olarak Kasımpaşa’ya gelirdi. Babam da Beni Almanya’ya yanında götürmek için yaşımı büyütmüştü, işte ilk o zaman İstanbul’a geldim. Babam bir tanıdığın otelinde beni bıraktı. Galatasaray’ın maçı vardı. Stadyum nerede bilmiyordum. O dönemde maçlar İnönü Stadyumu’nda oynanırdı. Ben Gümüşsuyu’na kadar yürüdüm. Stada girmeden yukarıdan o seyircileri ve uzaktan birkaç oyuncuyu gördüğümde dünyalar benim oldu. Sonra çıktım, bu sefer de oteli arıyorum. Babama maça gittiğimi ama stadyuma girmediğimi söyledim. Babam, “Keşke bana söyleseydin” dedi, inan Almanya’ya götürmesine sevindiğim kadar sevindim buna da. n Almanya’da ne yaptınız?
İnşaatlarda çalışıyorduk. Çok çalıştık. Orada da radyom vardı ama yattığımız yerde radyo Türk kanallarını çekmiyordu. Baraka gibi bir yerde yatıyorduk, demir tellerden anten yaptım, oradan da maçları dinledim.

Akşamları babama pilav yapar, çamaşırlarını yıkardım

Kaç yıl kaldınız Almanya’da?
Almanya’da 16 ay kaldım. Babam dönmemi istemedi ama ben “Dönüp askerliğimi yapacağım, burada çalıştığım gibi Türkiye’de de çalışsam para kazanırım” dedim. Almanya’da hiç izin yapmıyordum. Hafta sonları da evlere işe gidiyordum, badana, tamirat yapıyordum. “Privat” diyorlardı, peşin para alıyordum o işlerden, o para da bana çok tatlı geliyordu. Babam ise hafta sonları gezerdi. Ben hafta sonları da çalışınca iyi para biriktirdim. Akşamları da mesaiye kalıyordum, harç makineleri yıkardım, temizlik yapardım. Almanlar da beni severdi ek mesai yazarlardı. Ayrıca akşamları da babama yemek yapardım, çamaşırlarını yıkardım, pilav yapmayı öğrenmiştim, tencerenin ortasına tahta kaşığı dikerdim. Bir de babam yemeği beğenmez bana fırça atardı. Kardeşlerimi, annemi çok özlüyordum ama para kazanma hırsı da vardı bende.

Minibüs şoförüyken bir Mercedes geldi ve hayatım değişti

Dönünce ne yaptınız?
Askerlikten sonra minibüs aldım. Bir gün Edirnekapı-Habibler hattında şoförlük yaparken minibüsün önüne bir Mercedes geldi, içinden iki adam indi. Biri Niyazi Adıgüzel, diğeri Bedrettin Dalan. Bana, fabrikaları olduğunu, onlara servis yapıp yapmayacağımı sordular. Beni fabrikalarına götürmek istediler. Onlar önde ben arkada gidiyoruz. Git git bitmiyor. Korktum, yanımda da kardeşim var. “Kapıları kilitle” dedim ve geri dönmeye başladım. Önümü kestiler, “Ne oldu?” diye sordular. “Abi siz bizi kaçırıyor musunuz?” dedim. Bu sözümden etkilenmişler. Fabrikanın ileride olduğunu söylediler. Az sonra göründü fabrika ve hayatım değişti.

Servise başladınız…
Evet. İşçilerle çok iyi anlaşıyordum, herkesin sevdiği biri olunca bana yol gösterdiler. Bir minibüs alıp “Şu hatta işlet” dediler. Ben her gün bir lira biriktirdim. Babam Almanya’dan döndüğünde de hesap cüzdanını önüne koydum, gözlerine inanamadı. Bir minibüs daha aldım. İşler öyle öyle büyüdü.

Şu anda Altur’da kaç kişi çalışıyor?
Şu anda 8 bin kişi çalışıyor. 78 bin kişiyi her gün işine götürüyoruz. Ayrıca araç satış yerim var. Avrupa’nın en çok araç satanları arasındaydık ama bu yıl ne olur bilemiyorum. Krizden çok etkilendik, işler durdu. Ayda 300 araba satarken şimdi ayda 30 araba satıyorum.

Komutanım maçtayken beni anons ettirerek buldu

Gelelim Galatasaray fanatikliğine… Biraz önce söz askerlikten açılmıştı…
Jandarma Bölge Komutanı’nın şoförüydüm. Adana’daydım. Jandarma olduğum için tüm maçlarda sahaya girerdim. Komutanla Kayseri’ye teftişe gittik. O hafta sonu Kayserispor-Galatasaray maçı vardı. Ben komutan teftiş yaparken taksiye atlayıp stadyuma gittim. Maçın en heyecanlı yerinde hoparlörlerden anons yapıldı. “Jandarma Bölge Komutanı’nın şoförü Abdurrahim Albayrak acele Alay’da bekleniyorsunuz” diye. Ben kalpten vuruldum! Maçın en heyecanlı yeri. Biraz geç çıktım stadyumdan. Komutanım beni bekliyor. “Neredeydin?” dedi. “Maçtaydım” dedim. Beni çok severdi, “Ne oldu maç?” dedi, ben “Müsaade etmediniz ki izleyeyim” dedi. Güldü.

Askerlikte de çok risk almışsınız…
Bir keresinde de Hatay’ı teftişteyiz. Daha önce Antep teftişindeyken maç dinlemek için kendime radyo almıştım. Bizim Trabzon’la maçımız vardı o hafta sonu. Gökmen gol attı, heyecanla sıçradım, radyoyu yere vurmuşum. Komutan da yukarıda, benim radyoyla elimde hoplayıp zıplamamı izliyormuş. Beni yanına çağırdı, “Ne yapıyorsun, maç mı dinliyorsun?” dedi. “Gökmen golü atınca radyoyu kırdım” dedim. Alay komutanının odasında dinledim maçı.

Siz hayatı maçlara göre mi planlanıyorsunuz?
Kesinlikle. Galip gelince problem yok.

Mağlubiyet karşısında ne oluyor?
Dünyayla bağlantım kesiliyor. Televizyonda tüm yorumları ve tekrarları izliyorum. Son Kocaeli yenilgisinde sabah 04.30’a kadar uyumadım. İşe gelince Galatasaray yenilmişse sekreterler yanıma gelemiyor.

Acıdan ve yediğimiz golden dolayı sabaha kadar bağırdım

Sizin serum şişesiyle maça gitme hikayeniz var, neredeyse ölüyormuşsunuz, ciğerlerinizden kan gelmiş…
O da var. Çok ciddi bir ameliyat geçirdim ciğerlerimden. 48 dikişim vardı. Herkes kötü durumda olduğumu biliyordu. Kadıköy’de Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı. Ben şoförüme, “Oğlum doktorlar benden maç bileti istiyor, iki bilet al gel” dedim. Plan yapıyorum. Bu arada doktorlar hastanede üşüyünce üstlerine siyah uzun bir palto giyiyor. Doktoruma “Arada dolaşırken üşüyorum bana o paltoyu bırakır mısınız?” dedim. Doktorum da bana inanıp bıraktı. Maç saati gelince o paltoyu üzerime aldım, direkt arabaya gittim. Şoföre “Yürü Kadıköy’e” dedim. Şoförüm “Abi yapma” diye ağlamaya başladı. Ben kaçıyorum. Bu arada elimde serum şişesi var, ayağımda da terlik. “Patron” diye ağlıyor şoför, yoğun bakımdan da yeni çıkmışım. Statta otururken ciğerimdeki kanlar serum şişesine boşaldı, biz gol yedik. Yanımda oturanlar suratımı görünce korkmuşlar, mosmorum. 2 saat içinde hastaneye geri döndüm. Herkes beni arıyor. Acil müdahale. Şoför söyledi maça gittiğimizi doktorlara. Bu arada tansiyon düşmüş, ciğerler kanama yapmış. 15 gün yanıma kimse giremedi. Yoğun bakımda kaldım. Korkunç ağrılar yaşadım. İlk gece sabaha kadar bağırdım ağrıdan, bu arada yediğimiz gol de aklıma geliyordu. Doktorum Cemalettin Ertekin Hoca sağ olsun beni topladı. Doktorum hâlâ hep kontrol eder beni.

Siz bu duruma engel olmak, duygularınızı, heyecanınızı biraz bastırmak için psikolojik yardım almayı ya da ilaç almayı hiç düşünmediniz mi?
İlaç verdiler. Aldım. Uyur gezer gibi oldum. Öyle maç mı izlenir? Ne anlıyorum belli değil. Böyle idare ediyoruz.

Bülent Korkmaz’a inanıyorum…

Siz şu anda yönetimde değilsiniz ama hâlâ futbolcularla çok yakından ilgileni-yorsunuz…
Sizle yemek yerken sağ olsun Bülent aradı. “Cumartesi sabahı direkt yanındayım” dedi. Duygulandım.

Sanırım yazmamda bir sakınca yok. Bu maç heyecenı sizi epey yordu, kalbiniz yoruldu, bir kez de kalp spazmı geçirdiniz. Şimdi de yani bu röportaj çıkmadan bir gün önce anjiyo olacaksınız…
Evet. Bülent Korkmaz da onun için aradı. Sağ olsun. Ben Bülent’i çok severim, ona inanıyorum.

Tüm bunları yaptığıma inanamıyorum

Son Galatasaray-Bordeaux maçında nasıl çektiler sizi? O görüntüleri izlediğinizde “Ne yapıyorum ben?” dediniz mi?
Ben hastaydım. Ağır grip geçirdim. Doktor izin vermedi, ben gittim Bordo’ya. Mesut Yılmaz, Sinan Uyanık birlikte gittik. Orada futbolcularla aynı oteldeydik, onlarla da konuştuk. Türk seyircilerin arasına oturdum, hoplayıp zıpladık. Hava soğuktu ama ben çok terledim. Sonra Mesut Bey bir gazeteci arkadaşına rastladı, onunla da oturduk sohbet ettik. Otele gidince ağırlaştım. İstanbul’a gelince iyice fenalaştım. Doktor hastaneye yatırdı. Buradaki Bordeaux maçı geldi, “Doktor gidemezsin” dedi. Mesut Bey Ankara’dan gelmiş, arkadaşlar toplanmış, maça gitmeye hazırlanıyoruz. Doktor izin vermiyor. Sağ olsun Mesut Bey ve arkadaşlar “Biz de maça gitmiyoruz, seninle burada izleyeceğiz” dediler. Sakindik. Gol yiyince ben çıldırdım. 3-1 olunca ben şıkıdım şıkıdım oynuyorum. Birden 3-3 olunca ben yine yıkıldım. Mesut Bey de arkamda oturuyor, onlar da beni çekiyorlarmış cep telefonuna. Kafa atıyorum, vuruyorum, 4’üncü golü defans oyuncusu dizinden çıkarıyor, Sabri önüne geliyor, o vuruyor, Arda üzerinden atlıyor, ofsayt verecek mi hakem bir ara duruyorum, sonra koşuyorum, gerisini hatırlamıyorum. İzleyince “Bunları ben mi yaptım?” diyorum. Koşuyorum televizyonda Sabri’yi görüyorum, televizyona sarılıp öpüyorum. İnanılır gibi değil!

Duramıyorsunuz değil mi? Çok heyecanlanınca belki bakmasanız, bir dışarı çıkıp gelseniz…
Ben frenleyemiyorum kendimi, kendime hakim olamıyorum. Bir kez de sanırım Kayseri maçıydı, yanımdaki iş adamı “Aman dikkat et yanımdaki doktorum beni yarın ameliyat edecek” diye bağırdı, o adamı tanımıyorum, doktormuş, ben sürekli adama sarılıyorum, kucaklıyorum.

Yönetime alınmamak kalbimi yordu

Kalp spazmı da geçirdiniz. Artık çok daha dikkat etmelisiniz ama siz o kalp spazmından sonra da maça gittiniz…
Sofya’da Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynayacaktık, orada oldu. O dönem de Fatih Altaylı yönetimde. Birlikte gittik. Onların bir arkadaşı vardı, takım da uyuyor, dinlenmeye geçmiş. “Birlikte gidelim ziyarete” dedi. Ben arabanın arkasında kalp krizi geçirdim. Beni hastanede yatırdılar. İdman saati geldi. Galatasaray doktoru yanımda. İdmanda futbolcular beni göremezse moralleri bozulacak. Ben orada da doktor yanımdan gidince serumu kopardım, çıktım hastaneden. Doktorum “Olamaz böyle şey, imza ver, öleceksin” dedi.

İnanamıyorum size…
Bu arada televizyonlar altyazı geçiyormuş. Ben ise gece kafamda kurmuşum. O dönemde aile problemi olanlar var. Futbolcu eşi bana geliyor, futbolcunun başkasından çocuğu olmuş, diğer kadın da bana geliyor. O maçta da o futbolcuya çok ihtiyacımız var. Durum fena. Benim aklımda hep bunlar var. Ve o idmandan sonra o futbolcuyu aldım, beynini yıkadım. “Sorunu ben halledeceğim, hanımınla anlaşacağım” dedim, maçta o arkadaş harika bir gol attı. Ve maçtan sonra golü bana armağan etti. Ben hastaneden kaçmasam kim ilgilenecek, 5.5 milyon dolar büyük para o zaman, o paraya da takımın ihtyacı vardı.

Son yönetim değişikliğinde son anda liste dışı kaldınız, çok kırıldınız mı?
Yönetime alınmamak beni çok üzdü. Demek böyle şeyler olabiliyormuş ama tesellim Galatasaray’ın şampiyon olması oldu. Kimseye kırgın değilim. Ama kalbim sanırım o dönemde biraz daha fazla yoruldu. Futbolcuların bana sevgisini, benim onlara sevgimi kimse bitiremez. Midede yara çıktı, cumartesi anjiyo olacağım. Biraz sakata geldim galiba.

Berna Hanım’a maçta yanıma oturma demiştim

Mesut Yılmaz’la dostluğunuzu herkes biliyor. Geçenlerde Mesut Bey bir tv programında Berna Hanım’ın belindeki rahatsızlıkta sizin de payınız olduğunu söyledi, nasıl oldu?
Sorma ya! Juventus maçıydı. İtalya-Türkiye arasında Abdullah Öcalan krizi yaşanmış. İlişkiler çok gergin. Mesut Bey de geçenlerde anlattı. İtalyan Başbakan, “Maça geleyim, maçı birlikte izleyelim” diyor. Mesut Bey de, bu teklife “Ankara’ya gelin sonra birlikte maça gideriz” diye cevap veriyor. İtalyan Başbakan Ankara’ya gelmeyince Mesut Bey de maça gitmiyor. Küçük oğlu Hasan çok iyi bir Galatasaraylı’dır. O maça gitmek istiyor. Küçük olduğu için de Berna Hanım onu yalnız bırakmıyor. Benim refakatimde maça gittik. Benim yanıma oturdu Berna Hanım. “Abla yanıma oturma” dedim. Ben ne yaptığımı biliyor muyum? Ben biz gol atınca birkaç kez Berna Hanım’a saldırdım, tekrar tekrar kendisinden özür diliyorum, kucaklaştık, eee sonra Berna Hanım bel fıtığı ameliyatı olmuş. Berna Ablam’ın ellerinden öperim.

Mesut Bey’in büyük oğlu Fenerli, sizin aranızda ne yapıyor Yavuz?
Kopenhag’taki süper kupa maçına geldi bizle Yavuz, ben orada onun fotoğraflarını çektim. O da bana orada “Bütün Türkiye bugün Galatasaraylı” dedi. O dönemde Belediye Başkanıydı Başbakanımız Tayyip Bey, o da Galatasaray’ı desteklemişti.
Muhteşem bir maçtı. Son dakikalarda herkes dua ediyordu. Orada herkes benim gibi çıldırmıştı.

KAYNAK : http://www.alturgrup.com/tr-TR/news/altur-turizmin-sahibi-abdurrahim-albayrak-elimde-serum-sisesi-ayagimda-terlikle-stada-kostum/56/News.aspx

HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ELEMANI

TANIM

Özel kuruluşlarda ve kamu kurumlarında; kurumu halka tanıtacak, kurumun çalışmalarına karşı halkta ilgi uyandıracak, kurum hakkında çevrede olumlu izlenimler yaratacak ilişkileri kurabilen kişidir.

GÖREVLER

  • Tanıtıcı haber bültenleri, broşürler, raporlar hazırlar,
  • Yapılacak etkinlikleri kitle iletişim araçları ile halka duyurur,
  • Basın toplantıları, sergiler, konferanslar hazırlar,
  • Konusuyla ilgili yazıları basında izler, kupürleştirir, cevaplar hazırlar,
  • Halkla ilişkiler konusunda eğitim verilmesi için program hazırlar,
  • Yöneticilerin konuşma metinlerini ve yazışmalarını hazırlar,
  • Toplantı, tören, kutlama ve kokteyllerin düzenini sağlar,
  • Kurum adına sanat etkinlikleri düzenler,
  • Kamuoyundaki imajın belirlenmesi amacıyla anketler düzenlenmesini sağlar,
  • Yapılacak faaliyetler için bütçe hazırlar, malzeme miktarını ve elemanların sayısını ve niteliğini belirler.

 

KULLANILAN  ALET VE MALZEMELER

  • Büro makineleri (telefon, teleks, faks, bilgisayar vb.),
  • Fotoğraf makinesi.

 

MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER

Halkla ilişkiler ve tanıtım elemanı olmak isteyenlerin;

  • Üst düzeyde sözel yeteneğe sahip,
  • İnsanlarla iyi ilişkiler kurabilen (dışa dönük),
  • Kendine güvenen ve başkalarını etkileyebilen,
  • Girişken,
  • Araştırıcı,
  • Sabırlı, ölçülü,
  • Yaratıcı

kimseler olmaları gerekir.

 

ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI

Halkla ilişkiler ve tanıtım elemanı, büro ortamında görev yapar, zaman zaman diğer kuruluşlarda düzenlenen toplantılara, seminerlere, sergilere katılabilir. Çalışırken gazetecilerle, reklam uzmanlarıyla, müşterilerle, meslektaşlarıyla, yöneticilerle ve diğer çalışanlarla iletişim halindedir.

ÇALIŞMA ALANLARI VE  İŞ BULMA OLANAKLARI

Halkla ilişkiler ve tanıtım elemanı, bürolarda, otellerde, gazetelerde, yayıncılık alanlarında, bankalarda, reklam ajanslarında, fabrikalarda, hastanelerde, çeşitli kuruluşların organizasyon faaliyetlerinde çalışma olanağına sahiptir.

MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YERLER

Meslek eğitimi aşağıdaki üniversitelere bağlı “İletişim” , “İşletme” ve “İletişim Bilimleri” fakültelerinin “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Reklamcılık”, “Reklamcılık ve Halkla İlişkiler” bölümlerinde verilmektedir;

MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI

Mesleğin eğitimine girebilmek için,

  • Lise veya dengi okul mezunu olmak,
  • Öğrenci Seçme Sınavı’nda (ÖSS) “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, “Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Reklamcılık”, “Reklamcılık ve Halkla İlişkiler” lisans  programları yeterli “Sözel (SÖZ)” puan almak,
  • Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Tercih Bildirim    Formunda “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, “Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Reklamcılık”, “Reklamcılık ve Halkla İlişkiler”  lisans   programları ile ilgili en az bir yükseköğretim programını tercih etmek gerekmektedir.

 

EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ

Eğitim süresi 4 yıldır.
Eğitim süresince ; Sosyoloji, Psikoloji, Siyasi Tarih, Siyaset Bilimine Giriş, Okuma ve Anlatım Teknikleri, Kitle İletişim Araçları, Halkla İlişkilerde Temel Kavramlar, Reklam Tasarımı, Pazarlama, Halkla İlişkiler Modeli, Piyasa ve Kamu Araştırmaları, Ekonomi, hukuk, Araştırma Yöntemleri, Gazetecilik, Reklamcılık, Fotoğrafçılık, İstatistik, Haber Toplama ve Yayma, Kitle İletişim Kuramları, Basın İlişkileri vb. dersler verilmektedir.

MESLEKTE İLERLEME

  • Halkla ilişkiler konusunda üniversitelerde akademik kariyer yapabilirler.
  • Kamu ya da özel kuruluşlarda basın -yayın ve halkla ilişkiler biriminde yönetici olabilirler.

BENZER MESLEKLER: Gazetecilik, reklam uzmanlığı.

untitled

BURS, KREDİ VE ÜCRET DURUMU

  • Meslek eğitimi süresince koşulları uyan öğrenciler Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’nca verilen krediden yararlanabilirler.
  • Kamuda çalışanlar 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre, devlet memuru statüsünde 9/1 kadro ve derece ile işe başlarlar.
  • Özel şirketlerde ise kazanç, yabancı dil bilmeye, tecrübeye ve işyerinin konumuna göre değişmektedir.

 

DAHA AYRINTILI BİLGİ İÇİN BAŞVURULABİLECEK YERLER

  • İlgili eğitim kurumları,
  • Türkiye İş  Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Meslek Danışma Merkezi,
  • Bünyesinde Meslek Danışma Merkezi bulunan Türkiye İş Kurumu İl  Müdürlükler