YILDIZ TİLBE

page_yildiz-tilbe-profesyonel-ordu-kurulsun_278855785  İzmir’in Konak ilçesine bağlı Gültepe semtinde gecekondu mahallesinde doğmuş olan Yıldız Tilbe ailesinin altı çocuğundan en küçüğüdür. Ailesi içinde “Yadigar” takma adıyla hitap edilmiştir. Annesinin adı Altun, babasının adı Ali’dir. Orta ikinci sınıfta okuduğu Mustafa Rahmi Balaban Okulunda eğitimini bırakmak zorunda kalmıştır. Çok küçük yaşlardan beri şarkı söylemeye başlamıştır. 18 yaşından önce evlenmişti. Sezen Burçin adında bir kız çocuğu oldu.1989 yılında boşandı. Daha sonra 5 yıl evli kaldığı Güngör Karahan’dan ayrılmıştır.

    Sonraları İzmir’de çeşitli gece kulüplerinde şarkıcılık yapmaya başlamıştır. Sahneye ilk olarak 1990 yılında Cengiz Özşeker’in patronu olduğu bir clubta başlamıştır. 1991 yılının sonlarında Sezen Aksu, Tilbe’nin ismini duyup kendisini dinlemeye gelmiş ve vokalistlik teklif etmiştir. İki sanatçı tanışmış, Tilbe vokalistlik teklifini kabul ederek İstanbul’a gelmiş, Sezen Aksu’nun evine taşınmıştır. Sezen Aksu’ya konserlerinde ve albümlerinde vokallik yapmıştır. Sezen Aksu ile yolları ayrıldıktan sonra İstanbul’un gece kulüplerinde şarkı söylemeye başlamıştır. Bu sırada Cem Özer’in “Laf Lafı Açıyor” isimli programında solistlik teklifi almış ve bir süre programın solisti olarak şarkı söylemiştir. Bu programda kazandığı ün ile albüm teklifleri alarak 1994 yılının yazında ilk klibini Cenk Torun’la birlikte oynadığı “Delikanlım” adlı parçaya çekti. Bu yıllarda birçok sanatçıya gözde olan şarkılar vermiş, vokaller yapmıştır.

   1996 yılında narkotik şube tarafından sanatçının evine yapılan baskında bir miktar esrar bulunmuş ve Tilbe üç gün gözaltında tutulmuş ardından serbest bırakılmıştır. Esrardan kurtulmak için Balıklı Rum Hastanesinde bir süre tedavi görmüştür. Yazdığı şarkılarda hüzün, aşk ve ayrılık konularını edinmiş olan Yıldız Tilbe şarkıları ve bestelerinde romantik konuları işlemiştir Tarz olarak pop ile başlamış ve repertuvarını genişleterek arabesk, halk müziği ve sanat müziği formlarını da kullanmıştır.2006 yılında yayınlanan ve sanatçının maxi-single çalışması olan Tanıdım Seni, 6 şarkı ve 2 versiyonla toplamda 8 şarkı barındırıp, sanatçının 11. albümüdür. Albümdeki tüm şarkıların söz ve müziği Yıldız Tilbe’ye aittir.

Albümleri

*1994: Delikanlım

*1995: Dillere Destan

*1996: Aşkperest

*1998: Salla Gitsin Dertlerini

*2001: Gülüm

*2002: Haberi Olsun

*2003: Yürü Anca Gidersin

*2004: Yıldız’dan Türküler

*2004: Sevdiğime Hiç Pişman Olmadım

*2005: Papatya Baharı

*2006: Tanıdım Seni

*2008: Güzel

*2009: Aşk İnsanı Değiştirir

*2010: Hastayım Sana

*2011: Oynama

*2013: Yeniden Eskiler Arabesk

*2014: Şivesi Sensin Aşkın

Kaynak :http://www.sabah.com.tr/yildiz-tilbe-kimdir

SAGOPA KAJMER

sagopa-kajmer-40_8085427-1173_1200x630Yunus Özyavuz veya bilinen adıyla Sagopa Kajmer (d. 17 Ağustos 1978, Samsun, Türkiye), Türk rap sanatçısı, müzik yapımcısı ve DJ. Kendisi gibi rap sanatçısı olan Kolera ile evlidir.

Sagopa Kajmer’in anlamı

Müzik hayatında kullandığı ismi Sagopa, Mısır’da bir piramidin adıdır. Birçok arkeolog bu piramidin sırrını çözmeye çalışırken, tuzaklara düşüp can verdikleri söylenir. En son, soyadı Kajmeri olan bir arkeolog, Sagopa’nın gizemini ortaya çıkartmış ve piramidin en gizemli yerine, son odasına girerek, duvara Sagopa’nın gizemini çözen anlamına gelen Sagopa Kajmeri kazımıştır. [kaynak belirtilmeli] Ancak bu arkeolog da (Gerhard Kajmeri) hava akımı yüzünden can vermiştir. Bu olaydan bir süre sonra piramide modern araçlarla giren bilim adamları, Gerhard Kajmeri’nin cesedini bulmuşlar ve piramide donanımsız girme cesaretinden dolayı bu adamın adını tüm dünyaya duyurmuşlardır.Sagopa Kajmer üniversite yıllarında bu makaleyi okuyup etkilenmiş ve bu yüzden bu mahlası seçmiştir.

Yunus Özyavuz, müzik yaşamına Samsun’da yerel bir radyoda DJ’lik yaparak başlamıştır. O sırada rapper M.C. (Rapper Mic Check ve DJ Mic Check adıyla) “Müstear” ismini kullandı. 1998’de yeraltı rap dünyasında hâlen varlığını sürdüren bir oluşum olan Kuvvetmira’yı kurmuştur. Kuvvetmira grubunda hâlen kendisi ve Kolera bulunmaktadır. 1999’da “Silahsız Kuvvet” mahlâsıyla Yeraltı Operasyonu isimli toplama albümünde yer aldı. 2001 ve 2002’de Silahsız Kuvvet mahlasıyla peş peşe Sözlerim Silahım ve İhtiyar Heyeti isimli iki albüm çıkarmıştır. Daha sonra Silahsız Kuvvet mâhlasını bırakıp Sagopa Kajmer mâhlasıyla müzik yaşantısına devam etmiştir. 2002 yılında Ceza ‘nın Med Cezir albümünün; 2004 yılında ise Rapstar albümünün prodüktörlüğünü yapmış, daha sonra ise bu iki sanatçının arası açılmıştır. Ardından Bir Pesimistin Gözyaşları (2004) ve Romantizma (2005) albümlerini çıkarmıştır. 2004’te Cem Yılmaz’ın G.O.R.A filmi için de müzikler hazırlamıştır. Al 1’de Burdan Yakşarkısına klip çekilmiştir.
Sagopa Kajmer, hem albümlerini kendi plâk şirketinden çıkartmak, hem de yeni yeteneklere kapı açmak amacıyla 11 Ağustos 2005’de eşi Kolera (Esen Güler Özyavuz) ile birlikte Melankolia Müzik isimli müzik şirketini kurmuşlardır. Sagopa Kajmer, bunu bir röportajında Boğulacaksak kendi denizimizde boğulalım dedik. şeklinde açıklamıştır. Bu ikili ve Kuvvetmira’da yer alan diğer rap sanatçıları 2006 yılında Melankolia Müzik’in, ilk albümü Kafile’yi çıkarmışlardır. Albümün prodüktörlüğünü yine Sagopa Kajmer üstlenmiştir. 2007 yılında Kolera ile düet albümleri olan İkimizi Anlatan Bir Şey’i dinleyicileriyle buluşturmuştur. 2008 yılında ‘En iyi albümüm’ dediği Kötü İnsanları Tanıma Senesi albümünü piyasaya sunmuştur. Ayrıca 2008 yılında MTV Türkiye tarafından Avrupa Müzik Ödüleri’nde Hip-Hop kategorisinden Türkiye’de yılın en iyisi olmaya aday olmuştur ve EMA Party’deki performansıyla ve seyircileriyle dikkat çekmiştir. 2008 yılında Melankolia etiketi altında Melankolia Wears da çıkmıştır. 2008 yılının sonlarında başlattığı DJ Benim yarışması ve 2009 yılında çıkardığı Yeraltı Kafilesi albümü ile rap müzikte genç yeteneklere önem verdiğini göstermiştir.
2010 yılında eşi Kolera ile ‘”Bendeki Sen” albümünü yayınlamıştır ve bu albüm hayli büyük ilgi görmüştür. 2010 yılında ilk kez düzenlenen TRT müzik ödüllerinde; halkın oylarıyla belirlenen Yılın Albümü dalında bu albümle ilk beşe girmiştir. En son albümü olarak da 2011 yılı içerisinde “Saydam Odalar” albümü piyasaya sürülmüştür.2012 yılında ise Istakoz ve 40 adlı şarkılarını internet üzerinden yayınlamıştır. 2013 yılı içerisinde yeni bir albüm çıkaracağını resmi Twitter hesabından duyurmuştur. Sagopa Kajmer, kendi orkestrası olan Pesimist Orkestra ile birlikte 2013 yılının Mart, Nisan ve Mayıs aylarında bir turne düzenlemiş ve turne kapsamında 15 tane şehirde konser vermiştir.

KAYNAK :http://unlulerinyasamlari.blogspot.com.tr/2013/06/sagopa-kajmer-ve-hayat.html

AZER BÜLBÜL

    hqdefault   1969 ‘da Kars Akyaka ‘da (Arpaçay) dünyaya geldi Azer Bülbül.Gerçek adı Sübutay Kesgin ‘ dir.

Daha sonra ailesi ile birlikte Almanya’ya yerleşti.Müzik yaşantısına “Garip Yolcu” albümü ile başlayan Azer Bülbül daha sonra Halk Müziği – Arabesk tarzında “Yalan Olur” , “Ben Sana Vurgunum” , “Fırat” gibi albümleri ile müzik yaşantısına devam ederken asıl patlamayı 1996 yılında çıkardığı “Ben Babayım” adlı albümü ile yapdı. Bu albümde yer alan “Yaralandınmı Ey Can ” , “Dokunmayın Çok Fenayım ” ve “Her An Herşey Olabilir” adlı parçaları ile büyük ses getirmiş ve sesini milyonlara sevdirmişdi.

Bazıları için “tek kasetlik ünlüydü” ve belkide “zamanla kaybolanlardan olacaktı” .Ancak Azer Bülbül “Ağıt“,”Zordayım” ve “Kör Kurşun” ile ardı ardına tek kelime ile “Klasik” olacak albümlere imza atıyor ve adını müzik dünyasına “Altın Harflerle”yazdırıyordu.

Artık Azer Bülbül milyonlarca hayranı olan , muhteşem sesiyle ,kendine has hareketleri ile Arabesk müzikte “Baba” lakaplı ender sanatçılardan birisi olmuşdu.

Daha sonra Azer Bülbül “Yalan Sevgiler” , “Başımda Bela Var” , “Bana Düştü” ve “Ateş Düştüğü Yeri Yakar” albümleri ile yeri doldurulamaz bir sanatçı olduğunu kanıtlıyor hayran kitlesi sınırları zorluyordu.Hatta artık en eski albümleri bile tozlu raflardan inip “Seçmeler” adı altında yeniden piyasaya giriyor “Üzülmedim ki” şarkısı yıllar sonra dillerde dolanıyordu.

Araya sessizlik giriyor.Bu arayı Azer Bülbül’ün ağzından dinleyelim :

“Her insanın hayatında kötü dönemler oluyor. Ben de birçok olumsuzluk yaşadım. Ama artık hepsi geride kaldı. 18 ay uyuşturucu tedavisi gördüm. 1,5 yıldır da temizim. Uyuşturucu kullandığım dönemde maddi manevi büyük zarar gördüm. Artık o günleri anmak bile istemiyorum.”

Uyuşturucuya Almanya’da başladığını söyleyen Azer Bülbül, iyi bir aile ortamına sahip olduğunu ancak arkadaş seçiminin onu bu noktaya getirdiğini söyledi.

Ve…. 2007 nin son günleri …Azer Bülbül ve yine muhteşem bir albüm ile dönüyor.Herkesin merakla beklediği albüm gecikmeli olarak çıkıyor.Ancak herkesin beklediğine değiyordu.
“Kalemin Kırıldı” albümü ; içerisindeki “Zorunamı Gitti”,”Alıştım” ve “Dayanamıyorum” şarkıları öncülüğünde dinleyenlerini mest ediyor,Azer Bülbül her zaman yaptığını tekrarlıyor yine herkesi kendisine hayran bırakıyordu…

KAYNAK :http://abdulbakimotcu.blogcu.com/azer-bulbul-un-hayati/2820828

ABDURRAHİM ALBAYRAK

1415455006678x369_Abdurrahim-Albayraka-surpriz-gorev-4z62tg7kmi

Adrenalin kalbini fazlasıyla yordu Albayrak’ın. Zaten o sevinç görüntülerinin internete ve televizyona yansıdığı Galatasaray-Bordeaux maçına da doktor izin vermediği için gidememiş, ofisinde maçı izlerken kendinden geçmişti. Bence o Galatasaray’ın en güzel sevinç fotoğrafı. Futbolcuların Abdurrahim Abisi, tez canlı, komik, heyecanlı, çalışkan Abdurrahim Albayrak… Röportaj için çarşamba gününü seçtik. Bilen bilir, bilmeyenler için yazalım. Her çarşamba Altur’da Karadeniz yemekleri günüdür. Abdurrahim Albayrak misafirleriyle Karadeniz yemekleri eşliğinde sohbet eder. Biz de önce karalahana çorbası, kuru fasulye, sarma ve baklava yedik, evet hepsini yedik ve ardından da sohbet ettik.

Almanya’da babamla inşaatlarda çalıştık

Siz nasıl Galatasaraylı oldunuz?
Bazı insanlar doğuştan Galatasaraylı oluyor. Ben onlardanım. Rizeliyim. Amcamın oğullarıyla cikletlerden çıkan futbolcu fotoğraflarını toparlardık. Köyde iki ya da üç radyo vardı. Radyo olan evlerin gençleriyle arayı iyi tutar, radyodan maç dinlerdik.

İlk maça ne zaman gittiniz?
1972 yılında babam Almanya’ya giderken beni yanına aldı. Rize’den İstanbul’a geldik. O dönemde Rize’den gelenler ilk olarak Kasımpaşa’ya gelirdi. Babam da Beni Almanya’ya yanında götürmek için yaşımı büyütmüştü, işte ilk o zaman İstanbul’a geldim. Babam bir tanıdığın otelinde beni bıraktı. Galatasaray’ın maçı vardı. Stadyum nerede bilmiyordum. O dönemde maçlar İnönü Stadyumu’nda oynanırdı. Ben Gümüşsuyu’na kadar yürüdüm. Stada girmeden yukarıdan o seyircileri ve uzaktan birkaç oyuncuyu gördüğümde dünyalar benim oldu. Sonra çıktım, bu sefer de oteli arıyorum. Babama maça gittiğimi ama stadyuma girmediğimi söyledim. Babam, “Keşke bana söyleseydin” dedi, inan Almanya’ya götürmesine sevindiğim kadar sevindim buna da. n Almanya’da ne yaptınız?
İnşaatlarda çalışıyorduk. Çok çalıştık. Orada da radyom vardı ama yattığımız yerde radyo Türk kanallarını çekmiyordu. Baraka gibi bir yerde yatıyorduk, demir tellerden anten yaptım, oradan da maçları dinledim.

Akşamları babama pilav yapar, çamaşırlarını yıkardım

Kaç yıl kaldınız Almanya’da?
Almanya’da 16 ay kaldım. Babam dönmemi istemedi ama ben “Dönüp askerliğimi yapacağım, burada çalıştığım gibi Türkiye’de de çalışsam para kazanırım” dedim. Almanya’da hiç izin yapmıyordum. Hafta sonları da evlere işe gidiyordum, badana, tamirat yapıyordum. “Privat” diyorlardı, peşin para alıyordum o işlerden, o para da bana çok tatlı geliyordu. Babam ise hafta sonları gezerdi. Ben hafta sonları da çalışınca iyi para biriktirdim. Akşamları da mesaiye kalıyordum, harç makineleri yıkardım, temizlik yapardım. Almanlar da beni severdi ek mesai yazarlardı. Ayrıca akşamları da babama yemek yapardım, çamaşırlarını yıkardım, pilav yapmayı öğrenmiştim, tencerenin ortasına tahta kaşığı dikerdim. Bir de babam yemeği beğenmez bana fırça atardı. Kardeşlerimi, annemi çok özlüyordum ama para kazanma hırsı da vardı bende.

Minibüs şoförüyken bir Mercedes geldi ve hayatım değişti

Dönünce ne yaptınız?
Askerlikten sonra minibüs aldım. Bir gün Edirnekapı-Habibler hattında şoförlük yaparken minibüsün önüne bir Mercedes geldi, içinden iki adam indi. Biri Niyazi Adıgüzel, diğeri Bedrettin Dalan. Bana, fabrikaları olduğunu, onlara servis yapıp yapmayacağımı sordular. Beni fabrikalarına götürmek istediler. Onlar önde ben arkada gidiyoruz. Git git bitmiyor. Korktum, yanımda da kardeşim var. “Kapıları kilitle” dedim ve geri dönmeye başladım. Önümü kestiler, “Ne oldu?” diye sordular. “Abi siz bizi kaçırıyor musunuz?” dedim. Bu sözümden etkilenmişler. Fabrikanın ileride olduğunu söylediler. Az sonra göründü fabrika ve hayatım değişti.

Servise başladınız…
Evet. İşçilerle çok iyi anlaşıyordum, herkesin sevdiği biri olunca bana yol gösterdiler. Bir minibüs alıp “Şu hatta işlet” dediler. Ben her gün bir lira biriktirdim. Babam Almanya’dan döndüğünde de hesap cüzdanını önüne koydum, gözlerine inanamadı. Bir minibüs daha aldım. İşler öyle öyle büyüdü.

Şu anda Altur’da kaç kişi çalışıyor?
Şu anda 8 bin kişi çalışıyor. 78 bin kişiyi her gün işine götürüyoruz. Ayrıca araç satış yerim var. Avrupa’nın en çok araç satanları arasındaydık ama bu yıl ne olur bilemiyorum. Krizden çok etkilendik, işler durdu. Ayda 300 araba satarken şimdi ayda 30 araba satıyorum.

Komutanım maçtayken beni anons ettirerek buldu

Gelelim Galatasaray fanatikliğine… Biraz önce söz askerlikten açılmıştı…
Jandarma Bölge Komutanı’nın şoförüydüm. Adana’daydım. Jandarma olduğum için tüm maçlarda sahaya girerdim. Komutanla Kayseri’ye teftişe gittik. O hafta sonu Kayserispor-Galatasaray maçı vardı. Ben komutan teftiş yaparken taksiye atlayıp stadyuma gittim. Maçın en heyecanlı yerinde hoparlörlerden anons yapıldı. “Jandarma Bölge Komutanı’nın şoförü Abdurrahim Albayrak acele Alay’da bekleniyorsunuz” diye. Ben kalpten vuruldum! Maçın en heyecanlı yeri. Biraz geç çıktım stadyumdan. Komutanım beni bekliyor. “Neredeydin?” dedi. “Maçtaydım” dedim. Beni çok severdi, “Ne oldu maç?” dedi, ben “Müsaade etmediniz ki izleyeyim” dedi. Güldü.

Askerlikte de çok risk almışsınız…
Bir keresinde de Hatay’ı teftişteyiz. Daha önce Antep teftişindeyken maç dinlemek için kendime radyo almıştım. Bizim Trabzon’la maçımız vardı o hafta sonu. Gökmen gol attı, heyecanla sıçradım, radyoyu yere vurmuşum. Komutan da yukarıda, benim radyoyla elimde hoplayıp zıplamamı izliyormuş. Beni yanına çağırdı, “Ne yapıyorsun, maç mı dinliyorsun?” dedi. “Gökmen golü atınca radyoyu kırdım” dedim. Alay komutanının odasında dinledim maçı.

Siz hayatı maçlara göre mi planlanıyorsunuz?
Kesinlikle. Galip gelince problem yok.

Mağlubiyet karşısında ne oluyor?
Dünyayla bağlantım kesiliyor. Televizyonda tüm yorumları ve tekrarları izliyorum. Son Kocaeli yenilgisinde sabah 04.30’a kadar uyumadım. İşe gelince Galatasaray yenilmişse sekreterler yanıma gelemiyor.

Acıdan ve yediğimiz golden dolayı sabaha kadar bağırdım

Sizin serum şişesiyle maça gitme hikayeniz var, neredeyse ölüyormuşsunuz, ciğerlerinizden kan gelmiş…
O da var. Çok ciddi bir ameliyat geçirdim ciğerlerimden. 48 dikişim vardı. Herkes kötü durumda olduğumu biliyordu. Kadıköy’de Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı. Ben şoförüme, “Oğlum doktorlar benden maç bileti istiyor, iki bilet al gel” dedim. Plan yapıyorum. Bu arada doktorlar hastanede üşüyünce üstlerine siyah uzun bir palto giyiyor. Doktoruma “Arada dolaşırken üşüyorum bana o paltoyu bırakır mısınız?” dedim. Doktorum da bana inanıp bıraktı. Maç saati gelince o paltoyu üzerime aldım, direkt arabaya gittim. Şoföre “Yürü Kadıköy’e” dedim. Şoförüm “Abi yapma” diye ağlamaya başladı. Ben kaçıyorum. Bu arada elimde serum şişesi var, ayağımda da terlik. “Patron” diye ağlıyor şoför, yoğun bakımdan da yeni çıkmışım. Statta otururken ciğerimdeki kanlar serum şişesine boşaldı, biz gol yedik. Yanımda oturanlar suratımı görünce korkmuşlar, mosmorum. 2 saat içinde hastaneye geri döndüm. Herkes beni arıyor. Acil müdahale. Şoför söyledi maça gittiğimizi doktorlara. Bu arada tansiyon düşmüş, ciğerler kanama yapmış. 15 gün yanıma kimse giremedi. Yoğun bakımda kaldım. Korkunç ağrılar yaşadım. İlk gece sabaha kadar bağırdım ağrıdan, bu arada yediğimiz gol de aklıma geliyordu. Doktorum Cemalettin Ertekin Hoca sağ olsun beni topladı. Doktorum hâlâ hep kontrol eder beni.

Siz bu duruma engel olmak, duygularınızı, heyecanınızı biraz bastırmak için psikolojik yardım almayı ya da ilaç almayı hiç düşünmediniz mi?
İlaç verdiler. Aldım. Uyur gezer gibi oldum. Öyle maç mı izlenir? Ne anlıyorum belli değil. Böyle idare ediyoruz.

Bülent Korkmaz’a inanıyorum…

Siz şu anda yönetimde değilsiniz ama hâlâ futbolcularla çok yakından ilgileni-yorsunuz…
Sizle yemek yerken sağ olsun Bülent aradı. “Cumartesi sabahı direkt yanındayım” dedi. Duygulandım.

Sanırım yazmamda bir sakınca yok. Bu maç heyecenı sizi epey yordu, kalbiniz yoruldu, bir kez de kalp spazmı geçirdiniz. Şimdi de yani bu röportaj çıkmadan bir gün önce anjiyo olacaksınız…
Evet. Bülent Korkmaz da onun için aradı. Sağ olsun. Ben Bülent’i çok severim, ona inanıyorum.

Tüm bunları yaptığıma inanamıyorum

Son Galatasaray-Bordeaux maçında nasıl çektiler sizi? O görüntüleri izlediğinizde “Ne yapıyorum ben?” dediniz mi?
Ben hastaydım. Ağır grip geçirdim. Doktor izin vermedi, ben gittim Bordo’ya. Mesut Yılmaz, Sinan Uyanık birlikte gittik. Orada futbolcularla aynı oteldeydik, onlarla da konuştuk. Türk seyircilerin arasına oturdum, hoplayıp zıpladık. Hava soğuktu ama ben çok terledim. Sonra Mesut Bey bir gazeteci arkadaşına rastladı, onunla da oturduk sohbet ettik. Otele gidince ağırlaştım. İstanbul’a gelince iyice fenalaştım. Doktor hastaneye yatırdı. Buradaki Bordeaux maçı geldi, “Doktor gidemezsin” dedi. Mesut Bey Ankara’dan gelmiş, arkadaşlar toplanmış, maça gitmeye hazırlanıyoruz. Doktor izin vermiyor. Sağ olsun Mesut Bey ve arkadaşlar “Biz de maça gitmiyoruz, seninle burada izleyeceğiz” dediler. Sakindik. Gol yiyince ben çıldırdım. 3-1 olunca ben şıkıdım şıkıdım oynuyorum. Birden 3-3 olunca ben yine yıkıldım. Mesut Bey de arkamda oturuyor, onlar da beni çekiyorlarmış cep telefonuna. Kafa atıyorum, vuruyorum, 4’üncü golü defans oyuncusu dizinden çıkarıyor, Sabri önüne geliyor, o vuruyor, Arda üzerinden atlıyor, ofsayt verecek mi hakem bir ara duruyorum, sonra koşuyorum, gerisini hatırlamıyorum. İzleyince “Bunları ben mi yaptım?” diyorum. Koşuyorum televizyonda Sabri’yi görüyorum, televizyona sarılıp öpüyorum. İnanılır gibi değil!

Duramıyorsunuz değil mi? Çok heyecanlanınca belki bakmasanız, bir dışarı çıkıp gelseniz…
Ben frenleyemiyorum kendimi, kendime hakim olamıyorum. Bir kez de sanırım Kayseri maçıydı, yanımdaki iş adamı “Aman dikkat et yanımdaki doktorum beni yarın ameliyat edecek” diye bağırdı, o adamı tanımıyorum, doktormuş, ben sürekli adama sarılıyorum, kucaklıyorum.

Yönetime alınmamak kalbimi yordu

Kalp spazmı da geçirdiniz. Artık çok daha dikkat etmelisiniz ama siz o kalp spazmından sonra da maça gittiniz…
Sofya’da Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynayacaktık, orada oldu. O dönem de Fatih Altaylı yönetimde. Birlikte gittik. Onların bir arkadaşı vardı, takım da uyuyor, dinlenmeye geçmiş. “Birlikte gidelim ziyarete” dedi. Ben arabanın arkasında kalp krizi geçirdim. Beni hastanede yatırdılar. İdman saati geldi. Galatasaray doktoru yanımda. İdmanda futbolcular beni göremezse moralleri bozulacak. Ben orada da doktor yanımdan gidince serumu kopardım, çıktım hastaneden. Doktorum “Olamaz böyle şey, imza ver, öleceksin” dedi.

İnanamıyorum size…
Bu arada televizyonlar altyazı geçiyormuş. Ben ise gece kafamda kurmuşum. O dönemde aile problemi olanlar var. Futbolcu eşi bana geliyor, futbolcunun başkasından çocuğu olmuş, diğer kadın da bana geliyor. O maçta da o futbolcuya çok ihtiyacımız var. Durum fena. Benim aklımda hep bunlar var. Ve o idmandan sonra o futbolcuyu aldım, beynini yıkadım. “Sorunu ben halledeceğim, hanımınla anlaşacağım” dedim, maçta o arkadaş harika bir gol attı. Ve maçtan sonra golü bana armağan etti. Ben hastaneden kaçmasam kim ilgilenecek, 5.5 milyon dolar büyük para o zaman, o paraya da takımın ihtyacı vardı.

Son yönetim değişikliğinde son anda liste dışı kaldınız, çok kırıldınız mı?
Yönetime alınmamak beni çok üzdü. Demek böyle şeyler olabiliyormuş ama tesellim Galatasaray’ın şampiyon olması oldu. Kimseye kırgın değilim. Ama kalbim sanırım o dönemde biraz daha fazla yoruldu. Futbolcuların bana sevgisini, benim onlara sevgimi kimse bitiremez. Midede yara çıktı, cumartesi anjiyo olacağım. Biraz sakata geldim galiba.

Berna Hanım’a maçta yanıma oturma demiştim

Mesut Yılmaz’la dostluğunuzu herkes biliyor. Geçenlerde Mesut Bey bir tv programında Berna Hanım’ın belindeki rahatsızlıkta sizin de payınız olduğunu söyledi, nasıl oldu?
Sorma ya! Juventus maçıydı. İtalya-Türkiye arasında Abdullah Öcalan krizi yaşanmış. İlişkiler çok gergin. Mesut Bey de geçenlerde anlattı. İtalyan Başbakan, “Maça geleyim, maçı birlikte izleyelim” diyor. Mesut Bey de, bu teklife “Ankara’ya gelin sonra birlikte maça gideriz” diye cevap veriyor. İtalyan Başbakan Ankara’ya gelmeyince Mesut Bey de maça gitmiyor. Küçük oğlu Hasan çok iyi bir Galatasaraylı’dır. O maça gitmek istiyor. Küçük olduğu için de Berna Hanım onu yalnız bırakmıyor. Benim refakatimde maça gittik. Benim yanıma oturdu Berna Hanım. “Abla yanıma oturma” dedim. Ben ne yaptığımı biliyor muyum? Ben biz gol atınca birkaç kez Berna Hanım’a saldırdım, tekrar tekrar kendisinden özür diliyorum, kucaklaştık, eee sonra Berna Hanım bel fıtığı ameliyatı olmuş. Berna Ablam’ın ellerinden öperim.

Mesut Bey’in büyük oğlu Fenerli, sizin aranızda ne yapıyor Yavuz?
Kopenhag’taki süper kupa maçına geldi bizle Yavuz, ben orada onun fotoğraflarını çektim. O da bana orada “Bütün Türkiye bugün Galatasaraylı” dedi. O dönemde Belediye Başkanıydı Başbakanımız Tayyip Bey, o da Galatasaray’ı desteklemişti.
Muhteşem bir maçtı. Son dakikalarda herkes dua ediyordu. Orada herkes benim gibi çıldırmıştı.

KAYNAK : http://www.alturgrup.com/tr-TR/news/altur-turizmin-sahibi-abdurrahim-albayrak-elimde-serum-sisesi-ayagimda-terlikle-stada-kostum/56/News.aspx

Kedilerin Hisleri

       Kedilerin Hisleri

10968514_1388480084797835_2828357223356790305_n
“Kedilerin en önemli özelliğinin iyi bir ŞİFACI ve GÖZLEMCİ olduğunu biliyor muydunuz ?

Kedilerin sevimli dostluklarının dışında en önemli görevi , sizin gün boyunca üzerinizde biriktirdiğiniz negatif enerjiyi ortadan kaldırmaktır. Siz uyurken bu negatifi bedeninizden kendileri çekerler. Eğer ailede birden fazla kişi varsa, o zaman onlarda aileden topladıkları çok fazla negatif yüklemesi olur.

Bu nedenle çok kilo alırlar. Siz ise bunun ona verdiğiniz yemekten ötürü olduğunu zannedersiniz ama bu doğru değildir. Onlar uyurken, sizden topladıkları negatifi boşaltırlar.

Eğer siz aşırı stres içindeyseniz, bu negatif enerjiyi boşaltmak için zamanları olmaz, dolayısıyla bu boşaltımı yapıncaya kadar negatif enerji bedenlerinde yağ olarak birikir. KEDİLER eğer bir sorununuzun olmadığını bilirlerse, o gece sizinle beraber yatmazlar.
Eğer tuhaf bir şey olmaktaysa, bunu hissedip yatağınıza atlarlar ve sizi sararlar.
Ev ve aura alanınıza zarar verecek veya o alandan enerji çalacak biri geldiğinde, kişinin negatif titreşimlerini fark eder.

O kedi sizin etrafınızda bir KALKAN vazifesi görerek sizi hemen saracaktır. Başınızda ve ayaklarınızın dibinde duracaklardır.

Evinize gelen misafir olduğunda kediler o kişiye koşarsa, okşanmak isterlerse, gelen kişinin emin olduğunu bilebilirsiniz.
Dogayla birlikte yasayan kedilerin insan aurasina daha iyi ŞİFA verebildikleri bir gerçektir. Kendilerini dogada temizleyip, topraklayip daha sonra geri enerji yüklü olarak gelme sanslari vardir.
Genel olarak evinizin durumunu ve yalniz yasiyorsaniz kendi durumunuzu, kedinizin durumundan anlayabilirsiniz. Normalden çok
uyumaya basladiysa evinizin enerjisi agirlasmistir. Ya da ajite ise her hangi bir sağlik sorunu bas gösteriyorsa, sizde de ayni bölgede sorun var mi diye kontrol edin. Ajitasyonu sizden kaynaklaniyor ya da evin enerjisinden kaynaklaniyor olabilir.

Bir kedinin yasadığı evde belli bir hastaliğa yakalanması (yaşlanmaya bağli hastaliklar hariç), genelde evdeki bir dengesizlige dikkat çeker. Kedilerin hastaliklari yasadiklari evde yasayan insanlarin ENERJİLERİ hakkinda önemli bilgiler verir.

Özellikle kediyle en fazla vakit geçiren ya da ondan en fazla uzak duran kişiye bakmak gerekir. Genelde, bu tür uç noktalari temizlemeye çalişirlar. Bir diğer olasilik, bütün ailede tekrar eden bir hastaliğa işaret ediliyor olabilir.

Ayrıca bir kediyi okşamanın KAN BASINCINI düşürdüğü bilimsel olarak ispatlanmıştır
Kediler yüksek TANSİYON hastalarına iyi gelmekte ve kan basıncını azaltmaktadır.

Bu bilgiler ışığında sevimli dostlarımız kedilere artık farklı bir bakış açısıyla da yaklaşabileceğimiz inancındayım:)”

KAHVE’nin TARİHİ

Kahve’nin anavatanı olan Etiyopya’nın yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk bu bitkinin tanelerini u???????????????????????????????????????n haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu. Meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve “sihirli meyve” olarak adlandırılıyordu. Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası’na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan’da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. Kahve’yi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen’deki sufi tarikatıdır. Buradan 1470’li yıllarda Aden’de, 1510’da Kahire’de 1511’de Mekke’de görülmüştür.

            Yavuz Sultan Selim döneminde (1517) Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirmiştir.Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına “kahvecibaşı” adında bir de rütbe eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı.
Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu.
1544 yılında İstanbul’da Tahtakale’de iki Suriyeli Arap ilk kahvehaneyi açmışlardır. O zamanlar kahvenin faydalı olup olmadığı tartışma konusudur. Kendinden önceki şeyhlülislamların aksine Bostanzade Mehmet Efendi kahvenin haram olmadığını, hatta faydalı olduğuna dair fetva vermiştir.[1]
İstanbul’a gelen Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik’e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615’te tanışmış oldu. Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645’te açılan İtalya’nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu. Kahve Paris’e 1643, Londra’ya 1651’de ulaştı.
Avrupalılar dünyanın çeşitli yerlerinde kahve plantasyonları kurdular. Endonezya-Cava’da 1712 yılında kahve tarımı başladı. Hollanda Cava ve Doğu Hint Adaları’nda, Fransa Antiller’de kahve yetiştirdi.

110 YILDIR YANAN AMPULÜN SIRRI NE !

içine              ABD’de, California’nın Livermore şehri itfaiye müdürlüğünde bulunan ampul,     takıldığı 1901’den beri yanıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinden ampulü incelemeye gelenlerin bulunduğunu belirten yetkililer, ampulün nasıl bu kadar uzun süre çalıştığı konusunda fikir sahibi değil. 

     Guinness tescilledi 
1937’de yapılan tadilat sebebiyle kullanımına bir hafta ara verilen ampulün, Thomas Edison’ın en büyük rakibi Adolphe Chailet tarafından yapıldığı ve yapımından sonra da büyük bir iş adamı tarafından  Livermore İtfaiye Müdürlüğü’ne bağışlandığı biliniyor.

   Kullanımının ilk yıllarında performans sorunları yaşadığı belirtilen 60 watt’lık ampulün, 110 yıllık ömrüne rağmen üzerinde çok hafif bir is tabakası var. 80 bin nüfuslu Livermore şehrinin simgesi haline gelen ampul, en uzun süre kullanılan ampul olarak tescil edilerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye de hak kazandı.Livermore kasabasına binlerce turist gelmesini de sağlayan ampul 110. ‘doğum gününü’ de kutladı.

SÜTTEN KIYAFETLER

SÜTE İMZA ATAN TASARIMCI ANKE DOMASKES  

Sütten “QMilch” adını verdiği bir kumaş elde etmeyi başaran 28 yaşındaki Alman modacı ve eski mikrobiyoloji öğrencisi Anke Domaske, Reuters’a tasarımcıyaptığı açıklamada, çalışmaları sonucunda ipeksi, kokusuz ve yıkanabilir bir kumaş geliştirdiğini belirtti.

Yüksek yoğunluktaki süt proteini “kazeinden” elde edilen QMilch’in tamamen doğal bileşenlerden oluşan ekolojik bir kumaş olduğunu kaydeden Domaske, kumaşın, anti-bakteriyal ve yaşlanmayı geciktirici özellikleri sayesinde sağlığa da iyi geldiğini, kan dolaşımını ve vücut ısısını düzenlediğini ifade etti.

Domaske, sahibi olduğu ve pek çok Hollywood yıldızı tarafından da tercih edilen giyim markası “Mademoiselle Chi Chi”nin, yalnızca ‘sütten kumaşın’ kullanıldığı yeni bir koleksiyonu piyasaya sürmeye hazırlandığını da söyledi.

Sütten kumaş üretme fikri 1930’lı yıllardan beri yaygın olsa da, uzmanlar şimdiye kadar pek çok kimyasalın kullanıldığı ve ekolojik olmayan kumaşlar geliştirmeyi başarmıştı. Önceki örneklerin aksine, Domanske’nin ürettiği kumaş tamamen “kazein” kullanılarak geliştirilen ilk ürün olma özelliğini taşıyor.

Bir elbise için kullanılacak toplam kumaş yaklaşık 6 litre sütten elde edilirken, maliyetinin ise 150-200 avro arasında değiştiği belirtiliyor.

‘SÜTTEN’ İŞ FİKRİ NASIL OLUŞTU?süt1

Sütten kıyafetler’ fikri aslına bir kaza sonucu ortaya çıkmış. Anke’nin babası kanser olduğundan kemoterapi tedavisi gördüğü sırada, derisinin duyarlılığı arttığında klasik sıradan kıyafetleri giyememeye başlıyor. Bu tüm kanser hastaları için genel bir problem. Anke babasına yardım edebilmek için Qmilch teknolojisi üzerinde çalışmaya başlıyor.

Deprem Nepal’in Kültürel Mirasını Tahrip Etti

Deprem Nepal’in kültürel mirasını tahrip etti

Nepal’de Cumartesi günü meydana gelen büyük deprem, KatmanduVadisi’ndeki UNESCO tarafından dünya mirası ilan edilmiş olan yedi alandan en az dördünde büyük tahribata neden oldu. Bunlardan üçünün kentin meydanları olduğu belirtiliyor.

Deprem yaşayanların anlattığına göre sadece yaklaşık bir dakika sürdü ama yüz yıllardır ayakta kalmış tarihi binalar yerle bir oldu.

Nepali Times gazetesinden Kunda Dixit BBC‘ye yaptığı açıklamada, anıtların yeniden inşa edilebilecek olmasına rağmen, meydana gelen tahribatın kültürel anlamda hesaplanamayacak bir kayıp olduğunu söyledi.

Şimdiye dek Nepal’in en iyi korunmuş eski kenti olan Bhaktapur’da evlerin yarısının yıkıldığı, tapınakların yüzde 80’inin hasar gördüğü bildiriliyor.

Yıkılan yapılar arasında bir zamanlar başkent Katmandu semalarına hükmeden Dharahara kulesi de bulunuyor. Kuleden geriye şimdi sadece tabanı ve kısa bir bölümü kaldı.

1832’de Nepal’in ilk başbakanınca yaptırılan ve Bhimsen Kulesi olarak da bilinen bu alan, 200 basamaklı merdivenle çıkılan seyir balkonundaki manzara dolayısıyla turistlerin rağbet ettiği yerler arasındaydı.

Depremden hemen sonra ortaya çıkılan fotoğraflarda, UNESCO dünya mirası alanlarından biri olan, Katmandu’nun Eski Şehir’indeki Durbar Meydanı’nın da büyük hasar gördüğü izleniyor.

UNESCO, saraylar, avlular ve tapınaklar bütününden oluşan Durbar meydanını “Katmandu’nun sosyal, dini ve kentsel odak noktası” olarak nitelendiriyor.

16. yüzyıldan kalma tapınak yıkıldı

Bhaktapur ve Patan’daki Durbar meydanlarının da depremden büyük zarar gördüğü anlaşıldı. Bhaktapur’da meydanda bulunan ana tapınağın çatısını kaybederken, 16. yüzyıldan kalma, kumtaşından yapılma duvarları ve tepeleri altın kaplamalı pagodalarıyla ünlü Vatsala Durga tapınağı depremde yıkıldı.

Patan’daki 3. yüzyıldan kalma alanda bulunan yapılar da tahribata uğradı. Swayambhunath’ta 5. yüzyılda kurulan Budist tapınakların da tahrip olduğu öğrenildi.

Deprem sonrası video kayıtlarında tarihi binalardan birinin yıkılmış ön cephesi görülüyor. Ancak büyük bir sembolik önem taşıyan Budist heykel yıkılmadı.

Bhaktapur

Boudhanath anıtı ile Pashupatinath Hindu tapınağında da tahribat olduğu haberleri alınıyor. Bütün bu tarihi yapıların onarılıp onarılamayacağı henüz belirsiz.

Tarihçi Prushottam Lochan Shrestha, “Katmandu, Bhaktapur ve Lalitpur [Patan]’daki Dünya Mirası Alanı olarak kabul edilmiş anıtların çoğunu kaybettik. Bu yapılar yeniden özgün şekillerine kavuşturulamaz.” dedi.

Bununla birlikte, bölgede 1934 yılında meydana gelen daha da büyük depremde tahrip olan aralarında Dharahara kulesinin de bulunduğu yapıların çoğu onarılabilmişti.

DÜNYANIN YENİ YEDİ HARİKASI

Dünyanın Yeni Yedi Harikası, İsviçre’de bir organizasyon tarafından cep telefonu ve internet aracılığıyla yapılan bir oylama sonucunda, Dünyanın Yedi Harikası’na alternatif olarak seçilmiş ve 7 Temmuz 2007 tarihinde açıklanmıştır. Unesco ise bu seçimi, oy kullananların şahsi görüşlerini yansıttığı gerekçesiyle desteklemediğini ve klâsik Dünyanın Yedi Harikası listesinin korunmaya ve benimsenmeye devam edileceğini açıklamıştır.

İsviçre merkezli New7Wonders Vakfı’nın, dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya aralarında Ayasofya’nın da bulunduğu 21 finalist eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu ve Yeni Yedi Harika adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, Portekiz‘in başkenti Lizbon’da ilan edildi. Dünyanın Yeni 7 Harikası; Ürdün’deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya’daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru’daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika’daki Chichen Itza Piramidi, İtalya’nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan’daki Tac Mahal anıt mezarı şeklinde sıralandı.

New_7_Wonders_Top_20.svg

1)Chichén Itzá

Chichen Itza (ya da okunuşuyla Çiçen İtza), Meksika’nın Yucatan  Yarımadası’nda, Valladolid ve Mérida arasında yer alan, Kristof Kolomb öncesi dönemde kurulmuş bir İtza maya kentidir. Muhtemelen bir dönem Yucatan’ın dini merkezi olmuştur. Günümüzde Meksika’nın en çok ziyaret edilen ikinci arkeolojik sit alanıdır. Chichen-Itza’daki El Castillo (kale) adıyla tanınan Kukulkan (Kukuul Kaan) piramidinin yüksekliği üst platforma nazaran 24 m’dir.

1024px-El_Castillo_Stitch_2008_Edit_2

2)Kurtarıcı İsa Heykeli

Kurtarıcı İsa (Portekizce: Cristo Redentor),Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde Corcovado Dağı üzerinde yer alan ve şehrin sembollerinden biri olan İsa heykelidir.
Dağın aşağı kısmında Tijuca Milli Parkı’nda bulunur.Corcovado 710 m yükseklikte olup, muhteşem bir şehir manzarası sunar.

Heykelin yapımı 1922’de o dönemde ülkenin başkenti olan Rio de Janeiro’da Brezilyanın kuruluşunun 100. yılı şerefine başlatılmış ve 12 Ekim 1931’de resmi törenle açılmıştır. 30 m boyundaki devasa heykel 8 m yükseklikteki bir kaide üzerinde durur ve 1.145 ton ağırlığındadır. Yalnızca başı 3,75 m yüksekliğinde olup 30 ton gelir. Açılmış kollarının genişliği 30 m tutar. İnşaat malzemesi olarak beton, üzerinde katman olarak da sabun taşı (talk da denir) kullanılmıştır. Bugün yılda 1 milyon kadar turist anıtı ziyaret eder.

640px-Cristo_Redentor_-_Rio_de_Janeiro,_Brasil

3)Çin Seddi

Çin Seddi, Çin’in kuzeybatısı boyunca uzanan, Dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin’in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır.Gobi Çölü’nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.

Çin seddinin temeli 20’den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao, Qin Krallıkları birbirinden korumak için sınırlarında ilk setler inşa ettiler. Qin,Zhao,Yan kralıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu, Hiung-nu’ların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin’in ilk İmparatoru Qin Shi  Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları:

  • Ülkenin sınırlarını başta Hiung-nu olmak üzere kuzeyden Çin’e karşı Moğol ve Türk boylarının saldırısına karşı savunmak.
  • Uzun savaşlar sonunda yıktığı beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgün ve ağır işe sürerek cezalandırmak.
  • Ülkeden kaçışları önlemek.
  • Ülkenin tek yönetim altında birleştiğini içeriye ve dışarıya göstermek.

Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 6000 km bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 2.500 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M. Ö. 221 ile M. S. 608 yılları arasında yapılmıştır. Genellikle duvarın yüksekliği 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya olanak verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır.

640px-Greatwall_large

4)Machu Picchu

And Dağları’nın bir dağının zirvesinde, 2.360 m yükseklikte, Urumbaba Vadisi üzerinde kurulmuş olup Peru’nun Cusco şehrine 88 km mesafededir. Şehir, İnkalı bir hükümdar olan Pachadutec Yupanqui tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirilmiştir. İspanyol istilacılar 1532 yılında buraları işgal ederken sık dağlar arasında kalmış bu şehir, istilacılar tarafından fark edilmemiş ve bu sayede zarar görmemiştir. Machu Picchu 200’den fazla merdiven sistemiyle birbirine bağlı olan taş yapıdan oluşur. Şehrin 3000 basamağı bugün hâӀâ gayet iyi durumdadır.

Şehirde içinde 100’den fazla insan iskeletinin bulunduğu 50 adetin üzerinde mezar keşfedilmiştir (ilk başlarda bunların %80i kadın olduğu sanılmış, ama sonraki incelemelerde eşit dağılım olduğu tespit edilmiştir). Bu keşfe istinaden şehrin, İnkalar’ın yetiştirme ve disiplin yeri olduğu teorisi geliştirilmiş. Ancak zamanımızda bu teori geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Daha çok bugün kabul gören teori, şehrin 700’den fazla İnka asil ve din adamına ev sahipliği yapmış olduğudur.

Machu Picchu Güney Amerika’nın en çok turist çeken yerlerinden biridir. Her gün günlük 2000 kişi ziyaret eder. UNESCO harabelerin zarar görmememesi için bu sayının en fazla 800 olmasını talep etmektedir.

640px-Peru_Machu_Picchu_Sunrise

5)Petra

Ürdün’ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki toprakları üzerinde yer alan antik kenttir.
MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında Nebatiler’e başkentlik yapmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüştür. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı kent gözden düşmüş ve zaman içinde unutulmuştur. Petra’nın ilk yapım amacı tarihçiler tarafından bulunamamıştı. Ancak yapılan son araştırmalarda Petra’daki El-Khazneh’nin (El-Hazne) altında gizli gömülü bir bölüm olduğu ve bu bölümün kral mezarları olduğu araştırmalar sonucunda kesinleşmiştir.
1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından kent tekrar bulunmuştur. 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilmiştir. Peru’da yer alan Machu Picchu ile kardeş şehirdir.

640px-Petra_Jordan_BW_21

6)Kolezyum

İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Flavianus Amfitiyatro olarak da bilinen Kolezyum bir arenadır. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS 72 yılında yapımına başlandı ve MS 80 yılında Titus döneminde tamamlandı. Daha sonraki değişiklikler Domitian hükümdarlığı zamanında yapılmıştır.

 İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için ve biraz da kendi eğlenceleri için gladyatör dövüşleri düzenlerdi. Bunlardan başka pek çok halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurdu. Kolezyum daha sonra barınma yeri, iş dükkânları, dini kışlalar, istiham, taş ocağı, Hıristiyan türbesi olarak çeşitli amaçlarla kullanıldı. Asıl adı Arena iken, sonradan, girişteki heykelin adını aldı. 

Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Kolezyum, Roma İmparatorluğu’nun uzun zamandan beri ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma’nın en çok turist çeken yerlerinden biridir.

Ayrıca Roma Katolik Kilisesi ile yakın bağlantıya sahiptir. Paskalya öncesi Cuma günü Papa amfitiyatroda fener alayı düzenler.

 

Kolezyum’un resmi de İtalya’da basılan 5 sent/euro bozuk parasının arkasına basılmıştır.

7)Tac Mahal

Tac Mahal, Babür İmparatorluğu 5. hükümdarı Şah Cihan  (1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan’ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri’nin kıyısında yaptırılmıştır.
Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpur’a giden Şah Cihan’a, dokuz aylık hamile olmasına rağmen her zamanki gibi eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) de eşlik etmişti. Mümtaz Mahal, 14. çocuklarını doğurduktan sonra kanama sebebiyle öldü. Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu. Artık devlet işlerine ilgisini kaybeden hükümdar, teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632’de Tac Mahal’in temeli atıldı.
Efsaneye göre yapımı bittikten sonra, türbe işçilerinin kolları aynı yapıttan bir tane daha yapılmaması için kesilmiştir. Bugün Hindistan’ın en fazla turist çeken bölgesi. Ancak çevresinde oluşan çarpık yapılaşma, bu tarihi yapıtın geleceğini tehdit ediyor. Bulunduğu şehrin birçok noktasından açıkça görülebilen Tac Mahal, Türk-İslam Mimarisi’nin en önemli yapıtları arasında yer almaktadır.

640px-TajMahalbyAmalMongia

KAYNAK:

http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyan%C4%B1n_Yeni_Yedi_Harikas%C4%B1

1 2 3 4 5 9