Kastamonu

Kastamonu’nun, arkeolojik bazı kazı ve yüzey araştırmaları sonucunda Paleolitik dönemden günümüze kadar kesintisiz bir kronolojiye sahip olduğu görülür. Anadolu arkeolojisi içerisinde bölge üzerine pek araştırma olmaması nedeniyle Kastamonu üzerine bilgiler de özellikle erken dönemler için çok yetersizdir. Kısıtlı sayıdaki yüzey araştırması ve kazı çalışmasına bakarak elde edilen veriler ise bölge arkeolojisinin Anadolu tarihi açısından yine de önemli olduğunu vurgular. Yapılan araştırmalar bölgenin Paleolitik dönemle birlikte neolitik, kalkolitik ve erken tunç dönemlerine kadar kesintisiz bir yerleşime sahne olduğunu gösterir. Son yıllarda Cide ve Şenpazar ilçelerinde yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarında bölgenin Epipaleolitik Dönemde de yerleşim gördüğü ele geçen bulgularla belirlenmiştir

.images

Bölgemize dair tarihsel bulgular Orta Tunç Döneminde daha da aydınlanmaya başlar. MÖ. II. Bin Anadolu tarihi coğrafyasına bakıldığında Kastamonu ve çevresinde Pala ve Tummana adı verilen kavimlerin yerleşik olduğu görülür. Bu topluluklardan Pala Kültürünün kullandığı dile Palaca adı verilirken, çivi yazısı formatındaki yazılarını içeren çok az sayıda kil tablete de Hitit kazılarında rastlanmıştır. Büyük ihtimalle Transkafkasya kökenli olan bu kavimler yakın akrabaları olan Hititler ve Luwiler ile aynı çağlarda Anadolu’ya gelmiş ve bu bölgeye yerleştikleri düşünülmektedir.

MÖ II. Binin sonlarında bölgedeki kültürel yapı Kastamonu’nun Devrekâni ilçesi sınırlarındaki Kınık kazıları ile ortaya konmuştur. Bu kazılardan elde edilen gümüş sanat eserleri klasik Hitit sanatının özelliklerini yansıtırken, kazılarda bulunan diğer arkeolojik buluntular da bölgenin Erken Tunç (MÖ. 3000) döneminden itibaren iskân edildiğini gösterir.

Kınık kazıları, Hitit kültürünün somut kanıtlarını Kastamonu’da ortaya koyarken bir yandan da bu kazılarda bulunan özel bir metal kap sayesinde de önemini ortaya koydu. Taprammi Çanağı adı verilen üzerinde kabartma şeklinde av sahneleri bulunan kap, ismini üzerindeki Hitit hiyeroglifleri ile yazılmış “Taprammi” kelimesinden alır. Bu kelime bir isim olmakla beraber, bu ismin Hitit’in başkenti Hattuşa’da çok önemli bir tüccara ait olduğu da vakit geçmeden belirlendi.

MÖ. 1200’lü yılların sonlarına doğru Hitit Devleti yıkılırken Anadolu, özellikle Balkanlar’dan gelen Trak Kavimlerinin tarafından istila edilmişti. Bu Trak kabilelerinden olan ve özellikle Eskişehir Afyon dolaylarında hâkimiyeti bilinen Frigler Kastamonu bölgesinde de siyasal bir güç olmayı başarmışlardı. M.Ö. 7. Yy’da Kimmer istilasına maruz kalan bölge, daha sonra Lydia kralı Alyettes’in Kimmer tehlikesini ortadan kaldırması ile kral Kroissos döneminde ( MÖ. 561-546 ), Lydia egemenliğine girmiştir. MÖ. 546 yılından itibaren ise bölgede Pers hâkimiyeti başlar.

indir

M.Ö. I. Bin olarak anılan çağla birlikte Kastamonu Bölgesi Paphlagonia olarak adlandırılır. Bu bölgenin halkı açık olmamakla birlikte batıdan yani Balkanlar’dan gelmiş bir Thrak boyunun uzantısı olduğu düşünülebilir. Antik tarihçilerden Ksenphon, Paphlagonia bölgesinde“Kotys” adlı bir liderden söz eder ki, bu isime Thrakialılar arasında sık rastlanır. Ancak, Thrak göçlerinden etkilense bile bölge, halkının önemli bir bölümünün bu bölgede MÖ. II. Binyılda yaşadığı bilinen Palaların devamının olması daha da mümkün görünmektedir.

Yazılı kaynaklarda Paphlagonia Bölgesinden ilk bahsedilen yer ünlü ozan Homeros’un Troya Savaşını anlattığı İlyada adlı eseridir. Homeros bu eserinde Paphlagonialıları Pylamenes ve oğlu Harpalion önderliğinde Akhalara karşı Troyalıların saflarında savaşan onurlu bir halk olarak gösterir.

Anadolu’da başlayan Pers hâkimiyeti ile Papahlagonia Phrygia satraplığına bağlanmıştır. Aynı yıllarda yani M.Ö. 6. yy’da bölgenin kıyı kesimleri Ionia Bölgesi şehri olan Miletos tarafından kolonize edilmeye başlamıştır. M.Ö. 333 yılına gelindiğinde Büyük İskender yönetimi altına giren bölgede M.Ö. 298 yılında Ktistes Mitridates tarafından Pontus Devleti kurulmuştur.

Bölge MÖ 1. yy’da Romalı General Gnaeus Pompeus Magnus tarafından Roma İmparatorluğuna dâhil edilmiş ve uzun yıllar boyunca Roma hâkimiyetinde kalmıştır. Bölgede daha sonra Bizans hâkimiyeti MS 1211 yılına kadar devam etmiş, bu tarihten sonra da bölgede Türk-İslam egemenliği altına girmiştir.

54225,118jpg

Antik dönemin başlarında “Paphlagonia” olarak adlandırılan Kastamonu ve bölgesinde M.Ö. 65-64 yıllarından itibaren Roma hâkimiyeti yaşanmaya başlar. Roma bölgenin kültür dokusuna nüfuz edemese de kendini bölgenin metropolisi yani başkentliğini de yapan Taşköprü’deki antik Pompeiopolis kentinde gösterir.

Bu antik kent M.Ö. 64 yılında kurulmakla birlikte en güçlü zamanını Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un damadı olan Klaudius Severus’un valilik yaptığı dönemde (M.S II. yy) yaşamaya başlar. Bu yöneticiyle birlikte Pompeiopolis başkent konumuna yükselir. Kent, Paphlagonia Bölgesinde “Metropolis Sebaste” yani Paphlagonia’nın ana ve kutsal şehri konumunda anılmaya başlar.

M.S. 150–300 yılları arasında başkentliği devam eden kentin M.S. 325’ler itibariyle piskoposluk olarak temsil etmesi bölgede Hıristiyanlığın yayılmaya başladığını göstermektedir. M.S 536–553 yıllarında başpiskoposluğa yükselen kent M.S 13. yy’a kadar piskoposluk listelerinde var olmaya devam etti.

Pompeiopolis antik kentinde 2006 yılında bu yana Kastamonu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Latife Summerer başkanlığındaki uluslararası bir ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Antik kentin ana yapısının belirlenmesine yönelik yapılan kazı çalışmaları kentin fiziksel yapısını ortaya çıkarmaya başladı.

Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma yapılmamıştır. Kentin ismine dair birkaç farklı görüş olsa da günümüzde Bizans Döneminde bölgede hüküm süren Komnen Sülalesine atfen bulunan isimlendirme akla yakın gelmektedir. Bu isimlendirme kökeni ise Komnenlerin Kalesi anlamına gelen Kastra-Komnen olmasına karşın aynı sülale dönemi yazılı kayıtlarında Kastamonu, Castamon olarak görülür.

M.S. 11–12 yüzyılda Bizans İmparatorluk ailelerinden Komnenoiler’e ait tahkimatlı bir yerleşim olarak karşımıza çıkan kent, 1084 yılı ile itibariyle Emir Kara Tigin Bey komutasındaki Türklerin eline geçer. Bu tarih ile Türklerle tanışan Kastamonu, 1211 yılına kadar Bizans ve Türklerin arasında sürekli el değiştirir.

images (1)

1084 yılında Türklerle tanışan Kastamonu, Bizans ve Türkler arasında uzun yıllar boyunca el değiştirdi.1180 tarihi sonrasında bölgeye sıklaşan Türk akınları vardır. Bu akınlar sonrasına Kastamonu, 1211–1212 tarihlerinde Anadolu Selçuklu Devletine bağlı Emir Hüsameddin Çoban Bey tarafından kati suretle Türklerin eline geçmiştir.

Hüsameddin Çoban Bey, I. Keykavus döneminde (1211–1219) Melik ülumera (Beylerbeyi) unvanı taşıyordu. Çoban Bey, I. Alaeddin Keykubad’ın tahta çıkışında (1219) Konya’ya giderek bağlılığını bildirmesi sonucu I. Alaeddin Keykubad da onun beylik belgesini yenilemişti. Yöredeki geniş Türkmen kitleleriyle birlikte Çoban Bey, bir uç beyi olarak, Bizanslarla sürekli savaştı ve 1223’te Kırım’a yapılan sefere de katıldı. Bu tarihten sonra kaynaklarda adına rastlanmayan Çoban Beyin öldüğü yer ve zaman bilinmemektedir. Yerine geçen oğlu Hüsameddin Alp Yürek’in de yaşamı ve beylik süresi üstüne bir şey bilinmiyor. Onun dönemi üstüne bilgilerimizin yokluğu, 1243 ten sonra Anadolu Selçukluları’nın Moğol egemenliğine girmesiyle de ilgilidir. Nitekim 1258 tarihli bir belgeden yöre gelirinin Vezir Tuğrayi’ye verildiği anlaşılmaktadır.

1211-1212 tarihi ile birlikte Kayı Boyundan olan Emir Hüsameddin Çoban Bey tarafından bölge tamamen Türk hâkimiyetine geçirilir ve böylece Kastamonu’da Çobanoğulları Beyliği kurulur. Yaklaşık olarak 1295’li yıllara kadar hüküm süren bu beylikten sonra, Eflâni tımarına bağlı Şemseddin Yaman Candar tarafından yine Kastamonu merkezli Candaroğulları Beyliği kurulur. Bu dönemde kent bir ilim ve sanat merkezi haline gelerek, dönem Türk-İslam dünyası içerisinde saygın bir konuma yükselir.

Eflâni tımarına bağlı Şemseddin Yaman Candar tarafından kurulan beylik, Kastamonu’yu sınırlarına 1309 yılında I. Süleyman Paşa döneminde katar. Daha sonra merkezini Kastamonu’ya taşıyan beylik, dönem Türk İslam dünyası içerisinde bir ilim ve sanat merkezi olarak bilinir. II. Süleyman Paşa (1385–1392) döneminde Osmanlı Devleti ile yakın ilişkilerde bulunan beylik, I. Kosova Savaşında Osmanlı’ya yardım etmesine karşın belli bir süre sonra I. Murad Döneminde kendi topraklarında Osmanlı istilasına uğrar. Halkın Süleyman Paşa tarafına isyan etmesi ile tekrar beyliğe katılan Kastamonu, 1461 tarihinde Fatih Sultan Mehmed tarafından Osmanlı Devleti sınırlarına katılarak önemli bir sancak haline getirilmiştir.

Candaroğulları Beyliği, son beyi İsmail Bey zamanında en güçlü dönemini yaşamıştır. Bu dönemde İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmed’e destek veren beylik, dönemin kültür hayatında  Niksarlı Muhyiddin gibi öne çıkan isimleri de Kastamonu,’da uzun yıllar misafir etmiştir. İsmail Bey aynı zamanda bugün bile önemini koruyan Hulviyyat adlı fıkıh kitabını da kaleme almıştır.

Stitched_008

Osmanlı imparatorluğu döneminde, idari taksimat bakımından, geçmişten gelen bir yönetim merkezi olma özelliğini sürdüren Kastamonu Sancağı, doğuda Samsun, batıda İzmit, güneyde Kalecik ve kuzeydeki doğal sınırı olan Karadeniz sahili ile imparatorluğun geniş bir eyaleti olarak, cumhuriyete kadar bir idari merkez konumunu sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu Döneminden Fatih Sultan Mehmed Han’ın kardeşi Cem Sultan yaklaşık 4 yıl kadar Kastamonu Valiliği görevinden bulunur. Bir kültür merkezi olma özelliğini bu dönemde de sürdüren Kastamonu’da; Osmanlı Bilim Dünyasının yön verici ailelerinden olan Taşköprüzadeler gibi çok önemli bir bilim ailesinin de çıktığı yerdir.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yapılan yeni değişikliklerle Kastamonu 12 ilçesiyle birlikte, bir il olma özelliğini korumuştur.
Milli Mücadele Yıllarında Kastamonu

Kastamonu, Türk İstiklâl Savaşı sırasında en çok şehit veren illerden biri olmanın yanı sıra, ordunun silâh, cephane ihtiyacının nakledildiği İstanbul-İnebolu-Ankara güzergâhının güvenliğini de sağlamıştır.

Çanakkale Savaşları ile birlikte Milli Mücadele’de de çok önemli rol oynayan Kastamonu, bu savaşın kazanılmasında önemli bir etken olan İnebolu-Ankara lojistik hattında, İnebolu mavnacılarından başlayarak, kağnı kollarını çeken Şerife Bacılar, Halime Çavuşlar, Necibe Nineler ve 10 Aralık 1919 tarihinde Anadolu’nun ilk kadınlar mitingini yapan kadınlarına kadar anıtsallaşan isimlere ve efsaneleşen olaylara da imza atmıştır.

Kastamonu, İstiklâl Savaşında işgal altında kalmadı ancak işgal edilen vatan topraklarındaki yurttaşlarımızın acılarını paylaştı. Daima Millî Mücadele’nin destekçisi oldu. Ordunun lojistik ihtiyaçlarını karşıladı. Diğer yandan, Ankara (2045) ve Konya (2316) ile birlikte en çok şehit ve gazi veren ilimiz olma şerefine de kavuştu. Kastamonulu 1988 şehidin anısını yaşatmak amacıyla 1983 yılında bir şehitler anıtı yaptırıldı.

Türkiye’de bir ilk ve tek olarak T.B.M.M. tarafından 9 Nisan 1924 tarihinde İnebolu ilçemiz Mavnacılar Loncasına verilmiş olan Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası ve Vesikası’da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilimize vermiş olduğu yüksek onurlardan bir diğeridir.

kastamonu-da-deniz-suyu-numuneleri-temiz-cikt-6230229_o

Kastamonu Karadeniz’e 170 km’lik bir sahil şeridi bulunan ve bu noktada ülkemizin Karadeniz’e en geniş sahili olan ilidir. Bu sahil şeridi üzerinde Kastamonu’nun, Cide, Doğanyurt, İnebolu, Abana, Bozkurt ve Çatalzeytin olmak üzere 6 ilçesi bulunmaktadır. Kastamonu kıyıları, Karadeniz’in genel yapısı yanında barındırdığı doğal koy ve barınaklarla da farklılık göstermektedir. Sahil üzerinde; doğal plajlar, dalış alanları ve limanlar yer almaktadır.

 

Denize dik inen sahil şeridindeki doğal orman örgüsü çok çeşitli bitki çeşitliliğine sahiptir. Kastamonu sahil şeridi Sinop ve Amasra arasında yeşil ile mavinin buluştuğu oldukça otantik ve doğal bir yapıya sahiptir. Bu şeritten geçen karayolu, motorlu taşıtların yanı sıra bisikletli yolculuklar içinde eşsiz bir avantaja sahiptir. Sahil şeridi doğanın kucağında bir yolculuğun yanı sıra; birçok tarihi kale, kalıntı ve özgün yapısını koruyan mimarileri ile balıkçı köylerinin de görülebileceği bir seyahati mümkün kılmaktadır.


KÜLLİYELER VE CAMİİLER

 

Özellikle Kastamonu kent merkezi küçük bir yerleşim olmasına karşın eskisi yaklaşık olarak 800 yıl geriye giden ve sayısı 6 olan külliyelere sahip olması; kentin tarihsel anlamada ne kadar gelişkin bir eğitim ve kültür hayatına sahip olduğunu göstermektedir.

indir (1)

Arkeoloji Müzesi:

Müze, 1917 tarihinde Milli Mimari akımının kurucusu Mimar Kemaleddin Bey’in planını çizdiği binada hizmet görmektedir. 1945 yılında müze, depo olarak hizmete başlamış 1951 yılında da resmi açılışı yapılmıştır.

Eser sayısı bakımından ülkenin önde gelen müzelerinden biri olan Arkeoloji Müzesinde 2008 rakamlarıyla 50’bini sikke olmak üzere 51.874 (50.545-1329) eser bulunmaktadır.

Müze üç ana bölümden oluşmakta. Birinci bölüm taş eserler seksiyonu adı altında, heykeller, mezar stelleri ve lahitlerin sergilendiği bölümdür. Bu bölümün en ilgi çeken ve önemli eserleri bir tümülüs mezar kazasından bulunan lahit içerisinde eşyalarıyla birlikte sergilenen mezar sahibi bir Satry heykelidir.

İkinci bölüm M. K. Atatürk ve Şapka İnkılâbı bölümüdür. Bilindiği üzere Mustafa Kemal Kastamonu ziyaretlerinden Şapka İnkılâbına ilişkin ikinci nutkunu şu anda müze binası olan dönem CHP Halk Fırkasında vermişti. Seksiyonda Atatürk’e ait eşyalar ile inkılâba ilişkin dokümanlar sergilenmektedir.

Üçüncü bölüm ise kronolojik bir sıra ile Kastamonu ve çevresinde ele geçmiş, taş, metal, pişmiş toprak, cam eserleri tarih öncesinden Bizans dönemine kadar sergilemektedir. Bu bölümde birbirinden ilginç ve önemli eserler bulunmaktadır. Bu eserlerden en önemlileri ise Devrekâni Kınık kazılarında bulunmuş olan madeni eserlerdir.

Dinsel ritüellerde kullanıldığı bilinen bu kaplardan özellikle boğa başlı ryhton denilen kaplar, öte taraftan üzerinde Hitit hiyeroglifi ile yazılmış bilgilerin bulunduğu çanak da çok önemlidir. Bu çanakta hiyeroglifle Taprammi ismi yazılmıştır. Çanağın en özelliği ise üzerindeki betimlemelerde iki yaban hayvanının çiftleşmesi gösterilmektedir. Bu ülkemizden bulunan hiçbir Hitit Dönemi eserinde yer alan bir betim değildir. Eser bu haliyle bile müzeyi başlı başına önemli kılmaktadır. Bu gruptan bir diğer eser de kazılar sırasında bulunan sorguçlu miğfere sahip asker heykelciği ki yine benzer bir eser de hem Türkiye hem de dünya müzelerinde pek yer almaz.

Aynı kazılarda bulunan yine Hitit Dönemi camdan üretilmiş deniz kabuğu da dünya arkeolojisi için nadide örneklerden biri durumundadır. Daha geç dönemlere ait sorguçlu miğferi olan asker heykelciği de çok önemlidir.

 

Etnografya Müzesi:

Etnografya Müzemizde 1997 yılında restorasyonu tamamlandıktan sonra 1887 yılında yapılmış olan Liva Paşa Konağı gibi oldukça seçkin bir mekânda bulunmaktadır.

Bodrumuyla birlikte dört katlı olan bu konağın 3 katın aktif olarak kullanılmaktadır. 1. katta Kastamonu’nun yakın geçmişine ilişkin fotoğraflara ait sergi ve müze kitaplığı bulunmaktadır. 2. kat ise Kastamonu’nun binlerce yıllık halk kültürünün ve zanaatlarının sergilendiği alandır. Urgancılık, dokumacılık, taş baskı, aimages (3)ğaç işleri, ayakkabı ve yemenicilik gibi bölümlerin bulunduğu bu alanda Kastamonu kültürünün köklülüğü ve gelişmişliği görülebilir.

Bu bölümdeki birbirinden değerli eserlerin içerisinde en değerlisi ise Kasaba Köyü Mahmutbey Cami’ye ait kapının varlığıdır. Bu kapı tek kelimeyle bir sanat şaheseridir ve Kastamonu’nun en değerli eserlerinden biridir.

Müzenin üst katı ise bir Kastamonu konağının yerleşiminin, odaların işlevlerinin mankenlerle canlandırıldığı bölümdür. Bu bölümün önemi de Kastamonu’daki kent kültürünün gösterilmesi, kent soyluluğun burada yerleşik olmasının ifade edilmesidir.

Şeyh Şaban-ı Veli Vakıf Müzesi:

2006 yılında Kastamonu ve bölgesindeki vakıf eserlerini ve Şeyh Şaban-ı Veli ve külliyesinde kullanılan eşyaların korunması, sergilenmesi için açılmış bir müzedir.

Son yıllarda Kastamonu çok önemli ve değerli işlere imza atmış olan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, bu işlerini bu müze ile değerlendirmiştir. Bir vakıf kenti olan Kastamonu’da bu köklü ve soylu uygulamanın en iyi gösterildiği alan işte bu müze olmuştur.

Müze Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi içerisindeki konaklardan bir tanesinde hizmet görmektedir. Müzenin sahip olduğu eserlerin büyük bir bölümü Kastamonu’dan, bir kısmı da Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün sorumlu olduğu illerden toplanan eserlerden oluşmaktadır. Müzedeki ana eser grupları, kandiller, el yazmaları, Şeyh Şaban-ı Veli’nin kişisel eşyaları, halılar ve hatlardır. Birbirinden değerli bu eserler arasında Şeyh Şaban-ı Veli’nin kişisel eserleri, 1600’lü yıllardan kalma ve çok önemli bir geleneği gösteren Sadaka Taşı, 1182 yılından kalma el yazması Kuran-ı Kerim ve stil kritik açısından Kastamonu’ya özgü olan kandiller oldukça ilgi görmektedir.

 

 hb_b_13100140_l-b

Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi 75. Yıl Cumhuriyet Müzesi:

2000 yılında Kastamonu Hükümet Konağı’nı yapan Ulusal Mimarı Akımının öncüsü Mimar Vedat Adına oluşturulan Kültür Merkezi oluşturulmuş, alan 2007 yılında ekleme ve geliştirmelerle bugünkü görünümü almıştır.

Oluşturulan kompleks içerisinde 75. Yıl Cumhuriyet Evi Özel Müzesi, Dantel Seksiyonu, Kitre Bebek Seksiyonu, 3 bölümlü galeri ile Rölyefli Salon bulunmaktadır.        Buradaki en önemli mekân ise 75. Yıl Özel Cumhuriyet Müzesi’dir. Müze içinde Arkeoloji Müzesinden geçici olarak sergilenmek üzere alınan silah seksiyonu ile Türkiye’de bir ilk ve tek olan Şapka seksiyonu yer almaktadır. Kültür Merkezinin kalbi olan bu yer M. K. Atatürk’ün Şapka ve Kıyafet İnkılâbını gerçekleştirdiği Kastamonu için de çok önemlidir. 2007 yılında kurulan müzede şu ana kadar yüzyıl başından günümüze kadar kullanılan bayan ve erkek şapkaları sergilenmekte, bir taraftan da koleksiyon geliştirilmektedir.

 

Kastamonu Valiliği Kent Tarihi Müzesi:

Kastamonu Valiliğine ait Kent tarihi Müzesi 2002 yılında Türkiye’de kurulan ilk kent müzesi ve kent arşivi çalışmalarından bir tanesidir.

Müze, 1902 tarihinde açılışı yapılan Hükümet Konağının alt katında hizmet vermektedir.

Ülkemize yeni oluşan bir anlayışın müzecilik formatlarından biri olan bu müzenin ana amacı Kastamonu arşiv ve dokümantasyonunun yapılabilmesidir. Bu açıdan bakıldığında müze yaptığı çalışmalarla Kastamonu üzerine belge, fotoğrafları dijital arşivlemeye gitmektedir. Öte taraftan oluşturulan kütüphanenin bir kısmı Kastamonu üzerine yayınlanan ya da Kastamonu’da yayınlanan basılı eserler üzerine ayrılmıştır.

Müzede bu değerle çalışma ve oluşturulmaya çalışılan koleksiyonun yanı sıra Türkiye’de yapılmış ilk el yapımı konsol piyano, Sanat Mektebinde yapılmış40 metrekareel yapımı halı ülkemiz açısından ünik eserlerdendir.

 

ANTALYA-KORKUTELİ-KÖSELER KÖYÜ

Korkuteli ilçesinin temelini teşkil eden Alâeddin Mahallesi ilçenin ilk yerleşim merkezidir. Korkuteli ilçesi Antalya iline bağlı Akdeniz bölgesi ilçelerindendir. Doğusunda Antalya merkez ilçesi, batısında Muğla Fethiye ilçesi ve BurdurGölhisar ve Çavdır ilçeleri, güneyde Kumluca ve Elmalı ilçeleri ve kuzeyde BurdurBucak ve Tefenni ilçeleri ile çevrili bulunmaktadır.

Yüzölçümü 2471 km2‘dir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1020 metre olup 1/4 oranında Akdeniz iklimi, 3/4 oranında göller bölgesi karasal iklim hüküm sürer. Soğuk hava göller bölgesinden, sıcak hava Akdeniz bölgesinden intikal etmektedir. Yılın dört mevsimi bariz olarak görülen ilçemizde hava sıcaklığı ortalaması kış aylarında genel olarak -5 °C ve yaz aylarında +25 °C olmaktadır.

Torosların başlangıcını teşkil eden Bey Dağları’nın AkdenKÖSELERiz’e bakan yüzünün arka kısmında oluşan düzlüklerin ve tepeciklerin hakim olduğu bir arazi yapısı mevcuttur. Doğal yapı olarak Bey Dağları’nın yamaçları ve etekleri çamlık fundalık ve ormanlarla kaplı olup, düz alanlar ise tarım alanı olarak kullanılmaktadır.

Doğal yapı olarak Bey Dağları`nın yamaçları ve etekleri çamlık fundalık ve ormanlarla kaplı olup, düz alanlar ise; tarım alanı olarak kullanılmaktadır. Korkuteli ilçesinin 101.465 hektarı tarım alanı, 5800 hektarı çayır-mera, 100.339 hektarı orman ve fundalık, 351 hektarı su yüzeyi, 40.313 hektarı tarım dışı ve meskûn sahalardan oluşmaktadır. Tarım alanının 116 hektarı orman sahası içerisinde bulunmaktadır.

Ayrıca burada Osmanlı şehzadesi Sultan Korkut (Korkut) eğitim görmüştür ve lalalığını burada yapmıştır. Bu yüzden Korkut`un ili anlamındaki Korkuteli ismi şehrin adı olmuştur.

KAYNAK:http://tr.wikipedia.org/wiki/Korkuteli

MUĞLA / MİLAS

   MUĞLA

  Muğla İli, ülkemizin güneybatı köşesinde, Toros kıvrım sistemiyle Batı Anadolu kıvrım sisteminin iç içe girdiği dağlık ve engebeliğin Menteşe yöresinde yer almaktadır. Dağları örten kıyıya inen ormanları ve geçmiş uygarlıkların kalıntılarıyla bezenmiş doyumsuz güzellikleri vardır.Akdeniz iklimi etkisinde kalan kara iklimi hüküm sürmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır.

MİLAS

 Milas, Muğla ilinin ikinci büyük yerleşim bölgesidir. Sodra Dağı’nın eteklerinde, kendi adıyla anılan ova üzerinde kurulmuştur. Arkeolojik araştırmalara göre kentin kuruluşu MÖ 10. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Adını rüzgarlar tanrısı Ailos’un soyundan gelen Mylasos’dan aldığı hakkında bir efsane vardır, ancak bu efsaneden ileri gidememektedir. Milas, önce Karia’nın sonra Menteşe Beyliği’nin başkentliğini yapmıştır. Milas’ın antik ismi Mylasos ya da Mylasa’dır.Tüm Karia’nın ulusal tanrısı Zeus Karios Mabedi’nin yer aldığı Milas, Karialıların haç yeri durumunda idi. Her yanı mermer yapılar ve anıtlarla kaplı olan kent, haklı olarak “Mabetler Şehri” adını almıştır. 

 Milas’ın sınırları içinde 27 antik kentin kalıntıları vardır. Her ne kadar 27 antik kenti barındırarak, tarihi çekiciliğini öne çıkarsa da, doğal zenginliklerde barındırmaktadır. Milas yöresinde, iki göl var. Biri Bafa ve diğeri Tuzla gölleri. İkisi de denizden kopmuş, ikisi de tuzlu ama kuş zenginliği açısından büyük önem taşıyorlar. Bafa gölü; Milli park olarak ilan edilerek koruma altına alınmış. Binlerce kuş barınıyor. Güllük deltasında ise, Tuzla sulak alanı bulunuyor. 

 Milas bölgesinde, zeytinyağlı yemekler yaygındır. Mumbar dolması, kabak çiçeği dolması, keşkek, çiçek kızartma, börülce, çaykama böreği , tatlı olarak ise ; zerde, mutlaka tadılması gereken bir lezzettir.

 Milas, turizm açısından her türlü olanağa sahip olmasına rağmen bugüne kadar turizmde hak ettiği yeri alamamıştır. Kendisine 43 km mesafede olan turizmin başkenti Bodrum’un gölgesinde kalmış, turizmden istenilen payı elde edememiştir.

Bafa Gölü, Muğla/Milas, Heraklia

KAYNAK: http://www.cografya.gen.tr/tr/mugla/

                      http://www.turkcebilgi.com/milas

                      http://www.gezi-yorum.net/mugla-milas/

MUĞLA/Bodrum/Gümüşlük

MUĞLA

    Muğla, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık yirmi dördüncü şehridir. 2013 itibarıyla 866.665 nüfusa sahiptir. Ege Bölgesi’nde, topraklarının küçük bir kısmı Akdeniz Bölgesi içine giren, Ortaca, Dalaman, Fethiye, Marmaris, Milas, Datça ve Bodrum gibi tatil yöreleri ile ünlü bir yerleşim yeridir. İlde 13 ilçe bulunur.Antik Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri olan Muğla, bilinen tarihi boyunca başlangıçta Anadolu’nun yerli halkı Karyalıların, ardından kısmen ve kısa dönemler halinde Mısır, Asur ve İskit işgallerinin, zamanla da özellikle kıyılarda Helenistik kolonizasyon hareketinin egemenliği altında kalmıştır. Önce Medler, daha sonra Persler Muğla’yı idareleri altında almışlar ve bölgeyi bir satrap aracılığıyla yönetmişlerdir.Muğla, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve her devirde önemini korumuş bir bölgedir. İslam hâkimiyetinden önceki medeniyetler tarafından Karya, İslam hâkimiyeti sonrasında da Menteşe ismini alan bölgenin ismini nerden aldığı konusu açık değildir.Muğla, Akdeniz iklimi etkisinde kalmaktadır.

       Muğla şehrinin içinde bulunduğu Menteşe Yöresi’nde dağlar denize paralel uzanmaktadır. 800 m. yüksekliğe kadar olan alanlarda ‘Asıl Akdeniz İklimi’ ve daha yüksek alanlarda ‘Akdeniz Dağ İklimi’ hissedilir. Maksimum-minimum sıcaklık değerleri, nemlilik, yağış miktarı ve hakim rüzgar yönleri yerel coğrafi koşullara göre değişmektedir. Metrekare’ye 1000 mm’den fazla yağış alan Muğla, orman oranı bakımından Türkiye’nin en zengin olan yörelerinden bir tanesidir. Ne var ki yağışların büyük çoğunluğu kış mevsiminde düşer ve yaz kuraklığı belirgindir. Dağların denize paralel uzanmasının ve yükseltinin bu yörede Ege Bölgesi’nin genelinin aksine daha fazla olmasının diğer bir sonucu olarak ulaşım doğu-batı yönünde zorlaşır ve nüfus seyrekleşir.

BODRUM

     Bodrum, Muğla ilinin 13 ilçesinden birisi ve ilçenin yönetim merkezidir.İlçe günümüzde önemli bir turizm merkezi olması ile anılmaktadır ki bunda Bodrum’un kendine has bazı özellikleri olması etkilidir. Bodrum sadece Türkiye’de değil dünyada da turizm açısından bilinen bir ilçedir.Bodrum’un antik çağdaki adı Halikarnassos’dur. Türkçe Halikarnas olarak okunmuştur. Aziz Petrus Kalesi(Castle of St. Peter) adı verilen kale ile birlikte şehrin Aziz Petrus’a adanmasıyla şehre Petrium adı verilmiştir. Bu isim zaman içerisinde önce petrum sonrapotrum ve en sonunda Bodrum olarak okunur olmuştur.

Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Mausoleum Halikarnassos şehrinde inşa edilmiştir. Depremler ve istilaların etkisiyle zamanla yıkılan mozolenin mermerden taşları Bodrum Kalesinin yapımında kullanılmıştır. Kaleyi 15. yüzyılda Hristiyan Şövalyeler inşa etmiştir. İnşaat 100 yıllık bir sürede tamamlanmıştır. Papa kalenin bitmesi için kalenin yapımında çalışanlara endülijans kağıtları dağıtmıştır. Bodrum şehri Anadolu toprakları üzerinde en son ele geçirilen hristiyan toprağıdır. Şehir II. Mehmed zamanında kuşatıldıysa da ancak I. Süleyman’ın Rodos Seferi sırasında ele geçirilebilmiştir.

 

Bodrum Kalesi bugün Dünyanın en büyük 2. Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermektedir. Doğu Akdeniz’de ayakta kalan en sağlam kaledir. Bodrum şehri ise pek çok kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır.

GÜMÜŞLÜK

     Gümüşlük, Ege Bölgesi’nde Muğla ilinin Bodrum ilçesinin bir mahallesidir.Son derece temiz denizi, doğal güzellikleriyle el değmemiş ormanların uzandığı bir kıyıda konumlanmış yerleşim merkezidir.

Balık restaurantlarıyla yerli yabancı turistlerin uğrak mekanıdır.Myndos, Bodrum yarımadasının batı ucunda, bugünkü Gümüşlük beldesinin yanındaki Bozdağın üzerinde kurulmuştur. Myndos sözcüğü etimoloji yönünden incelendiğinde “Ana Tanrıça’ya Tapınma” anlamına gelir. Aynı zamanda Luwi dilinde de buradan “Munda” olarak söz edilir. Ayrıca Herodotos’da da bir ilk çağ kenti olarak ismi geçer. Myndos’un arkasındaki tepelerde, uzun burnun ucunda gümüş ocakları bulunuyordu. Daha sonra buraya verilen Gümüşlük ismi de bu maden ocaklarından kaynaklanıyordu. Tarihçi Pausanias’a göre Halikarnassosla beraber Troizen kökenli göçmenlerce kurulmuştur. Plinius ise Eski Myndos diye adlandırdığı alanda Leleg yerleşimi olduğunu söyler. Aslında Myndos’un ilk sakinleri Leleglerdir. MÖ 4. yüzyılda Pers Satrabı Mausollos’un Halikarnassos’a taşımadığı iki Leleg yerleşiminden biridir.

ANTALYA/HİSARÇANDIR

Antalya sahip olduğu arkeolojik ve doğal güzellikler sayesinde “Türk Rivierası” adını almıştır. Deniz, güneş, tarih ve doğanın sihirli bir uyum içinde bütünleştiği Antalya, Akdeniz’in en güzel ve temiz kıyılarına sahiptir. 630 km. uzunluğundaki Antalya kıyıları boyunca, antik kentler, antik limanlar, anıt mezarlar, dantel gibi koylar, kumsallar, yemyeşil ormanlar ve akarsular yer alır.

Palmiyelerle sıralanmış bulvarları, uluslararası ödül sahibi marinası, geleneksel mimarisi ile şirin bir köşe oluşturan Kaleiçi ve modern mekanları ile Türkiye’nin en önemli Turizm Merkezi olan Antalya, Aspendos Opera ve Bale Festivali, Uluslararası Plaj Voleybolu, Triathlon, Golf Müsabakaları, Okçuluk, Tenis, Kayak yarışmaları vb. etkinliklere, 1995 yılında açılan Antalya Kültür Merkezi ile de plastik sanatlar, müzik, tiyatro, sergi gibi birçok kültürel ve sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır.

HİSARÇANDIR

Antalya ilinin Merkez ilçesine bağlı bir orman köyüdür. Köyün adına dik bir kayanın üzerinde bulunan antik surlar nedeniyle hisar denilmiştir çandır ismi yöreye verilen genel addır. Yarbaş çandır köyü ile arasında bir ayrım olması için hisar eklenmiştir. Köyün aslının honamlı yörüklerinden olduğu konya ve ısparta yöresinden geldikleri ve tahminen 250 yıldan bugüne bu köyde yaşadığı bilinmektedir. Yerel şive konya ısparta muğla manisa yöresi yörüklerine benzemektedir. 1850’lerde bu köyden geçerek tarihi likya yolunu izlyen ve anılarını yazan scatt ve forbes isimli iki ingiliz seyyahın verdiği bilgilerde bu yöndedir. Köyün gelenekleri tipik Antalya gelenekleriyle aynıdır. Antalya merkezine 45 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa ve ormancılığa dayalıdır.

Kaynak: http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/antalya-nedir+antalya-hakkinda-bilgi

ISPARTA/YALVAÇ

ISPARTA

Ege, Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerinin kesiştiği Göller Bölgesi denilen noktada yer alan Isparta ili, Eğirdir, Kovada ve Gölcük gölleri, Kovada ve Kızıldağı Milli Parkları ile zengin bir fauna ve floraya sahiptir. İnanç Turizminin merkezi Yalvaç ilçesi Anadolunun kültür zenginliğini tüm ihtişamı ile yansıtmaktadır.Kayak Merkezinin yeraldığı Davraz Dağı, doğa yürüyüşü ve nehir sporlarına elverişli kanyonlar, mağaralar ve dağları ile pek çok doğa sporlarının yapıldığı merkezdir. Isparta’nın turizm kapısı Eğirdir, alternatif turizm cennetidir. Dağcılık, trekking, rüzgarsörfü, yamaç paraşütü, kampçılık turizm çeşitlerinden birkaçıdır.
Davraz Dağı Kayak Merkezi: Dağcılık sporuna gönül verenlerin, zirve yüksekliği 2637 metre olan Davraz dağındaki yeni mekanını teşkil etmektedir. Bunun yanında gül ürünleri, halı dokuma ve elmalarıyla önemli bir konuma sahiptir.

YALVAÇ

1990 sayımına göre toplam nüfûsu 85.053 olup, 28.028’i ilçe merkezinde, 57.025’i köylerde yaşamaktadır.Merkez bucağına bağlı 21, Bağkonak bucağına bağlı 9 köyü vardır.Yüzölçümü 1415 km2, olup nüfus yoğunluğu 60’tır. İlçe toprakları genelde dağlıktır.Kuzeyinde Karakuş Dağları ve Sultandağları, güneyinde Güllüce Dağı, güneybatısında Kirişli Dağı yer alır. Dağların iç kesiminde orta yükseklikte düzlükler vardır. Dağlardan kaynaklanan suları Hoyran ve Yalvaç dereleri toplar.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri elma, buğday, üzüm, arpa, şekerpancarı, patates, armut, soğan ve haşhaştır. Hayvancılık gelişmiştir. Koyun ve sığır besiciliğinin yanında az miktarda Ankara keçisi de beslenir. Tuğla, kiremit fabrikaları ve tabakâneler başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi Eğirdir Gölü havzasının kuzeydoğusunda SultanDağlarının eteklerinde kurulmuştur. Deniz’den yüksekliği 1160 metredir. Akşehir’i Senirkent üzerinden Denizli ve Isparta’ya bağlayan karayolu ilçeden geçer.Târihi çok eski devirlere dayanan bir yerleşim merkezidir.İsmini Oğuz Beylerinden Sakız ve Emir boyuna mensup Yalvaç Beyden almıştır.İlçe belediyesi 1864’te kurulmuştur.

Kaynak: http://www.kisa-ozet.org/isparta-hakkinda-bilgi/

Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/isparta/ilceler.html

ANTALYA/KEMER

Antalya ve çevresinde, asırlardır süzülen iki hayat tarzının da mirası vardır. Türkler buraya ilk geldiklerinde yerleşik düzene hemen uymuşlar; köy, kasaba ve şehirler kurmuşlardır. Nüfusun bir kesimi ise Türklerin Anadolu’ya gelmesinden önce olduğu gibi konargöçer hayatı sürdürmüştür. Birbirine akraba en az 15-20 aile, kıl çadırlarda yaşar, yazın dağlara çıkar, kışın ise kışlak denen sıcak ovalara inerlerdi. Deve, koyun gibi hayvanları yetiştirir bunlardan ürettikleri ürünleri, yerleşik halkın ürünleriyle değişerek ya da satarak geçinirlerdi. Et, süt, yağ üretirler, kıl çadır ve doğal kökboyalı kilim dokurlardı. Kışlaklarda dar alanlara tahıl, sebze ekenler bile olurdu. Bugün Avrupa’nın en önemli müzelerini süsleyen Türk kilimleri, bu insanların el emeği göz nurudur. Günümüzdeki halk müziği kültürünün çok büyük bir kısmı konargöçerlerden mirastır. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi Türk halk şiiri ve müziğinin en büyük ozanları, bu kültürün temsilcileridir. Eskiden beri kırsal kesimdeki köylerde yerleşik hayatı sürdürenler kendilerini, “yerli, köylü” gibi tabirlerle nitelendirirler. Bugün Türkiye, çağdaş modern hayata en iyi uyum sağlayan, teknolojiyi en iyi şekilde kullanan ülkelerden biridir. Ama hem nostaljik hem de kültürel değeri olan, binlerce yıldır devam eden hayatı sürdüren, birkaç küçük konargöçer grubu kalmıştır günümüzde. Sayıları da birkaç yüz kişiyi geçmez. Hazin bir biçimde, o hayat tarzından sadece develer kalmıştır. Yörüklere has ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Antalya’nın yerli halkı bugün bile imkân bulduğunda yazın Gömbe, Sütleğen, Alanya gibi yaylalara çıkar.  Yörüklerin beslenme tarzının temelini, hayvancılık ve buğdaydan elde edilen besinler belirler. Kıyı şeridinde az da olsa yaş sebze üretilmesine karşın iç bölgelere gidildikçe buğday ve kuru sebze ağırlık kazanır. Antalya’da dünya mutfaklarının tamamına turistik otel ve lokantalarında bulmak mümkündür. Ama yöreye has yerel yemekler şunlardır: Saç kavurması, Tandır kebabı, Kölle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlaması), Domates civesi, Hibeş, Arapaşı . Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Antalya’da, kışlar ılıman ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçer.  Karayolu, havayolu ve denizyolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Antalya havalimanı uluslararası hava trafiğine açıktır. Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya’da eski evlerin yapımında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiştir. Gölgeli taşlıklar ve avlular hava akımını kolaylaştıran özelliklerdir. Depo ve hol görevi yapan girişi ile üç kat üzerine kurulmuştur.

KEMER

Akdeniz kıyısında, Antalya’ya 40 kilometre uzaklıkta olan bir ilçesidir. 80’li yılların başına kadar küçük bir köy iken son 20 sene içinde açılan tesislerle Türk turizminin en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Batı Toros Dağları’nın eteklerinde ve 52 kilometre kıyı şeridi boyunca uzanan Kemer ilçesi, Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Bugün Kemer’in bulunduğu yerde, 1910’lu yıllarda Eski Köy adı ile bilinen ve dağlardan gelen seller sonucu göl ve bataklıklardan oluşan bir yerleşim yeri vardı. Eski Köy halkı, kendilerini bu sellerden korumak için, dağların eteklerinde 23 kilometre uzunluğunda bir taş duvar ördüler. Sonraları, bu duvar nedeniyle köylerine Kemer diyeceklerdir.

1960’lı yıllara kadar karayolu olmadığı için, ulaşımı sadece deniz yolundan sağlanan Kemer, 1980 sonrasında uygulanan Güney Antalya Turizm Projesi kapsamında yol ve diğer altyapı değerlerine kavuşarak hızla gelişmiş ve bugün Türkiye’nin en gözde turizm merkezlerinden birine dönüşmüştür. Kemer ilçesi ile Kiriş, Tekirova, Çayova, Aslanbucak, Kuzdere, Beycik, Çamyuva, Göynük, Beldibi, Çıralı gibi yerleşim yerleri, antalya turizminden son derece önemli bir yer tutar.

Kemer’ in başta gelen çekiciliklerinden birisi doğal güzelliğidir. Deniz, orman ve dağlar bir noktada birleşmektedir. Denizin berraklığı, ormanın yeşilliği, deniz dalgalarının çam ağaçlarına kadar uzanmasıve çam ağaçlarının plajlarda gölgelik olarak kullanılması oldukça cazip gelmektedir. Beldibi mevkiinden başlayarak Tekirova’ ya kadar olan tüm kıyı tamamen doğal plajdır. Girintili çıkıntılı kıyılarında birçok koy ve küçük doğal limanlar bulunur. Kemer merkezinde bulunan plajlar Belediye plajı, yat limanı yanında bulunan Ayışığı Plajı’dır. Antik kentin hala ayakta durduğu ve milli park olan Phaselis plajı gibi yerlerde rahatlıkla denize girmek mümkündür. Konaklama tesislerinin havuz ve plajlarından da ücret karşılığı yararlanmak mümkündür. Kemer’den yakınında bulunan Olympos ve Phaselis antik kentlerine ulaşmak mümkündür. Son yıllarda Söğüt Cuması, Altınkaya, Dereköy gibi yüksek yerlere safari turları da oldukça ilgi çekmektedir.

Kaynak: http://www.dirmilinsaat.com/default.asp?islem=menudetay&id=574&catid=552&detay=evet

Kaynak: http://www.kemer.gen.tr/genel.php

1 14 15 16