GAZİANTEP

GAZİANTEP
Gaziantep, eski ve halk arasındaki adıyla Antep, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık sekizinci şehri. 2016 itibarıyla 1.931.836 nüfusa sahiptir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sanayi ve gelişmişlik bakımından birincidir. Ayrıca Gaziantep, Türkiye’nin hâla yaşanılan en eski kenti olup dünyanın da hâlâ yaşanılan en eski kentlerinden biridir. Bunların yanında Gaziantep, Türkiye sanayisi ve ticaretinde de çok önemli bir yer tutar. Bunun sebepleri arasında Gaziantep’in Anadolu ile Orta Doğu arasında bir konumda bulunması ve liman kentlerine yakınlığı sayılabilir. Gaziantep’in simgeleri arasında Gaziantep Kalesi sayılabilir.

Gaziantep’te çok sayıda pınar bulunmasına karşın hiç doğal göl bulunmamaktadır. Bu yüzden şehrin birçok yerine yapay göller ve barajlar inşa edilmiştir. İlin en önemli akarsuyu Fırat Nehri ve kollarıdır. Gaziantep ilinde çok az doğal orman bulunmaktadır. İldeki toprakların sadece %14’ü ormanlık alanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda özellikle meşe ve kızılçam ağaçları hâkimdir. Meşe ormanlarının hepsi bozuk olup koruma altındadırlar. Kızılçam ormanlarının çoğunluğu yapay ormandır. Gaziantep ilinin batı ve kuzey çevreleri ormanlık, bozkır ve meralarla çevrilidir. İlin topraklarının yüzde 60’ı tarıma elverişlidir. Bu kısım, tarlalar, zeytin, antep fıstığı, meyve ve sebze bahçeleri ile bağlarla kaplıdır.
İldeki başlıca dağlar, ilin batısndaki Nur Dağları ile Sof Dağları’dır. Nur ve Sof Dağları arasındaki bölge levha hareketleri sonucu oluşmuş bir çöküntüdür. İldeki en yüksek dağ ise 1496 metre yüksekliği ile Büyük Sof Dağı’dır. İldeki başlıca ovalar ise İslahiye, Barak ve Tilbaşar ovalarıdır. Gaziantep ilinde Nurdağı ve İslahiye 1. derece, Yavuzeli ve Araban 2. derece, Oğuzeli, Nizip ve Karkamış ise 3. derece deprem bölgesidir.
Etimoloji[değiştir
Gaziantep’in bilinen en eski adı Romalılar tarafından verilen Antiochia ad Taurum’dur. “Antiochia ad Taurum”, Latince “Toroslar’ın karşısındaki Antakya” anlamına gelir. Daha sonra şehri ele geçiren Araplar şehre Ayıntap demiştir. Ayıntap adının kökenine ilişkin rivayetlerden birkaçı;

Ayıntap ismi, Hitit dilinde “han toprağı” anlamına gelen “Hantap”tan türemiştir. Bu ad söylene söylene Ayıntap olmuştur.
Ayıntap, Farsça pınarı bol anlamına gelir.
Ayın, Arapça göz, tap ise pınar anlamına gelir. Yani Ayıntap Arapça pınarın gözü anlamına gelir.
Ayıntap, adını eskiden bu yörede yaşamış bir kral olan Ayni’den almıştır.
Ayıntap adı parlayan şehir anlamına gelir.
Ayıntap adı aynı zamanda “Güzel Çeşme” anlamınada gelir.
Ancak bu rivayetlerden hiçbirinin doğruluğu kesin değildir. Ayıntap adı zaman içinde Antep, Entep ve Antap gibi değişik haller alır. Bu adlardan en yaygını Antep’tir. 1921’de (Antep Savunması’ndan sonra) çıkarılan bir yasa ile Antep’e Gazi unvanı verilir.
TARİHÇE
İlk çağlar
Zeugma antik kentinden çıkarılan ve şu anda Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen “Çingene Kızı” mozaiği. Mozaikteki kişinin Yunan mitolojisindeki yeryüzü tanrıçası Gaia olduğu düşünülmektedir.

19. yüzyılda Osmanlı zamanında Gaziantep, eski adıyla; “Ayntab”, 1850.
Günümüzdeki Gaziantep’in yakınlarında bulunan Dülük (Dolikhe ya da Doliche) bu yöredeki en eski kenttir. Arkeolojik kazılarından bu kentte Paleolitik dönemden beri insanların yaşadığı bilinmektedir. Ancak, Dülük Erken Tunç Çağı’ndan sonra bir sürekli yerleşim yeri hâline gelebilmiştir.Bu kent, İpek Yolu üzerinde bulunduğu için çok gelişmiştir.
İlk kurulduğunda Babil yönetimi altında kalan kent, M.Ö. 1700’lü yıllarda Hititler’in eline geçti. Hititler’den sonra Mısır yönetimine geçen kent, M.Ö. 700-M.S. 546 arasında ise kronolojik sırayla Medler, Asurlular ve Persler tarafından yönetilir. M.Ö. 6. yüzyılda ise kent sırası ile Makedonya, Selevkos ve Komagene uygarlıklarının yönetimi başlar. Değişik medeniyetlere ev sahipliği yapan Antep, 1516 yılında Osmanlıların eline geçmesiyle ilk dönemlerde Arap ve Halep Eyaleti’ne bağlı bir konumda iken, 1531 yılında Dulkadir Eyaleti’nin teşekkül etmesi sonucu, bu eyaletin sınırları arasında yer alarak 1818 senesine kadar bu konumunu muhafaza etmiştir. Bu tarihten itibaren yeniden Halep eyaletine sancak olarak bağlanmıştır. Şehir, Osmanlı kent kültüründe önemli bir yer almıştır.

AĞRI

Ağrı’nın tarihi, Nuh Tufanı ile başlar. Tufanı anlatan hikâye ve efsanelere göre insan nesli, dağa oturan gemiden inerek, Ağrı’dan dünyaya yayılmıştır.

Coğrafî konumu ve Asya-Avrupa karayolunun buradan geçmesi, tarihini yüzyıllar öncesine götürür. Ağrı’nın tarihi, bir parçası olduğu Anadolu’nun tarihi kadar eskidir. Orta Asya’dan ve İran’dan gelen kalabalık kitlelerin batıya (Anadolu) geçmesini kolaylaştıran yollardan en önemlisi buradadır ve her devirde tarihî – stratejik bir konuma sahip olmuştur. Aynı zamanda Doğu Anadolu’ya gelen göç ve akınların ilk durağıdır. Küçük Asya’yı ele geçirmek isteyenler, Asya kavimleri, Kafkas sıradağlarından inemedikleri için hep İran üzerinden gelmişler ve Anadolu’nun ilk giriş kapısı (Ağrı) onlara geçiş yolu olmuştur. Bundan ötürü Ağrı devamlı bir kültür ve medeniyet merkezi olamamıştır. Geçit ve sınırda bulunması sebebiyle bölgede yaşayan
halk, sık sık değişmiş, baskınlar, savaşlar, maddî kültürle yerleşim yerlerini tahrip etmiştir.

Ağrı ve çevresine yerleşen en eski topluluk, Hititler’in bölgede güçlerini kaybetmesiyle ortaya
ıkan Hurriler’dir. Ağrı, M.Ö. 1340-1200’de Hurri krallığının kuzey doğu ucunda yer almıştır.Hurriler’den sonra bölgeye egemen olan Urartular (M.Ö. 1200-600) yaklaşık 500 yıl Ağrı
topraklarında yaşadılar. Urartular; Patnos, Aladağ, Tutak, Eleşkirt (Toprakkale) ve Doğubayazıt’ta önemli yerleşim yerleri kurdular, kaleler, saraylar, tapınaklar, su yollan yaptılar. Adı geçen bölgelerdeki Urartu kalıntılarının bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir.Urartular önemli saray ve tapmaklarını Patnos’ta kurdular. Şehrin batısındaki Anzavur tepe ve doğusundaki Girik tepe nemli höyüklerdir.Girik tepede kale, kutsal Haldi kapıları ve tapınaklar vardır. Her iki tepede Ankara üniversitesince 1961-63 arasında kazılar yapılmıştır.Urartu devleti yıkıldıktan sonra Girik tepe önemini kaybetti ve Urartular’dan beri bölgeye yerleşenler bu kentte oturmadılar.
M.ö.680 yılında bölgeye gelen Sakalar Murat Nehri ve Doğubeyazıt çevrelerine kısa sürede yerleşmişlerdir. Daha sonraları Arsaklılar ve Artaksıyaslı Krallığı, Ağrı ve çevresine hakim olmuştur.

Araplar, Hz. Osman’ın halifelik yıllarında Ağrı ve çevresini fethederek bölgede etkili oldular. İslâm ordusu 645 ve 646 yıllarında Ağrı’ya, sonraki yıllarda Nahcivan’a kadar fetihlerde bulundu.Rivayetlerde ve halk arasında Hz. Ali’nin de Ağrı topraklarına akınlar yaparak, savaştığı anlatılmaktadır. Bu efsane ve anlatımlara ait kale, yer, taş ve kaya izleri, her ilçede mevcuttur.Bölge, 872 yılına kadar Abbasiler’in yönetiminde kaldı. 872-912 yıllarında doğudan gelen Türk boyu Taçoğulları buraya egemen oldular. Sonraki yıllarda etkinlik Bizanslılara geçti.X. yüzyılın sonunda Bagratlılar Beyazıt ve Eleşkirt havzalarına yerleştiler; zamanla bölgenin kontrolünü ele geçirdiler. Beyazıt (Gokovit) Sancağı, Bagratlılar’ın önemli bir merkezi idi.Bagratlılar 1064’e kadar bölge yönetimini ellerinde tuttular.Bizanslılar zaman zaman Ağrı topraklarına kadar uzanıp üstünlük ele geçiriyorlardı. XI. yüzyıla kadar Ağrı ve yöresi, Bizanslılar
ile, Türkler ve Araplar arasında birkaç kez el değiştirdi.

Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı (5165 m.) eskiden beri bilginlerin, dağcıların, serüvencilerin ilgisini çekmiş ve birçok hikaye, türkü ve efsaneye konu olmuştur. İncil ve Tevrat’ta da adı geçen dağa, turizm açısından önemli bir konum kazandıran yaygın inanca göre; Nuh Peygamber zamanında yeryüzünü kötülükler kaplamıştır. İnsanlara bir ders vermek amacı ile Tanrı, Nuh’a bir gemi yapmasını emreder. 300 arşın boyunda, 50 arşın genişliğinde ve 30 arşın yüksekliğinde yapılacak gemiye, Nuh Peygamber, eşi, oğulları, oğullarının eşleri ile birlikte yeryüzünde bulunan bütün canlı türlerinden 7 erkek, 7 dişi, sürüngenlerden 2 erkek, 2 dişi, yeterli yiyecek de alarak binecektir. Nuh Peygamber, Tanrının emri doğrultusunda gemiyi yapar ve canlılarla beraber gemiye girer. 7 gün sonra 40 gün 40 gece süren tufan sonucunda gemidekilerin dışında kalan tüm canlılar yok olur. Suların çekilmesi ile gemi, Ağrı Dağı’na oturur ve içindeki canlılar sevinçle gemiden ayrılarak yeryüzüne dağılır. Bu; yönüyle dini açıdan çok özel olan dağ, düz bir arazide aniden yeryüzünden göğe doğru yükselen heybetli görünümü, yazın bile karlı dorukları, bitki örtüsü ve barındırdığı hayvan türleri ile etkileyicidir.
Osmanlı döneminde şorbulak olarak anılan ilin adı, Ermenilerin zamanında Karakilise olarak değiştirilmiştir. Kazım Karabekir Paşa zamanında karakilise ismi değiştirilerek Karaköse diye adlandırılmıştır. Nuh Tufanı ilgisinden dolayı Tevrat ta adı geçen Ararat Dağı ve Ülkesinin, Ağrı ve çevresinin olduğu sanılması dolaysıyla, Ağrı ya batılılar tarafından, Ararat ta denilmektedir. 1834 yılında bucak, 1869 yılında ilçe olan Ağrı, 1927 yılında il merkezi olmuştur. 5165 m. Yüksekliğiyle Türkiye nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı’ndan dolayı da Ağrı adını almıştır.

ADANA

 

 

 ADANA

 

Adana, Türkiye‘nin bir ili ve en kalabalık altıncı şehri. 2015 yılı verilerine göre, 2.183.167 nüfusa sahiptir. Şehir merkezi,Akdeniz‘den 30 km içeride Seyhan Nehri‘nin üzerinde bulunmaktadır. Akdeniz sahil şeridinde ise Karataş ve Yumurtalık (Ayas) ismi ile iki adet sahil ilçesi bulunmaktadır. Yine Akdeniz üzerinde bulunan Ceyhan ilçesinde ise ticari amaçlı liman bulunmaktadır.

Doğudan batıya 100 kilometre boyunca uzanan Adana-Mersin Büyükşehir Bölgesi, 3,45 milyon nüfusa sahiptir. Türkiye’deki altıncı büyük metropolitan alan olup ülkenin önde gelen bir ticaret ve kültür merkezidir.

Maden zengini 4. bölge olan Adana; kromdemirmanganezkurşun ve çinko yatakları açısından önem taşımaktadır.

Adana’nın merkezi; Mersin, Adana, Osmaniye ve Hatay illerini kapsayan coğrafi, ekonomik ve kültürel bir bölge olan Çukurova‘nın merkezinde bulunur. Yaklaşık 5,62 milyon insana ev sahipliği yapan bölgenin büyük bir bölümü, tarıma oldukça elverişli, geniş ve düz bir arazidir.

Birçok kaynağa göre Adana ismi Hitit İmparatorluğu egemenliğindeki Kizzuvatna krallığının Adanya URU adlı şehrinin isminden türemiştir. Başka iddialar ise ismin; Mısır‘dan gelip Yunan şehri Argos‘a yerleşen mitolojik Yunan kabilesi Danaoi ya da efsanevi karakter Danaus‘la ilgili olduğu şeklindedir. Danaja adındaki bir ülkeyle bağlantılı olan erken Mısır metinleri Thutmosis II (MÖ 1437) ve Amenophis III (MÖ 1390-1352)’dan kalan yazıtlardır. Miken Uygarlığı‘nın çöküşünden (MÖ 1200) sonra Ege‘deki bazı mültecilerKilikya sahillerine gitmişlerdir. Dananayim ya da Danuna sakinleri; Ramesses III hükümdarlığı sırasında MÖ 1191 yılında Mısır’a saldıran bir grup denizci olarak tanımlanır. Denyen ise Adana şehrinin sakinleri olarak bilinir. Ayrıca söz konusu ismin PIE dilinde da-nu (nehir) Dana-na-vo (nehir kenarında yaşayan insanlar) (İskitli göçmenler) ve Rigveda (Danavas)’da yaşayan iblisler ile bir bağlantısı olması mümkündür.

Homeros‘un İlyada‘sında şehir Adana olarak anılır. Helenistik dönemde Kilikya’daki Antiohya ya da Antiochia ad Sarum Sarus üzerindeki Antiohya”) olarak da bilinirdi. The Helsinki Atlas editörleri Adana’yı geçici olarak Quwê olarak tanımlamışlardır (çünkü çivi yazısı kitabelerinde o şekilde belirtilmiştir). İsim bazı kaynaklarda aynı zamanda Coa olarak da gösterilir ve Kitab-ı Mukaddes‘te belirtilen Kral Süleyman‘ın atlarını temin ettiği yer olduğu yönünde yaklaşımlar bulunmaktadır. Şehrin Ermenice ismi Ատանա Atana ya da Ադանա Adana ‘dır.

Bir antik Grek-Roman efsanesi‘ne göre Adana ismi kökenini; Seyhan Nehri (Sarus) yakınlarında bir yere gelip Adana’yı kuran Uranus‘un iki oğlu Adanus ve Sarus’tan almaktadır. Şehrin ismine ilişkin daha eski bir efsaneye göre ise AkadSümerBabilAsur ve Hitit mitolojileri tarafından ormanın yakınlarında yaşadığına inanılan ve Tesup veya Ishkur olarak da bilinen gök gürültüsü tanrısı Adad‘ın ismi bu bölgeye verilmiştir. Bu savı kanıtlayan Hititlilerin isimleri ve el yazmaları o bölgede bulunmuştur. Bu teori Gökgürültüsü Tanrısı’nın çok fazla yağmur getirmesi ve bu yağmurun bölgeye büyük bir bolluk sağlamasından beridir devam eder. Bu tanrı yörenin sakinleri tarafından sevilir ve saygı duyulurdu. Onun şerefine, söz konusu bölge “Uru Adaniyya;” diğer bir deyişle “Adana Bölgesi” olarak anılmaya başlanmıştır.

Ali Cevad’ın ‘Memalik-i Osmaniye Coğrafya Lügatı’na göre ise Adana’da yaşayan İslamlar, Adana ismini, Harun Reşid’in vali nasb ettiği Ebu Süleym Ezeni’ye nisbet etmektedir. Aynı kitaptaki bilgilere göre yerleşik Rumlar, Adanus Sarus adlı iki kardeşin adını öne çıkarırlar.

 

adana2

Adana Şehir İçinde Gezilecek Yerler

Adana Taş Köprü: Adana’nın sembol yapısı Taş Köprü taaa Roma döneminde yapılmış, günümüzde Seyhan ve Yüreğir merkez ilçelerini birbirine bağlayan tarihi bir yapıdır. Birkaç sene öncesine kadar araç trafiğine de açık olan yapı bu özelliğiyle Dünya’nın araç trafiğine açık en eski köprüsüdür. 21 gözlü inşa edilen köprünün kara kısmı dolgularla küçülerek bugün 14 gözlü olarak ayaklı tarih olarak şehrin tam ortasında heybetiyle dikilmektedir.

 

Adana Ulu Cami: (Ramazanoğlulları Cami): Adana’nın sembol yapılarındandır. Tarih dersleri boyunca anlatılan beylikler var ya, hah onlardan Ramazanoğulları döneminde; 1541’te tamamlanmış tarihi bir yapıdır. Mimarisi Selçuk ve Memluk tarzını taşır. Merkez Camii’den önce Adana’nın en büyük camisidir.

 

Adana Merkez Sabancı Camii: Seyhan Nehri’nin hemen kıyısında, aynı isimli Adana Merkez Park’ın yanında camii Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun en büyük camisidir. 99 metre yükseklikteki 6 minaresi ile etkileyici bir eserdir. Hakkında detaylı bilgi yazımız ileride eklenecek.

 

Adana Arkeoloji Müzesi: Tarih boyu defalarca kez taşınmış olup, şu an şehrin merkezinde Reşatbey’de ziyarete açıktır. Çukurova bölgesindeki arkeolojik kazılardan çıkan eserler sergilenir. Giriş 5 TL olup müze kart geçerlidir, ancak 2014 itibariyle geçici olarak ziyarete kapalıdır.

Adana Merkez Park: Sabancı Merkez Camii ile birlikte nehrin kenarında yer alan devasa alan gerçekten botanik bir nefes alanıdır. Oldukça geniş çim alanda, çeşitli ağaçlar ve doğanın huzuru Avrupai merkez kent park kültürünün önemli bir örneğidir.

 

Tarihi Kazancılar Çarşısı: Büyük Saat’in yanında yer alan tarihi çarşı, geleneksel Anadolu kapalıçarşı örneklerinin eskilerinden biridir. Bakırcıların ve kazancıların çarşısı olsa da günümüzde gündelik ihtiyaçlara yönelik her türlü dükkan bulunur.

Büyük Saat: 32 metre uzunluğu ile Türkiye’nin en büyük saat kulesidir. 1881’de inşasına başlanıp 1 yılda hizmete açılmıştır. Malum o dönem saat kuleleri modernleşmenin sembolüdür. Kendisinden 5 sene sonra inşa edilen ülkemizin en büyük ikinci saat kulesi Dolmabahçe Saat Kulesi’nden (27 metre) 5 metre daha uzundur. Şehrin çarşı bölümünde yer alır. Belediyenin armasında yer alan kule budur.

 

Adana Çarşı Hamamı: Büyük saatin karşısındaki hamamın önü dükkanlarla kapatılmıştır. Yine Ramazanoğulları döneminden kalan haman 1529’dan beri açıktır. Şuanda da yarım gün kadınlara, yarım gün erkeklere hizmet veren özel işletmedir.

Adana Etnografya Müzesi: Çukurova’nın yerlileri ve Toroslar’ın yerlileri sayabileceğimiz yörüklere yönelik tarihi eşyaları barındıran müze 1983’te açılmış, şehir merkezi Kuruköprü Mahallesi’ndedir. Bizi içindekilerden ziyade 1845’te inşa edilmiş bir kilise olan binası etkiler. Giriş ücretsizdir.

 

 

Yazan : Cengiz KOŞAK

HİT 2 NÖ

20141222012

ADIYAMAN

adıyaman

 

Adıyaman Tarihçesi

Adıyaman İsmi :
Adıyaman isminin menşeyi hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Birinci rivayete göre; Perre şehrinde cereyan ettiği belirtilen bir olaya bağlanmaktadır. FARRİN yada PERRE olarak bilinen şehirde PUT’ a tapan bir babanın yedi oğlu, babalarında evde olmadığı bir gün bütün putları imha ederek ALLAH’ın (Hz. İsa’nın söylediği gibi) bir olduğunu kabul ve ilan ederler. Putperest baba durumu öğrenince yedi oğlunu da öldürür. Babaları tarafından öldürülen yedi kardeşin hatırasına Farrin (Perra=Pirin)’ de bir manastır yaptırılır. Bu olaydan ötürü de şehre Yedi Yaman adı verilir. Yedi Adıyaman-Fotoğrafları-9Yaman zamanla Adıyaman şekline dönüşür.

İkinci rivayete göre; Adıyaman şehrinin ortasında yaptırılan Mansur’un kalesi olarak bilinen kale’ ye halk, Hısn-ı Mansur ismini vermiştir. Hısn-ı Mansur isminin menşeyi hakkında iki ayrı rivayet mevcuttur. Kaynaklarda VII. yüzyılda buraya gelen Emevi komutanlarından Kays kabilesine mensup Mansur. Ca’vene’ye izafetle bu ismin verildiği rivayet edilmekte ise de başka bir rivayete göre bu ismin Abbasi Halifesi Ebu Cafer El-Mansur’un adından gelmektedir. Zamanla halk arasında telâffuz şeklinin de değişmesiyle “HÜSNÜ MANSUR” olarak bu şehrin ismi değiştirilmiş olmaktadır.

Üçüncü rivayete göre; Adıyaman şehrini doğu, batı ve güney yönlerinde derin vadiler çevirmiştir. Bu vadilerin yamaçları zengin meyve ağaçları ile kaplı olduğu gibi, şehrin çevresinin de meyve ağaçlarıyla kaplanmış olmasından dolayı güzel vadi anlamında olan “VADİ-İ LEMAN” (Güzel vadi) kelimesinin söylenişi zamanla değişmiş ve halk arasında “ADIYAMAN” şekline dönüşmüştür. Ancak, Hısn-ı Mansur yani Hüsnü Mansur ismi 1926’ ya kadar resmi ad olarak kalmıştır. 1926 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararları ile şehrin ismi tekrar ADIYAMAN olarak değiştirilmiştir.

Adıyaman Coğrafyası

Genel Durum 
Adıyaman ili Orta Fırat bölümü içinde yer alır. Eski coğrafyacı ve tarihçilere göre: Güneyde Arap Yarımadasından, Kuzeyde Toros Sıradağları’na doğru uzanan Arap çöllerinin sona erdiği yerde, Toros sıra dağlarının eteklerinde verimli topraklar yer almaktadır. Arap çöllerini kuzeyden bir ay gibi saran bu topraklara binlerce yıldan beri ‘Bereketli Hilal’ adı verilmiştir. Ortadoğu ülkelerinin merkezinde yer alan ‘Bereketli Hilal’ topraklarında Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından gelen ana kara yolları birbirlerini kesmektedir. Tarih boyunca ‘Bereketli Hilal’ Bölgesi ana ticaret yollarının kavşak noktalarında, büyük ticaret ve sanayi şehirleri doğmuş, büyümüş, yıkılmış ve yerlerine yenileri kurulmuştur. ‘Bereketli Hilal’ bölgesinin bir parçası sayılan Orta Fırat Bölümünün illerinde olan Adıyaman şehri, ‘Bereketli Hilal’ bölgesinin en üst sınırını oluşturmaktadır. Adıyaman ili uygun coğrafi özellikleri dolayısıyla tarihinin her döneminde insanların yaşamayı tercih ettikleri bir yerleşim bölgesi olmuştur.

Adıyaman-Fotoğrafları-5

Adıyaman’da Yapılacaklar

Dünyanın 8. Harikası Nemrut Dağını görmeden, güneşin doğuşu ve batışını izlemeden,
Kommagene Uygarlığı eserlerini görmeden,
Atatürk Barajı Kahta Sahilindeki lokantalardan balık yemeden,
* Adıyaman Müzesini gezmeden,
Yörede dokunan halı, kilim, cicim heybe ve Nemrut heykelleri almadan,
Adıyaman’ın tarihi ve turistik yerlerini gezmeden,
* Oturakçı pazarında alışveriş yapmadan,
* Besni Üzümü almadan
* Adıyaman’a özgü ; Adıyaman Hıtabını, Adıyaman Tavasını, Adıyaman Kebabını, Şillik Tatlısını,
yemeden,
* Harfane gecesini izlemeden,
* Turizm OSKAR’ı da sayılan ve Müzede sergilenen, kısa adı FIJET olan Uluslararası Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu tarafından Nemrut Dağına verilmiş olan “Altın Elma” Ödülünü görmeden, dönme…

imagesWDGZS1HX

 

 

 

 

 

 

Adıyaman Yemeklerinin Başlıcaları :

• Meyir Çorbası
• Alaca Çorbası
• Malhıta Çorbası

• Adıyaman Tavası
• Parmak Kebap

• Dövmeç

• Tava kılloru
• Semsek

• Taplama

Adıyaman’da Gezilecek Yerler

Nemrut Dağı

Nemrut Dağı ören yeri, İl Merkezine direkt 87 km. Arsameia Antik yolu üzerinden 77 km. Kahta ilçesine 43 km uzaklıktadır. Dünya harikası olan bu tümülüs, Doğu Toros sıradağları üzerinde 2206 metre yükseklikte, Fırat Nehri geçitlerine ve ovaya hakim bir tepe üzerindedir.Adıyaman-Fotoğrafları-11

Yeni Kale: Adıyaman’a 60 km. uzaklıkta Kocahisar köyü yakınındadır. Kommagene’ler tarafından inşa edilen Yeni Kale, karşısındaki Arsemeia ile birlikte kullanılmıştır. Romalılar ve ardından Memluklular tarafından restore edilen Kale en son 1970’lerde kısmen onarılmıştır. Kale içinde çarşı, cami, zindan, su yolları, güvercinlik kalıntıları ve kitabeler bulunmaktadır. Kale’den Nymphois’e inen su yolu bir tünelle Arsameia’ya başlanmıştır. 80 metreyi bulan bu yolla halen suya ulaşmak mümkündür.

yeni kale

Derik Kalesi: Cendere Köprüsünden sonra Sincik yolu üzerindeki Datgeli köyünün yakınlarındaki 1400 m. rakımda bulunan tepenin üzerine kurulmuştur. M.S. 70’lerde Romalılar tarafından inşa edildiği ve 300’lere kullanıldığı tahmin edilen, içerisinde büyük bir tapınak bulunan bölgenin kutsal alanı kabul edilen kalenin hemen yakınında Kommagene döneminde inşa edilen Temenos kalıntıları bulunmaktadır.

Gerger Kalesi (Fırat Arsameia’sı): Adıyaman’ın Kahta İlçesine 85 km. uzaklıkta bulunan, tarihi Geç Hitit dönemine dayanan kale, Fırat nehrinin batı yakasında yer almaktadır. M.Ö. II. yüzyılda Kommageneliler’in atası olan Arsames tarafından kurulmuştur. Sarp kayalar üzerine, Aşağı ve Yukarı Kale olmak üzere iki bölümde inşa edilen Gerger Kalesi’nin batı surlarında Kral Samos’a ait bir kabartma bulunmaktadır. İslami dönemde de kullanılan kale içerisinde cami, dükkanlar ve su sarnıçları bulunmaktadır.

Perre Antik Kenti: Adıyaman kent merkezine 5 km. uzaklıkta, Kuyucak köyü yolu üzerindeki Pirin köyündeki kalıntılar 200 civarındaki kaya mezarı ve yerleşim yerine sahiptir. Antik çağdan kalan bu nekropol ve çevresi Kommageneliler döneminde önemli bir yerleşim merkezi olmakla birlikte, asıl Romalılar döneminde gelişmiş bir kenttir. Girişleri kabartmalarla süslenmiş birbirine geçişli içerisinde lahitler yerleştirilmiş kayaların içine oyulmuş mezar odaları şeklinde kalıntılardır.

 

Kaynaklar

http://www.adiyamanrehberim.com/

http://www.neyiilemeshur.com/

 

 

BURDUR BAŞMAKÇI KÖYÜ

BURDUR BAŞMAKÇI KÖYÜ

Tarihi

Köyün eski adı erikli yaylasıdır.Eriklerin bol olması nedeniyle bu isim verilmiş.Burası Afyon iline bağlı Başmakçı kasabasında yaşayan yörüklerin yaylası olarak kullanılan bir bölge imiş.Yazları buraya göç ettiklerinden dolayı Başmakçı Yaylası deniliyormuş.1885 yılında 93 harbi olarak bilinen Osmanlı Rus savasından sonra Rusların Bulgaristanı işgal etmeleri sonucunda meydana gelen göç dalgası ile gelen ve ilk olarak Bulgaristana gittikleri Karamanoğulları topraklarına gelip buraların bozkırolduğunu görerek yönlerini güney batı ya çevirmeleri ile bu bölgeye yerleşmişlerdir.Bölgenin eski adı Başmakçı Yaylası olması nedeni ile bu şekilde anılırkan Daha sonra Başmakçı adını almıştır.b_297438-285352384825056-2058423384-n-13924211369

Köylüleri tamamı bulgaristan göçmeni çoğnluğu akraba kökenlidir. Göç sırasında salgın hastalıklar nedeni ile çok zaiyat vermişlerdir. Köy halkı Aşırı derece misafir perver ve candandır. Halen Bulgaristandan geldikleri şekli ile örf ve ananelerine bağlıdırlar. Rumeli buğdayı ekerler, tohumunu bulgaristandan getirdikleri biberi, fasülyeyi ekerler. şiveleri hiç bozulmamış bulgaristan iç bölge ve deliorman cıvarı göçmenleri şivesidir. Bu kadar özünü koruyan göçmen topluluğuna az rastlanır. Öyle haremlik saremlik yoktur bu köyde, erkeğiyle kadınıyle kızıyle hepsi kardeşce hep birlikte geçinirler, oldukçada çok şakacı ve neşeli kişilerdir en gözde espirileri ve fıkralarıda hep manav ve muhacir karşılaştırmasıdır. Mutlaka dinlemelisiniz bir gün :)) Bu köy halkında en çok hoşuma gidende yaşlıların aşırı derece kültüre okumaya meraklı olmalarıdır. Hep birlikte köylerini geliştirebilmek içinde ellerinden geldikçe çabalarlar.

1970 li yıllara kadar bir çok genci bulunan bu köy bu yıllardaki köyden kente göç dalgasından nasibini almıştır. Gençler çoğunlukla Antalya,Denizli ve İzmir’e yerleşmişlerdir.köylü gerek köyünde gerekse gittiği yerlerde zenaatkarlığını göztermekte ve eline keseri, destereyi aldığında yapı üzerinne harikalar yaratmaktadır. köylü onurludur. siyasi amaçlı ve torpil ile bir kişisi bile yoktur devlet dairelerinde. Köylü genel olarak mülayim ve kültürlüdür. Köy tarihinde ölümlü, yaralamalı 2 olay vardır. Biri çok eskiden ölümlü bir olay olup faili çıkmamıştır. Biri de düğün esnasında tabanca atarken yaralanan birinden ibarettir. Tam demokrasiyi özümsemiş insanlardır. evde herkes başka muhtar adayına oy verebilir. kimse de bunu sorun yapmaz. Dini duyguları tam ama hurafeye hiç yer vermemiştir. Gençleri her ne kadar dışarıda olsalarda, her yaz yine de Aile ve çevresini, köyünü çok özlerler, tatil ve ziyarette bulunmadan edemezler.

Kültür85948789

Köyün gelenek, görenek ve yemekleri

Köyün gelenek ve görenekleri tamamen bulgaristandan geldikleri şekliyledir. fırınlarda somun ekmeği yapılır.Biber en çok sevilen bitkidir biber her yaz döneminde rengarenk iplere dizilir köyün balkonlarına ve tavanlarına asılıp kurutulur kış için, Lazlar nasıl ki Hamsiden herşey yapıyorsa buradada biberin herşeyini yaparlar. Ayrıca SÜTLÜ ve Kaymaklı yemekleride çok meşhurdur örneğin, Sütlü kuskus, Sütlü erişte, sütlü ve kaymaklı taze fasulye, sütlü tarhana, sütlü ve kaymaklı biber, evet yalnış duymuyorsunuz 🙂 Erikler kurutulup pelvedesi yapılır gerektigi kadar bu sulandırılarak püreli içecek olarak kullanılır ki hazm için birebirdir. Ayrıca hoşafsız da yapamazlar. Kuzinede veya toprak fırında pişirilen köye özel börekleri vardır.Bunlardan bazıları; Hoppala, Kide, Dolama, Cızlama, Pazlama, Gözleme, Kartalaç, Katmer. Akıtma vb. dir

En Önemliside Tarımda kesinlikle ilac ve hormon kullanılmazlar. Oldukça dogal yetiştirirler. Herkesin bahçesinde, tarlasında mutlak biber, salatalık, kabak, Acur, fasulye, bamya, mısır, vs. sebzelir bulunur. Dağın doruğunda bulunan bu yayla ekseri çok serin ve geceleri soğuk geçtiğinden Domates yetiştirmesi güçtür.

Düğünleri 3 gün 3 gece sürer…Yemekler verilir. Düğünlerinde ve eğlencelerinde oynanan en meşhur oyunları başta Cemilem gelir ve sonra Sürttürme, Çövdürme, Topal, gibi oyunları yer alır.Eskiden düğünlerde son gece ‘MAŞALA’ denilen eğlence düzenlenirdi.Maşalanda başta arap,deveci,efe ve kızlardan oluşan grup esprili oyunlarıyla halkı eğlendirirdi.

Coğrafya

Köy deniz seviyesinden 1250 metre yükseklikte yer alır. etrafını saran söğüt dağlarının zirveleri 1600 metreyi az geçmektedir. burdur ilinin 960 kotunda olduğu düşünülürse köye giderken ciddi bir yükseklik çokolmaktadır. bu yüksekliği sağlayan dağlardan köye çıkmak ta virajlı yollardan zahmetli olmaktadır. köy Burdur merkezine 47 km uzaklıktadır.

Ulaşımı rahat ve kolaydır. Dağ ve doğa manzaralarıda görülmeye değerdir. Köyün En meşhur görülesi yerleri ise… Hüsmenin kaleden mutlaka köyü seyredin Piknik yapacaksanız Çarşı kaynağını Kulak çeşmeyi yukarıki çat suyunu tercih edin Bu kalenin tepesine dikilen Türk bayrağı oldukça güzel bir atmosfer katmıştır bu şirin köye. gelenler çat suyunda sulunan su değirmenini görmeden gitmezler. ancak artık yıkılma aşamasına gelmiş durumdadır.

İklim

Köyün iklimi, [[Türkiye’de Akdeniz İklimi, ege iklimi ve iç anadolu iklimi karma özelliklirini gösterir. yüksek olması nedeni ile yagış almaktadır. ancak ormanlarının zamanla yok edilmiş olması yavaş yavaş bol sularının çekilmesine neden olmaktadır. burdur orman il müdürlüğünün büyük yatırımlar ile yeniden orman dikme projesi gerçekleşme aşamasındadır. dikilen orman gelişirse eski sularına kavuşacaktır.

Yaz aylarında gündüzleri tam bir yayla havası serinliğinde, geceleride oldukça Ayaz geçer. Kış aylarında karlı ve oldukça soğuktur.

Nüfus

Ekonomi

Köyün ekonomisi tarım ve [[hayvancılıkın yanında inşaat ustalığına dayanır. her sabah köyden 15-20 araç ile Burdura ve çevre köy ve ilçelere çalışmak üzere insanlar giderler. ustalıklarına diyecek yoktur. hele marangozlukları, kalıp işçilikleri, çatı ustalıklarına diyecek yoktur. Burdurda bu konuda söz sahibidirler.

2005 yılından sonra hayvancılık artık oldukça azalmış ama sadece kendilerine yetecek kadar tarım devam etmektedir.Ayrıca köyde kozmetik ve ilaç sanayiinde kullanılan yağ gülü tarımı oldukça gelişmiştir.Eskiden el dokuma halıcılığıyla geçim sağlayan halk artık tarım ve hayvancılıkta daha başarılı olunca halıcılık azalmıştır.Son zamanlarda köy halkı yeni bir geçim kaynağı olan mantarcılıkla uğraşmaya başlamıştır.Bu köyde yetiştirilen mantarlar havasından mı suyundan mı bilinmez oldukça lezzetli dir. Gelip yemenizi tavsiye ederim…… Köyümüzde madencilikte yer almaktadır.yeni süt yeri yapılmıştır.

Muhtarlık

Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır.

2009 – MAHMUT ERDOGAN

> 2004 – Mustafa Umman

Altyapı bilgileri

Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün içme suyu şebekesi vardır. kanalizasyon şebekesi inşaat halindedir. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ancak atama yanlışlıklarında dolayı çoğu zaman ebe bulmak zordur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon hattı vardır. ayrıca köyde turkcel gsm şebekesi de iletişim kolaylığı sağlamaktadır

Köyün giriş yolu sol sapağında kavaklar altında dere kenarı serinliğinde canlı alabalık havuzları ile nefis balık ziyafeti yapabileceginiz açık hava restoranı bulunmaktadır. Tam girişinde ise Mezarlığı ve köy meydanında Camisi,3 bakkal, minik kahvehanesi, meydanında umumi bay ve bayan tuvaleti bulunmaktadır. Köye giden yol köyün tam ortasından geçer ve sağlı sollu evlerle yol kenarı oldukca yesil ve geniş alanda çim örtüsüyle, söğüt ve kavaklarla yemyeşil doğa görünümü içinde oldukça sevimli görünür. Eskilerde Kil, toprak, tezek ve saman karışımı duvarları kimi beyaz kireç badanalı ve ağaç kabukları ile yapılmış çatılı evleri artık şimdilerde normal tuğla ve kiremitli evlere dönüşmüştür. Hepsinin bahçeleri çiçek ve sebzeleri ile oldukçada neşeli ve çekicidir.

BATMAN/HASANKEYF

Batman Hasankeyf Tarihi Tarihçesi

Hasankeyf il merkezine 37 km. Uzaklıkta tarihi bir yerleşim birimidir Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyinde yer alan sıra dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf ilçesi Diclenin sağladığı imkanlarla bereketlenmiş bu günkü suskun tarih fışkıran görüntüsü ile izleyenlere geçmiş ihtişamından esintiler sunmaktadır

1926 yılında Gercüş ilçesine Bucak olarak bağlanan Hasankeyf Batman’ın il olmasıyla 18 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olarak Batman’a bağlanmıştır. Sanayinin gelişmediği ilçeden göç olmaktadır. GAP kapsamında yapımı programlanan Ilısu barajı suları altında kalacağına ilişkin bilgiler 35 yıldan beri ilçeyi yatırımlardan mahrum bırakır olmuştur. 21 köyün bağlı olduğu Hasankeyf’te yaygın olan dokumacılık sanatı da yok olmak üzeredir.

Vadi içerisinde oluşan verimli tarım alanları sera işletmeciliği için oldukça elverişlidir Tarıma elverişsiz alanlarda meralarda hayvancılık yapılmakta kış mevsiminde göçerlerin kışlağı olan ilçe toprakları bölgede süt ürünlerinin ucuz olmasını sağlar. Ayrıca Dicle nehrinde alabalık avcılığı yapılmaktadır.

İlçe merkezinde 4181 köylerde ise 7240 kişi yaşamaktadır. Tarihi oldukça eskiye dayanan ilçe tarihi hakkında öz bilgi verecek olursak;

HISN-KAYFA (HASANKEYF’İN) KISA TARİHÇESİ
Hısn-Kayfa Dicle nehrinin güney sahilinde Diyarbakır’a Su yolu ile 110 Cizre’ye 85 km. Uzaklıktadır. Hısn kale-hisar anlamındadır. Sonradan kısaltılarak Hısn-Kayfa olmuştur Cumhuriyetin ilanından sonra Türkçe fonotiğe uydurularak Hasankeyf şeklini almıştır. images

Şehrin kimler tarafından kurulduğu kesinlikle bilinmemektedir. Sadece ilk çağda “CEFA“ adını taşıdığı ve bir Süryani Piskoposluğun merkezi olduğu bilinmektedir. İnşa edildiği arazinin kolaylıkla işlenmeye müsait olması yüzünden kasabanın çevresi mağaralarla doludur. Arazinin bu müstesna kabiliyeti daha ilk devirlerde bu tabii mağaraların ilk insanlar tarafından barınma merkezi olarak kullanıldığını göstermektedir. Buna bir de Hasan-Keyf’nın kurulduğu yerin askeri ve iktisadi önemi eklenince kasabanın bütün orta çağ boyunca önem ve kıymetini muhafaza etmesinde amil olmuştur.

Hasankeyf Diyarbakır- Cizre yolu üzerinde Dicle nehrinin doğu kenarındadır. Diyarbakır ile Dicle’nin aşağı kısımlarında şehir ve kasabalar arasında nakliyat ilk zamanlardan beri su yolu ile yapılırdı. Diyarbakır’dan güneye doğru giden anayol Dicle vadisini takip ederdi. Bu iki neden dolayısyla Hasankeyf askeri ve iktisadi önemini asırlar boyunca muhafaza etmiştir. Diyarbakır’dan kalkan Kelekler Hasankeyf yol vermedikçe Güneye inemezlerdi. Yukarıdan gelen karayolu üzerinde de Hasankeyf aynı rolü oynardı. Bu nedenle Hasankeyf Diyarbakır-Cizre kara ve su yolları üzerindeki stratejik ve ekonomik görevini asırlar boyunca elden bırakmamıştır.

İslamiyetin inkişafından sonra Hasankeyf’i fethetmek üzere birçok akınlar yapılmıştır. Hz. MUHAMMED’in (S.A.V.) akrabası Cafer’i Tayyar’ın oğlu imam Abdullah ile ünlü komutan Varkenna Hasankeyf kuşatması sırasında şehit düşmüşler. (H. 65 mezarları Hasankeyf ‘tedir.) Hasankeyf İslam hakimiyetine girdikten sonra sırasıyla Abbasileri  Hamdanilerin Mervanilerin eline geçmiştir.

hasankeyf

Türkler tarafından Hasankeyf’in fethi 1071 Malazgirt Meydan Muhaberesinden sonra olmuştur. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanlarından Artuk oğlu Sökmen 1101 yılında burada ilk urartu beyliğini kurmuştur. Tarihçiler bu devri HASAN-KEYF  ARTUKLULARI olarak yönlendirmişlerdir. Hasankeyf önce Artukoğullarına sonra onların “AMİD“ (Diyarbakır) ı fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik etmiştir.Bu devlet 1231-32 yılında yıkılana kadar şehri imar etmişlerdir. O devirde halen Dicle köprüsü büyük ve küçük saray kale kapıları ayakta kalan yapılardır. Artukluların burada para bastıkları ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır. Bu Gün Hasankeyf’te harap bir şekilde gördüğünüz kıymetli eserlerden bir çoğu Artukoğuları zamanının hatırasıdır.

1232 yılında Eyyubi Hükümdarı el-Melik el-Kamil şehri zabtederek Artukoğulları hakimiyetine son verdi. Kendisi de 30 sene kadar hükümdar olabildi. Artık büyük Moğol akın başlamıştır. 1301 yılında Moğollar bu meşhur ve mamur şehri zabtederek yağma ve tahrip ettiler. Bu tahrip o derece ağır oldu ki Hasankeyf bir daha eski halini bulamadı. Eyyubiler Moğolların istilası sırasında onlara tabii olarak yine devam etmiştir. Bu gün Hasankeyf’te ayakta olan pek çok yapı bu devre aittir. Sultan Süleyman Camii Kale (Ulu) Camii, Koç Camii ,El-Rızk Camii ,İmam Abdullah Zaviyesi Kızlar Camii bu devre ait yapılardır.

Kısa bir zaman Akkoyunlu hakimiyetine (1461-1482) girdi. Bu gün Hasankeyf’te bulunan Zeynel Bey türbesi Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e aittir. Akkoyunlulara ait Hasankeyf’teki tek eser budur.
1516 yılında ebedi olarak Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlılar şehri kısmen harap olmuş ve eski önemini kaybetmiş halde buldular

KAYNAKÇA:http://www.diyadinnet.com/YararliBilgiler

İSTANBUL

İstanbul, Türkiye‘de yer alan şehir ve ülkenin 81 ilinden biri. Ülkenin en kalabalık, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan en önemli şehridir.[2][3][4] Şehir, iktisadi büyüklük açısından dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa’da birinci, dünyada ise Lagos‘tan sonra altıncı sırada yer almaktadır.[5][6]

İstanbul Türkiye’nin kuzeybatısında, Marmara kıyısı ve Boğaziçiboyunca, Haliç‘i de çevreleyecek şekilde kurulmuştur. İstanbulkıtalararası bir şehir olup, Avrupa‘daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya‘daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir. Tarihte ilk olarak üç tarafı Marmara Denizi, Boğaziçi ve Haliç’in sardığı bir yarım ada üzerinde kurulan İstanbul’un batıdaki sınırını İstanbul Surları oluşturmaktaydı. Gelişme ve büyüme sürecinde surların her seferinde daha batıya ilerletilerek inşa edilmesiyle 4 defa genişletilen şehrin[7] 39 ilçesi vardır. Sınırları içerisinde ise büyükşehir belediyesi ile birlikte toplam 40 belediye bulunmaktadır.

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395-1204 ile 1261-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu‘na başkentlik yaptı.[8] Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu’na geçtiği 1517’den kaldırıldığı 1924’e kadar İslam‘ın da merkezi oldu.[9]

Son yıllarda birbiri ardına ortaya çıkartılan arkeolojik bulgularla insanlık tarihine ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. Yarımburgaz Mağarası‘ndan çıkarılan taş aletlerle, ilkel insan izlerinin 400.000 yıl öncesine dayandığı ortaya çıkmıştır.[10][11][12][13] Anadolu Yakası’nda yürütülen kazı çalışmaları ve bunlara bağlı araştırmalar, şehirde tarım ve hayvancılığa dayalı ilk yerleşik insan topluluğunun MÖ 5500’lere tarihlenen Fikirtepe Kültürü olduğunu göstermiştir.[14] Bu arkeolojik bulgular yalnızca İstanbul’un değil, tüm Marmara Bölgesi’nin en eski insan izleridir.[14] İstanbul sınırları içinde kent bazında ilk yerleşimler ise Anadolu Yakası’nda Kalkedon; Avrupa Yakası’nda Byzantion‘dur. Cumhuriyet dönemi öncesinde egemenliği altında olduğu devletlere yüzlerce yıl başkentlik yapan İstanbul, 13 Ekim 1923 tarihinde başkentin Ankara‘ya taşınmasıyla bu özelliğini yitirmiş; ancak ülkenin ticaret, sanayi, ulaşım, turizm, eğitim, kültür ve sanat merkezi olma özelliğini sürdüregelmiştir.[15]

Karadeniz ile Marmara Denizi’ni bağlayan ve Asya ile Avrupa’yı ayıran İstanbul Boğazı’na ev sahipliği yapması nedeniyle, İstanbul’un jeopolitik önemi oldukça yüksektir.[16] Bugün tamamına yakını doldurulmuş olan ya da kaybolan doğal limanları vardır. Bu özellikleri yüzünden bölge toprakları üzerinde uzun süreli egemenlik anlaşmazlıkları ve savaşlar yaşanmıştır. Başlıca akarsular Riva,Kâğıthane ve Alibey dereleridir.[17] İl toprakları az engebelidir ve en yüksek noktası Kartal ilçesindeki Aydos Tepesi‘dir.[17] İldeki başlıca doğal göller Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Durusu gölleridir.[17] İl ve yakın çevresinde, Karadeniz ile Akdeniz makro iklimleri arasında geçiş özellikleri görülür.[17] Hava sıcaklıkları ve yağış ortalamaları düzensiz; bitki örtüsü dengesizdir.[17]

kaynakça:wikipedia

DİYARBAKIR

Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yapılan yüzey araştırmalarında, Yontma Taş Devri’nden (Paleolitik) başlayıp Cilalı Taş Devri’ne (Neolitik) kadar uzanan tarihi izlere rastlanır. Bunun en güçlü kanıtı, Silvan yakınındaki Hassuni Mağara Kenti ve Ergani yakınındaki Hilar Mağaraları. Yine Dicle Nehri ve kolları üzerindeki Eğil ve Çermik ilçesindeki Sinag Çayı kabartmaları bu gerçekliği kanıtlar nitelikte.
Yapılan arkeolojik kazılarda, kentin Cilalı Taş Devri’nden günümüze dek aralıksız bir yerleşime sahip olduğu açığa çıktı. En eski köy yerleşmelerinden biri olan Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Qotê Ber Çem (Çayönü Höyüğü), günümüzden 10 bin yıl önceye ait tarımcı köy topluluklarının varlığını kanıtlar nitelikte.

Yüzey araştırmaları, Çayönü Höyüğü’nde yaşamın M.Ö. 7500-5500 yılları arasında aralıksız olarak, daha sonraki yıllarda ise belirli aralıklarla sürdüğünü göstermektedir. İnsanların göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcı toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri bu yerde, günümüzdeki kent uygarlığının ilk temelleri atılmıştır. “Neolitik Devrim” olarak da bilinen yerleşik ve tarıma dayalı bu yaşam biçimi, beslenme
ekonomisi, insan-doğal çevre ilişkileri ve kültür tarihiyle ilgili buluşlarıyla da birçok ilki içerirken, bu yönüyle de, dünya uygarlık tarihine ışık tutmaktadır.

Kent merkezinin tarihinde ise Diyarbakır surlarının kuzeydoğu kısmında yer alan İçkale yerleşkesinin önemi büyüktür.Yerleşkenin içinde bulunan Amida (Virantepe) Höyüğü’nde yapılan arkeolojik kazılarda, M.Ö. 3. bin yılda kente Hurriler’in, 2. bin yılda ise Mitanniler’in egemen olduğu ortaya çıkmıştır. M.Ö. 1260’a dek egemenliklerini sürdüren Hurri ve Mitanniler’den sonra kentte sırasıyla; Asurlular, Aramiler (Bit-Zamani Krallığı), İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni Tigran Krallığı, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar egemenliklerini sürdürmüştür. Farklı inançların, dillerin ve kültürlerin beşiği Diyarbakır, kendisine egemen olan tüm uygarlıklara ev sahipliğiyaparak, düşünenlerin ve üretenlerin kenti olmayı başarmıştır. Diyarbakır, Karacadağ’ın bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle Vadisi’nden 100 m kadar yükseklikte, bir düzlük üzerinde yer alıyor.

Diyarbakır, Roma İmparatorluğu’nun  doğudaki en büyük kent sınırı, Akkoyunlular ve Mervaniler Dönemi’nde başkent, Osmanlılar Dönemi’nde 25’e yakın merkezi yöneten bir eyalet konumunda. Ayrıca Artuklu, Emevi ve Abbasiler döneminde de önemli bir ticaret ve kültür merkeziydi. Her dönemde yeniliğin, aydınlanmanın, kültürün ve sanatın merkezi olma özelliğini korudu ve sürdürdü. I. Dünya Savaşı’na kadar Diyarbakır’da Arapça,
Türkçe, Kürtçe’nin Kurmanci ve Zazaca lehçelerini konuşan Müslümanlar, Ezidiler, küçük bir Musevi cemaat ve çeşitli Hıristiyan mezheplere mensup (Ortodoks ve Katolik Ermeniler, Ortodoks ve Katolik Süryaniler, Protestanlar, Nasturiler, Keldaniler ve Rumlar) halklar birlikte yaşıyordu. Diyarbakır bu yönü ile Osmanlı’nın doğu vilayetleri içinde en kozmopolit merkezdi.

KAYNAKÇA:

www.diyarbakir.bel.tr/

 

İstanbul

İstanbul, bu dönemde adı Byzantionolan antik bir Yunan şehir devleti olarak kurulacak, kısa zamanda gelişip güçlenecek ve dönemin merkezi gücü Roma İmparatorluğu tarafından ele geçirilecektir. Romalilar tarafından Byzantion, latinleştirilecek ve Byzantium olarak Roma İmparatorluğu’nun önemli şehirlerinden biri haline gelecek, adı değiştirilecek önce Byzantium sonra Augusta Antonina diye anılacaktır.İstanbul’un bu dönemde adı Konstantinopolis olarak değişmiş, önce Roma İmparatorluğu’nun sonra Bizans İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmıştır. Bizans başkenti Konstantinopolis yaklaşık 1000 yıl boyunca Orta Doğu’ya hakim bir şehir konumuna yükselmiştir.

  • Roma başkenti Konstantinopolis ve geç Roma dönemi (330-395)[değiştir | kaynağı değiştir]

İstanbul’un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğunun Doğu-Batı ayrışmasından 65 yıl önce başlamıştır. Byzantion 330 yılında İmparator Büyük Konstantin’in isteğiyle ‘Nova Roma (Yeni Roma)’ olarak Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapılır, kentin ismi imparatorun ölümünden sonra onun anısına Byzantium’dan Konstantinopolis’e çevrilir. Roma’nın istilası ve yıkılmasıyla onun yerine geçen Konstantinopolis, 395’de ikiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun ardılı devlet Doğu Roma İmparatorluğu’nun Resim2Resim3

MARDİN

MARDİN …

GEÇMİŞİN AYNASI, GELECEĞİN DÜNYASI

Tarih pozitif bilimin ışığında ilk insanın yaşayıp geliştiği yöre olarak Mezopotamya olarak gösterir. Tarihi belgeler ilk yazının M.Ö. 3500 – 4000 yıllarında Mezopotamya’da yaşayan Sümerler tarafından bulunduğunu kanıtlar. İşte bu denli engin bir tarihe sahip olan Mezopotamya Mardin’i de içine alan bir bölgedir. Diğer bir ifadeyle Mardin Mezopotamya’nın bir parçasıdır. Bu nedenle Mardin ve civarı tek kelimeyle tartışmasız dünyaya ilk gelen insanların ilk durağı, il gelişi çoğaldığı medeniyeti icat edip tüm dünya insanlarına ihraç ettiği ilk ekip biçen bir yöredir. Dünya için bu denli değerli bir yörenin sahibi olmak sadece benim gibi Mardinli olanlar için değil tüm Türk dünyası için bir onur olmalıdır. 20. asrın ikinci yarısında hızla gelişen teknolojiye Türkiye’mizin diğer illerine oranla daha çabuk uyum sağlayan illerin başında hiç kuşku yok ki bu ilimiz gelmektedir. Dahası yakın bir tarihe kadar hatta günümüzde bile medeniyetler çatışması ve kültürel çekişmelerin şiddetini arttırdığı bir dönemde dini inançları, farklı din mensupları, mezhep farklılıkları ve din savaşlarının kan dökülmesine müsait olduğu bir ortamda; Mardin’de bu durumun imkansız olduğunu ve ilde M.Ö. 3500 yıldan beri yaşayan Süryaniler, Müslüman Türkler, Yahudiler, Yezidiler, Şemsiler asırlardır kavgasız, gürültüsüz yaşamakta, birbirlerine öyle kenetlenmişlerdir ki örf, adet, gelenek ve görenekleriyle, sosyal yapılarıyla birbirlerinden kültür alış-verişi yoluyla sevgi ve barışı alıp vermişlerdir.indir

Şehrin isminin nasıl doğduğu hakkında birkaç görüş ileri atılmıştır. J.Won Hammer Mardin’e Marde denildiğini ve bunun eski Yunan coğrafi terimlerinden türediğini ortaya atmıştır. Vakidi’ye göre ise Heraklius tarafından gönderilen bir kumandanın buraya gelerek öldürüldüğünü, buraya bir kale inşa edildiğini daha sonra kızının bunun karşısına bir kale yaptırıp Din öldü manasına gelen Arapça Mete–Din’den de türediği kabul edilir. Yakut’a göre ise Mardin Marit kelimesinden gelip çoğulu ifade eder. Her ne sebeple olursa olsun Mardin kelimesinin telaffuzunda mertlik, din, kutsallık anlamları vardır. Mezopotamya’dan Sümer krallığına, Elamlılar’dan Babiller’e, Hititler’den Urartular’a, Persler’den İskender İmparatorluğu’na, Selçuklular’dan Osmanlılılar’a ve nihayet Türkiye Cumhuriyet’ine dahil olarak kültürel varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Dilerseniz şehre bir gezintiye başlayalım…

Mardin, Midyat eşiği – Mardin adı verilen doğu–batı doğrultulu dağ kitlesinin güneye bakan yamacı üzerinde 1100 m. eğimle kurulmuş 2500 m. uzunluğunda 800 m. Genişliğinde uzanan bir bant gibi uzanır. Şehri dış saldırılara karşı kuşatan surlardan hiçbir kalıntı yoktur. Mardin kalesi şehrin en yüksek yerinde 1200–1800 metrelik bir saha üzerindedir. Mardin’in doğusunda kalan bölgeye ise Cebel–i Tür veya Tur–Abdin adı verilir. Kuzeybatısı ise mazı ağaçlarıyla örtülü olup Masius İzala adını alarak Mazıdağı şeklinde bilinir. Şehrin ortasında evlerin çoğu taştan olup, bazısı da bağdadidir. Damları toprakla örtülüdür. Bu kalın toprak örtü evlerin içini kışın sıcak, yazın serin tutmaya yarar. Birçok tarihi yapılardan camiler, kiliseler, medreseler, hanlar hamamlar bu daracık sokak aralarına ve mahallelere serpiştirilmiştir. Şehrin kuzeyindeki Mardin kalesinin hemen arkasında meşhur Zinnar bağ ve bahçeleri vardır. Mardin’in bir ana caddesi olup yakın tarihte ikinci bir ana cadde de açılmıştır. İşyerleri ve dükkanlar bu iki caddenin sağında ve solunda sıralanmışlardır.

Midyat; Tur–Abdimidyat_4-uwds1jyw.y3in (ibadet edenlerin dağı) olarak bilinen ve Sasaniler tarafından kurulduğu sanılan çok eski bir merkezdir. Özellikle Bizanslılar döneminde kilise kalıntılarına rastlanmaktadır. İlçede Artukoğullarından kalma tek bir cami ayakta kalabilmiştir. En önemli mimari yapıtı ise Deyr-Ul Umur diğer adıyla Mar Gabriel Manastırı gelir. Midyat’ ın bir mahallesi olan Estel bölgesine ise hükümet binaları, resmi daireler yapılarak mimari değiştirildiği gibi ilçe merkezileştirilmiştir. İlçede ayrıca tarihten gelen gümüş telkari, kuyumculuk, ipek dokuma gibi el sanatları azalsa da varlığını sürdürmektedir.

Mardin Kalesi: Kalede tek bir burç ayakta kalmıştır. Kalenin içinde oyulmuş kayalar ve ambarlarmardin-kalesi-aslna-donuyor_QhfdZ_haber_ici vardır. Kızıltepe Ulu Camii’de görülen tuğla örgüsünün aynısını burada görmekteyiz. 1930 yılındaki incelemesinde Gabriel, kale kapısının üzerinde altı satırlık bir kitabe ve iki aslandan söz eder. Uzunluğu 800 m., yüksekliği 1200 m.’dir . En dar yeri 30 m. olup daralan yerden tek bir çıkışı vardır.

Ulu Camii: Caminin ilk kuruluşu ve geçirdiği devirler hakkında kesin ve inandırıcı

1679744-mardindeki-uc-guzel-zinciriye-medresesi-ulu-camii-mezopotamya-ovasibilgiler mevcut değildir. Geniş bir avlusu olup biri doğudan biri batıdan açılan küçük eyvanlı kesme taştan iki kapısı vardır. Mihrabı ile ünlüdür. Süslü minaresi, kuzey kısmında kalan Şafii Camii olarak kullanılan bölümü, dilimli kubbeleriyle şehrin tam orta kısmında bulunan en büyük camilerinden biridir. Yapının kitabelerinden Selçuklu çiçekli kufi parçaları caminin 11. y.y.’da yapıldığını gösterir.

Deyr–Ul Zafaran Manastırı: Bir anlamda Mardin ’ in dış dünyaya açılan kapısıdır. Çünkü yüzyıllarca Süryaniliğin dini merkezi olarak buradan yönetilmiştir. Özellikle batıdan pek çok hrıstiyan buraya hacı olmaya gelir. Manastır; Kal’ıtmara mevkinde bulunan bir bina topluluğudur. Üç yanı kayalıklarla çevrili ve cephesifft5_mf324207 yalnız güneye açık bulunan manastır binaları 4. y.y.’da yapılmıştır. Manastırı tehlikeden koruyacak ve papazların gizlenebilecekleri tavanı yekpare ve düz taşlardan yerleştirilen beton, çimento kullanılmadan yapılan bir sanat harikasıdır. Oda aralarında birkaç taş merdivenle ikinci kata çıkılır. Alt katında geniş avlunun katında küçük eyvanların içerisinde sıra odacıklar, zemin katta, üstte birçok odalar vardır. İbadet yeri ve kilise kısmında Süryani patriklerinden 52 ’sinin mezarı burada bulunur. Manastır, ceylan derisi üzerine yazılmış dünyada eşi bulunmayan bir İncil ile ünlüdür. Mozaikler, mihraplar aynen muhafaza edilmektedir. 1600 yıllık mazisi vardır.

Deyr–Ul Umur Manastırı: Midyat’ta yüksek bir tepenin en üst noktasında bulunur. Mardin yapıtlarının en ünlülerinden biridir. Manastır zaman zaman yapılan ilavelerle genişlemiş, personelin su ihtiyacını karşılamak için devrin en büyük su sarnıcı inşaatı o devirde gerçekleşmiştir. Uzunluğu 40, genişliği 36, yüksekliği 25 arşınlık üç kemer üzerine oturtulmuştur.

Bu manastırların dışında Mar Yusuf Kilisesi, Mar Bıtrus Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Behirmiz Kilisesi, Mar Şmuni Kilisesi, Mar Behnam Kilisesi, Mar Mihail Kilisesi, Deyir Buhre Manastırı, Mar İzozoil Manastırı, Mar Yakup Manastırı, Mar Behnam Manastırı, Meryem Ana ve Theodoros Mabetleri yer alır.

Mardin’de taş oymacılığı sizin de gördüğünüz gibi mimariye yön vermiştir. Mardin sadece bu yapıtlarıyla değil, kütüphaneleri, farklı inanca ait türbe ve ziyaretleri, gümüş telkari işi ve kuyumculuğu, yemek kültüründen yaşam

Hamamları ise; Emir Hamamı, Macaristan Hamamı, Radviye Hamamı, Yenikapı Hamamı, Ulu Camii Hamamı’dır.

Kervansarayları; cadde üzerinde yer alan, ortada alçak bir girişleri olup iki yanlarında dükkan olan üst katlarında tonozlu daireler bulunan değerli taş yapılardır. Kayseriye, Revaklı Çarşı bunlardan bazılarıdır.

Firdevs ise; Mardin’deki tarihi bir köşkün adıdır. Geniş bir havuzu, sebili olan bir eyvanın içinde yer alır. Günümüzde ise; Vali konağı onun yanında yer alır.

MARDİN’İN YÖRESEL YEMEKLERİ

Mardin’in kendine has yemekleri muhtelif gıda maddelerinin severek olusturdugu bir lezzet yumagıdır.Sanki bu yemekler,agza layık harikalar olusum sürecindeyken,gizli bir el tarafından işlenmiş,dünyanın en güzel tatlarına bezenmiş hissini verir meraklılarına….Yemek bir kültür olayıdır.Kültür,bir yöre halkının,belirli bir toplumun yarattığı maddi ve manevi değerlerin toplamıdır.Bu değerler tarihi kalıntılarda olabileceği gibi,yasamın en önemli halkalarından biri olan yemeklerde de yer bulabilir.Yöremizde yetişen bitkilerin yardımıyla,hava sartlarının ve yaşam tarzının belirleyiciliğiyle,yemekler geleneksel bir boyut kazanır.Mardin mutfağının zenginliği,gelmiş geçmiş milletlerin kültür birikimlerinden Mardinli’lerin medeniyetteki tekamül sürecinde kendilerini yenilemedeki yetenekleri ve sosyal açıdan sahip oldukları açılımla ilgilidir.Çeşitli dinlerin dinsel törenleri için hazırlanan yemekler,dogum ve ölüm sonrası geleneksel günler ve ayinler için özel olarak oluşturulan hayratlar…

1.Corbalar: Lebeniye,Un Corbası,Mercimek Corbası,Kelle Paca,Nohut Corbası,Corten,Ginedir Corbası,Domates Corbası…..
2.Kebablar: Soğan Kebabı, Patates Kebabı……
3.Et Yemekleri: Malzum,Kibbe,Mardin Çiğköftesi,Kelle Paca,Dobo,Firkiye,Güvec,Havuc Türlüsü……
4.Tavalar-Kızartmalar-Kavurmalar: Semizotu Tavası,Patates,Patlıcan,Biber,Kabak,Havuc Kızartması….
5.Köfteler: İçli Köfte (İkbebet), Aya Köfte (Irok), Çiğköfte, Mercimekli Köfte (Bello) ,Cevizli İçli Köfte ,Kitel Raha….
6.Dolmalar-Sarmalar: Patlıcan Dolması,Biber Dolması,İşkembe Dolması,Kaburga Dolması,Kabak Dolması,Hindi Dolması,
Kuzu Dolması,Güvercin Dolması,Domates Dolması,Tavuk Dolması…..
7.Pilavlar: Sehriyeli Bulgur Pilavı,Kınepleli Pilav,Mercimekli Pilav,Gasore,Ihşene,Coban Pilavı….
8.Hamur İşleri: Sembusek,Cevizli Börek,Susamlı Patates Böreği,Lor Böreği…..
9.Zeytinyağlı Yemekler: Zeytinyağlı Yaprak Sarması,Kıneble,Melemen,Nohut Meftunesi….
10.Piyazlar-Salatalar: Patates Salatası,Çoban Salatası,Beyin Salatası,Acur Salatası….
11.Tatlılar-Pastalar: Sütlaç,Davk Bi Dips,Peynir Helvası,Harire,Asure,Zerde,Un Helvası,Zingil,Kahıyye,Davk İl May,Tahinli Helva….
12.Tuzlular: Icce,Kişnişli ve Kırmızı Pul Biberli Tandır Cöregi…
BİLAL ÇOŞKUN
20141223066 HİT(İÖ)2.SINIF
1 2 3 4 16