HAYVANLARIN 6. HİSSİ

indir

HAYVANLARIN 6. DUYUSU

 

       Köpeklerin tarihçesi hakkında kesinlik kazanmamış olan şeylerin başında tam olarak ne zaman ve nerede ortaya çıktıkları gelir. Ataları kurtlardan üretilip üretilmedikleri de çok net değildir. Ama yine de bundan 12 bin yıl önce ilk evcil köpeklerin varlığından bahsedilebilir.

Köpeklerde duyu ötesi algılama olduğunu hemen tüm köpek sahipleri hisseder. Aile bireylerinden birisinin kapıyı çalmadan dakikalar önce heyecanlanması, tenha bir yerde dolaşırken ani hareket ile sizi uzaklaştırmak istemesi vs. Ama bu sadece köpek sahiplerinin kendi köpekleri ile olan tecrübeleridir ve bu olayları sadece kendileri bilir.

Oysa ki yapılan araştırmalar köpeklerin elektromanyetik sezgiye sahip olduklarını gösteriyor.

Bu konuda araştırmalar yapan Diana L.Guerrero bir söyleşide; her hayvanın deprem öncesi farklı davranışlar gösterdiğini söylüyor: “Genellikle saklanmazlar. Deprem öncesi tespit edilen davranışları uluma, sızlanma, havlama ve sahibine karşı daha yoğun bir bağlılıktır. Sokak kapısı, oda kapıları ve pencereler arasında gider gelir ve size zamk gibi yapışırlar. Onların kişilik ve bireysel ihtiyaçlarına dikkat ederseniz muhtemel bir tehlikeden korunacaksınızdır.. Kayıp köpek ilanlarının ve barınaklardaki köpek sayısının ileri derecede arttığı da size büyük bir depremle ilgili ciddi ipucudur.”

Geçtiğimiz senelerde, British Medical Journal’da köpeklerin kanserli tümörleri koklayarak tespit ettiklerini yayımladı, U.S. Epilepsy Institute ise köpeklerin bir insanın  sara nöbeti geçireceğini bildiğini açıkladı.

Hawai Üniversitesi’nden George Pararas Carayanni 1920’de Çin’de yaşanan 8,5 büyüklüğündeki depremden sonra Çin’de hayvan davranışları üzerinde çalışmaya başladı ve 1966 yılında Kuzey Çin’deki depremde, merkez üssünde yer alan kasabalardaki köpeklerin kulübelerinden kaçarak hayatta kaldıklarını tespit etti.

National Geographic News’dan bir alıntı: Ravi Corea (Sri Lanka vahşi yaşamı Koruma Derneği Başkanı) tsunami sırasında Sri Lanka’daydı. Olaydan hemen sonra 60 kadar ziyaretçinin yok olduğu Yala Ulusal Parkına gitti. 1300 kilometrekarelik bu büyük alan filler, leoparlar ve 130 çeşit kuş gibi birçok cins hayvanın eviydi. Coreo orada iki bufalo  haricinde hiçbir hayvan ölüsüne rastlamadı…

Binlerce insanın öldüğü Hindistan’ın Cuddalore kumsalında Indo-Asian News servisi buradaki bufalo, keçi ve köpeklerin hiçbir zarar görmediğini rapor etti. Corea’ya en ilginç gelen  olay Galle yakınındaki bir kumsalda yaşayan yakın arkadaşının iki köpeğinin her zamanki günlük yürüyüşlerine çıkarmak istememeleri, belki de bu sayede hayatta kalmaları olmuş.

                       HİSS

Deprem ve tusunaminin vurduğu ülkelerde 120.000’in üzerinde insanın yaşamını yitirmesine karşın, hayvan ölülerine çok az rastlanması; hele Sri Lanka ulusal parkındaki fil ve leoparların hepsinin afetten kurtulması, eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi: Hayvanlar afetleri gerçekten önceden seziyorlar mı? Sumatra’da kaplanların korunmasıyla ilgili bir projede çalışan Debbie Marter, BBC’ye yaptığı açıklamada,”Vahşi hayvanlar depremle ilgili sezgiler konusunda özellikle çok hassastır” diyor.

Marter’a göre vahşi hayvanların çoğu, doğayla ilgili ani değişimleri, olayın fiilen gerçekleşmesinden çok önce hissetmeye başlıyorlar ve buna göre içgüdüsel olarak önlem alıp, doğru yönde tehlikeden uzaklaşmaya çalışıyorlar: “Belki bir titreşim, belki de hava basıncındaki bir değişiklik hayvanları alarma geçiriyor ve hemen kendilerini güvenli hissedecekleri bir yere doğru harekete geçiyorlar” diyor Marter.

“Altıncı his” denen sezgi derinliği, bugüne dek bilimsel olarak sınanamadığı ve kanıtlanamadığı için, bilim dünyasında fazla ciddiye alınmıyor. Ancak bu alanda çalışan uzmanlar, hayvanların sezgilerini ve davranış değişikliklerini analiz etmeyi öğrenirsek, afetleri erken haber alma konusunda yeni bir yöntem edinmiş olacağımızı ileri sürüyorlar.

 KAYNAKÇA: http://www.bianet.org/biamag/hayvanlar/104435-kopeklerin-6-ve-diger-hisleri

http://www.frmtr.com/garip-olaylar/3516158-hayvanlar-ve-altinci-his.html

FOK BALIKLARI

fok-baligi_3

Fok Balıkları

Familyası
Fokgiller (Phocidae),(Monachiae). Yaşadığı yerler
Kuzey Kutbu, Atlantik ve Pasifik okyanusları, Marmara ve Akdeniz’de de vardır.

Özellikleri
Yüzgeç ayaklı etcil Memeliler, 90 kilogramdan 40 tona kadar değişen çeşitleri vardır. Gri fok iki metre, deniz Fili altı metre uzunluktadır. Ömrü: 25-30 yıl.

Çeşitleri
On sekiz türü bilinmektedir.

Hem denizlerde hem karalarda yaşayan yüzgeç ayaklı etcil memeliler. “Denizköpeğigiller” veya “ayıbalığı” olarak da bilinirler. Yuvarlak başlı, iri gözlü, dudakları sert ve iri kıllarla örtülüdür. Gerçek fokların (Phocidae familyası türlerinin) dış kulakları yoktur. Ön ve arka ayakları yüzgeç şeklindedir,
tabanları kıllıdır. Akciğerleriyle solunum yaparlar. Derilerinin altında kendilerini soğuktan koruyan özel bir yağ doku su bulunur. Derileri yağlı kıllarla kaplı olduğu için ıslanmazlar. Fok balıkları iki familyadan meydana gelir. ilk grubu meydana getiren Phocidae familyasına âit olan fok balıkları, Kuzey Yarımkürede yaşarlar. Bu gruba Sibirya foku, Baykal foku, sakallı fok, halkalı fok balığı cinsleri girer. Bunlar gerçek foklardır. ikinci grubu meydana getiren Monachiae familyasına, denizfili, denizleoparı girer. Bu iki familyaarasında kafa ve iskelet yapısı bakımından fark vardır. Phocidae familyasına giren fokların ayak uzunlukları birbirlerine eşit olup hem ön, hem de arka ayakları kuvvetlidir. Bu ayaklarda kuvvetli tırnaklar bulunur. Yuvarlak başlı, kısa boyunlu, vücutları tüylü hayvanlardır.

Monachiae familyasındaki fok balıklarının ise arka ayaklarının boyu biraz farklı olup, parmaklarında zayıf tırnaklar bulunur. Fok balıkları açık denizlerdeki buz dağları üzerinde, fiyordlarda, koy ve körfezlerde yaşarlar. Dinlenmek, uyumak ve kıl değiştirmek için karalara çıkarlar. Arka yüzgeç ayakları

geriye dönük olduğundan bunları yalnız yüzmek için kullanırlar. Karada kullanamadıklarından yürüyemez, böğürleri üzerinde sürünürler. Bugün tropik, ılıman ve kutup bölgesinde yaşayan 18 kadar fok türü bilinmektedir. Fillandiya’daSaimaa ve Lodoga göllerinde olduğu gibi, tatlı suda yaşayan nâdir çeşitleri de vardır. Tatlı suda yaşayanları en çok Baykal Gölünde bulunur. Su içerisinde çeşitli hareketler yapabilen foklar, küçük balık ve deniz yumuşakçalarıyla beslenirler.

Açık denizlerde yaşayan halkalı fok balıkları, 1.40 m boyunda, 90 kg ağırlığındadır. Genellikle açık gri olan rengi üzerinde, koyu halkalar bulunur. Denizfili olarak bilinen fok türü de Güney Denizinde yaşar. Boyları 6-7 m’ye varan erkeklerinin ağırlığı 2-3 tonu bulur. Burunları

da 30-40 cm’lik bir hortum şeklindedir. Dişiler ise daha küçük ve hortumsuzdur. Kuzey kutbunda yaşayan Sakallı fokların boyu, 2-3 m olup, yaklaşık 270 kg ağırlığındadır. Fok balıkları, üreme zamanları kar Aya çıkarak koloni toplulukları meydana getirirler. Erkekler zaman

zaman çıkardıkları böğürme sesleriyle dişilerine yaklaşan yabancı erkekleri uyarırlar. erkek foklar, çok kıskançtır. Bu yüzden birbirleriyle zaman zaman çok şiddetli kavgalar yaparlar. Çoğunlukla ilkbaharda yavrularlar. Doğumdan önce anne olacak fok balığı karda sâdece hava deliği kalacak şekilde kendine

bir yuva yapar. nisan başında dünyâya gelen yavru fok, 60 cm boyunda, 4.5 kg ağırlığındadır. Bu yavrunun vücudu, genellikle uzun beyaz tüylerle kaplıdır. Bu uzun tüyler, üç hafta sonra yerini kısa tüylere bırakır. Yavrular üç Ay boyunca anne sütü ile beslenir. Bu süt % 50 yağlıdır. iki yaşında

erginleşirler. Fok balıkları 20-30 yıl kadar yaşarlar. Yüzgeçayaklılar alt takımının irikulaklıgiller (Otariidae) familyasına giren deniz aslanları ve denizayıları foklarla bâzan karıştırılır. Denizaslanının küçük dış kulakları bulunmasına rağmen, fokta dış kulak

yoktur. Başka bir fark da; denizaslanı ve denizayıları karada dört ayağını da kullanır. Arka yüzgeç ayaklarını öne çevirerek yeri iter, fok ise çeviremez. Yumuşak ve ipek gibi olan kürkleri için acımasızca avlanan denizayılarına “kulaklı

foklar” da denir. Eşleşme, sürüler hâlinde, kayalık adalarda ve kıyılarda olur. Dokuz ay kadar sonra, yavrular karada doğar. 40-50 dişilik haremleri olan fok ve denizaslanları vardır. Fokların bâzıları 400 m derine dalıp, ortalama 20 dakika, en fazla 40 dakika su altında kalabilirler.

Suda, Burun deliklerini sıkıca kaparlar. Fokların en büyük düşmanı, kâtil balina, kutup ayısı, kutup tilkileri ve avcılardır. Eskimolar tarafından avlanan fok balıklarının kürkleri elbise, çanta, çadır yapımında kullanılır. Yağı

ise fener ve lambalarda yakılır. genç fokların eti ise yiyecek olarak kullanılır. Kutup ayısı gibi memeli hayvanlarda olduğu gibi, fok balıklarında da çok miktarda a vitamini vardır. Rahatça ehlileştirilir. Sirklerde kullanılan ve çok miktarda avlanan fokların nesilleri tükenmek üzereolduğundan, çıkarılan kânunlarla nesilleri korunm aya çalışılmaktadır. Bu kânunlar, azalan fok sayısının artmasına sebeb olmuştur. Yurdumuzda ayı balığı olarak bilinir.

kaynak

http://www.yararlibilgiler

martılar

untitled

Familyası: Martıgiller (Laridae). Yaşadığı yerler: Dünyânın her yerinde, deniz kenarlarında yaşar. Özellikleri: 35 cm kadar boya sahip, uzun ve sivri kanatlı, iyi uçucu ve yüzücü bir kuş, parmakları perdelidir. Toplu yaşarlar. Çeşitleri: Pekçok çeşidi bulunmaktadır. Cüce martı, gümüşsel martı, kara martı, güler martı önemlileridir.

Martıgiller familyasından, uçucu ve yüzücü bir kuş. Boyları ortalama 35 cm’yi geçmeyen dolgun vücutlu, kısa boyunlu olan martılar, deniz kenarlarında büyük sürüler hâlinde yaşar. Tüyleri beyaz, açık kül rengi veya siyahtır. Kafasındaki tüyler yazın esmer, kışın ise beyaz bir renk alır. Kanatları, oldukça uzun ve uçları sivri olup, iyi uçmasını temin ederler. Gagaları ortasına kadar düz, sona (ucuna) doğru kanca gibi aşağı kıvrılmıştır. Kuyrukları çoğunlukla çatallıdır. Ayaklarının ön parmakları perdeli, arka parmağı ise serbesttir. Bu sâyede suda yüzebilirler. Çok iyi bir yüzücü olan martı, çok kötü hava şartlarında bile deniz üzerinde rahatlıkla yüzebilir ve dinlenebilir. Suya dalma özellikleri yoktur. Besinlerini deniz yüzeyinden ve kıyılardan temin eder. Doymak bilmeyen bir iştahları vardır. Böcekler, yumuşakçalar, hayvan leşleri, çöplüklerdeki artık maddelerle beslenirler. Çöpleri yemeleri sebebiyle insanlara faydalı olurlar. Çöpü bol olan büyük limanların çevresinde çok bulunurlar. Âdi martılar, kalabalık olarak yaşadıkları göl, bataklık ve deniz kenarlarında yuva yaparlar. Yuvaları yosunlarla örtülü olup, muntazam değildir. Martılar yuvalarına fazla bağlı sayılmazlar. Dişi, yuvaya bıraktığı 2-3 yumurta üzerine 3-4 hafta kuluçkaya yatar. Yumurtadan çıkan yavrular esmer renklidir. Yavru martı, açlığını, anne ve babasının gagasındaki belli noktaya vurmak sûretiyle haber verir

kaynak:http://www.turkcebilgi.com/mart

BUCASPOR’UN TARİHİ

 

CUMHURİYET’in kurulmasıyla birlikte ülkemizin dört bir yanında çakan futbol kıvılcımları, kısa süre sonra Buca’da yaşayan gençlerin de kalbini tutuşturdu. Aradan geçen 5 yıl gibi kısa bir sürede yapılanmasını tamamlayarak hedeflerini belirleyen Bucalı gençler, Süleyman Atakan, Bekir Eromat, Niyazi Gökgönül, Hasan Yalçınkaya ve Niyazi Aktaş tarafından , Karşıyaka (1912), Altay (1914), Altınordu (1923) ve Göztepe’den (1925) sonra, Bucaspor 1928 yılında İzmir’in 5. spor kulübü olarak kuruldu.

O yıllarda asıl adı Buca İdmanyurdu olan Bucaspor’un ilk başkanlığını, dönemin Belediye Reisi Muzaffer Ersezgin üstlenmiştir.

Kulübün o tarihteki renkleri de bugünkü gibi sarı ve laciverttir. Bu renklerin yanına, eski başkanlarımızdan Yusuf Muhafız’ın döneminde eklenen “kırmızı” ise, daha sonra genel kurul kararıyla iptal edilmiştir. 1928’den 1984’e kadar 56 yıl boyunca futbolun yanı sıra güreş, masa tenisi, atletizm gibi çeşitli spor branşlarında da faaliyet göstererek , daima ilçede sporun gelişmesinde öncülük yapmış ve ilçeye kök salmıştır .

Türkiye Profesyonel Üçüncü Ligi’nin kurulduğu 1984 yılında, Federasyon’a son başvuru tarihine iki gün kala Akın Göksu ve İsmet Çiftçi’nin girişimi ve Buca’nın yetiştirmiş olduğu değerli insanlardan sayın Işılay Saygın hanımefend’nin özel çabalarıyla, İsmet Çiftçi ve S.Mehmet Özkan’ın son günde verdiği banka teminat mektuplarıyla Türkiye Profesyonel Futbol Üçüncü Ligi’ne katılmıştır .

İsmet Çiftçi başkanlığındaki Cemil Şeboy, Akın Göksu, Şükrü Kayagüney, Salih Büyükdemirel, Tarık Vardar, Mümin Günduru, Ertan Erdek ve S.Mehmet Özkan’dan oluşan yönetimiyle profesyonelliğe geçiş yapan Bucaspor, burada geçirdiği 6 yılda bir taraftan futbol okulları açıp geleceğe yatırım yapmış, diğer taraftan profesyonel bir kulüp olmanın tüm gereklerini yerine getirmiştir. Binali Sarıçam, bu dönemde 2 sezon başkanlık yapan ve önemli katkı sağlayan isimlerin başında gelir.

Akın Göksu’nun Başkan, S.Mehmet Özkan’ın Profesyonel Şube Sorumluluğu’nda Bucaspor 6 Mayıs 1990 tarihinde Edremitspor’u deplasmanda 1-0 yenerek, tarihinde ilk kez 2. Lig’e yükselmeyi başarmıştır. İkinci Lig’deki ilk sezonuna, Teknik Direktör Erkan Velioğlu yönetiminde, sezona 5’te 5 yaparak giren Bucaspor, yakaladığı bu büyük çıkışla “Fırtına” lakabını da almıştır.

1990-1994 yıllarında Belediye Başkanı Ertan Erdek’in katkıları, Soner Duran ve Eser Cihan’ın başkanlık dönemleri ve bu dönemde öne çıkan Veli Velioğlu ve Ali Timur gibi yöneticilerin katkıları önemlidir.

1995 yılında Şükrü Kayagüney’in başkan, S.Mehmet Özkan’ın Profesyonel Şube Sorumluluğu’nda ve 1997 yılında S.Mehmet Özkan’ın başkan, Adnan Dolma’nın Profesyonel Şube Sorumluluğu’nda olmak üzere iki kez Ekstra Play-Off’larda Süper Lig’in kapısından dönen Bucaspor, tarihinde hiç küme düşme acısı yaşamamıştır.

1994 ile 2009 yılları arasında 15 yıl ilçenin belediye başkanlık görevini yürüten Cemil Şeboy, Bucaspor tarihinde iki defa başkanlık yapmış ve Bucaspor’un gelişmesinde her zaman destek olarak, 1996 yılında şimdiki Bucaspor Tesisleri’nin bulunduğu arazide tesisleşme hamlesini başlatmıştır.

1997 sezon sonunda kendi isteğiyle başkanlığı bırakarak, altyapı ve tesisleşme işlerinin başına geçen S.Mehmet Özkan, kulüp başkanlığına geçen Adnan Dolma ile birlikte, iki yıl içersinde şimdiki Bucaspor Tesisleri’nin kuruluşuna ve B Genç Türkiye Şampiyonu olan bir takım yaratılmasına öncü olmuştur.

1999 ile 2005 yılları arasında, en uzun dönem başkanlık yapan Yusuf Muhafız döneminde de üçüncü çim saha ve profesyonel takım binası tamamlanmış ve kulüp önündeki toprak sahaya 5 adet suni çim halı saha yapılmıştır. Bu dönemde, bir Bucalı olan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın da Bucaspor’a önemli katkıları olmuştur.

2005 yılında Ufuk Akgün’ün başkanlığında, takım ilk defa direkt olarak Play-Off grubunda oynamaya hak kazanmıştır.

2006-2007 ile 2007-2008 sezonları, tekrar İsmet Çiftçi’nin başkanlık yıllarıdır. Bucaspor 2007 yılında Türkiye kupasında iki tur atlayarak gruplara kalma başarısı göstermiş ve Süper Lig takımları ile başa baş maçlar oynamıştır.

Başkan İsmet Çiftçi, Belediye Başkanı Cemil Şeboy ve sarı-lacivertli camianın ısrarlarıyla S.Mehmet Özkan, 2007 yılbaşından itibaren tekrar yuvaya dönerek, Türkiye’nin en büyük altyapı organizasyonu olan Bucaspor Futbol Akademisi’ni kurmuştur. Akadem’nin kuruluşunda ve yönetiminde ikinci isim olarak Adem Turgut’un katkıları çok önemlidir. Bucaspor Futbol Akademisi kurulduğu yıldan itibaren, değişik yaş gruplarında, Türkiye çapında üçüncülük, ikincilik ve şampiyonluklar almış, genç milli takımlarda Bucasporlu gençler yer almaya başlamıştır.

Buca Belediye Başkanı Cemil Şeboy, son döneminde 6.100 kişilik yeni Buca Arena Stadı’nı yaptırarak, Bucaspor’un maçlarını gerçek bir stat havasında oynamasına olanak sağlamış ve ateşli taraftarıyla “Fırtına Bucaspor”mücadele ettiği liglerde esmeye başlamıştır .

Böylece en önemli sportif başarılar, her kulübe nasip olmayacak şekilde arka arkaya yaşanmıştır.

Şeref Üstündağ başkanlığında 2008-2009 sezonunda 2.Lig Şampiyonluğu yaşayan Bucaspor, 2009-2010 sezonunda da Dr.Mehmet Bektur başkanlığında Bank Asya 1. Lig’de mücadele ettiği ilk yılında mütevazi bütçe ve kadrosuyla sezonu ikinci tamamlayarak, tarihinde ilk kez adını Spor-Toto Süper Ligi’ne yazdırmayı başarmıştır .

Buca Belediye Başkanları her dönemde Bucaspor’a destek olmuşlar ve onursal başkanlık yapmışlardır. Yaşanan bu şampiyonluk yıllarında da Belediye Başkanı Ercan Tatı’nın önemli katkıları olmuştur. 19 yıl aralıksız kulüp müdürlüğü görevini yapan Fevzi Karagöz ile 12 yıldır tesisler amirliği görevini yürüten Necati Çoban’ın kulübümüze verdiği emekleri de hatırlamakta yarar vardır .

İsmini taşıdığı ilçesinin tanıtımına en önemli katkıyı sağlayan, yurt içi ve yurt dışında yaşayan tüm Bucalıların göğsünü kabartan, yediden yetmişe tüm futbolseverlerin haklı takdirini kazanan, herkese Buca’nın haritadaki yerini öğreten Bucasporumuz’un başarıları daim olsun, sonsuza dek yaşasın, yaşatılsın…

Bucasporumuz’un kuruluşundan, Türkiye’nin ilk 18 kulübünden biri olmasına kadar geçen 85 yıllık süreçte aklını veren, zamanını veren, parasını veren ve emeğini veren, katkı sağlayan tüm insanlarımıza duamız; Ebediyete intikal edenlerin mekanı Cennet olsun, Allah rahmet eylesin… Yaşayanların ise bu dünyada sırtı yere gelmesin ..

 

KAYNAKÇA : http://www.bucaspor.org.tr/yeni/Bucaspor.aspx?SayfaId=1

GOOGLE KURULUŞU

google-music
Google (NASDAQ: GOOG), internet araması, çevrimiçi bilgi dağıtımı, reklam teknolojileri ve arama motorları için yatırımlar yapan çok uluslu Amerikan anonim şirketidir. İnternet tabanlı hizmet ve ürünler geliştirir, ek olarak bunlara ev sahipliği yapar. Kârının büyük kısmını AdWords programı aracılığıyla reklamlardan elde etmektedir. Şirket, Larry Page ve Sergey Brin tarafından,Stanford Üniversitesi’nde doktora öğrencisi oldukları sırada kurulmuştur. İkili, sık sık “Google Guys” olarak anılmaktadır.
Google, ilk olarak, 4 Eylül 1998 tarihinde özel bir şirket olarak kuruldu ve 19 Ağustos 2004 tarihinde halka arz edildi. Halka arzın gerçekleştiği dönemde, Larry Page, Sergey Brin ve Eric Schmidt, takip eden yirmi yıl boyunca, yani 2024 yılına kadar Google’da birlikte çalışmak üzere anlaştılar. Kuruluşundan bu yana misyonu “dünyadaki bilgiyi organize etmek ve bunu evrensel olarak erişilebilir ve kullanılabilir hale getirmektir.
Gayri resmi sloganı ise, Google mühendisi Amit Patel tarafından bulunan ve Paul Buchheit tarafından desteklenen “Don’t be evil” (Kötü Olma) dır. 2006 yılında, halen şirket merkezi konumunda olan Mountain View,California’ya taşınmıştır.
Google ‘ın dünya çapında veri merkezlerinde bir milyondan fazla sunucuda çalıştığı, bir milyardan fazla arama isteğini işlediği ve kullanıcıları tarafından oluşturulan verinin gün başına yirmi dört petabayt olduğu tahmin edilmektedir. Kuruluşundan bugüne dek gerçekleşen büyüme hızı, şirketin temel web arama motorunun ötesinde ürünler, satın almalar ve ortaklıklar zincirinin meydana gelmesini sağladı.
Şirket, Orkut, Google ,Buzz ve Google+gibi sosyal ağ araçları ile elektronik posta hizmeti Gmail servisi gibi çevirmiçi verimlilik yazılımları sunmakta, ek olarak, web tarayıcısıGoogle Chrome, fotoğraf görüntüleme ve düzenleme yazılımıPicasa ve anlık mesajlaşma Google Talk gibi uygulamalarla masaüstüne kadar uzanmaktadır.
Bunlar dışında, Android mobilişletim sistemi gelişimine öncülük yapmıştır. Cr-48 ana işletim sistemi olarak da bilinen yeni Google Chrome OS,15 Haziran 2011 tarihinden beri, Samsung 5 Serisi ve Acer AC700 gibi ticari Chromebook’larda kullanılmaktadır.
Alexa, internette en çok ziyaret edilen web sitesi olarak ABD odaklı “google.com”‘u listelemektedir, YouTube,Blogger, Orkut gibi Google’a ait diğer siteler ve çok sayıda uluslararası Google sitesi (google.co.in, google co.uk vb.) ise en çok ziyaret edilen siteler arasında ilk yüz içinde yer almaktadır.
Ek olarak şirket, BrandZ marka değeri veritabanı listesinde ikinci sırada yer almaktadır. Buna karşın Google, gizlilik, telif hakkı ve sansür gibi konularda eleştiriler almaktadır.

TAŞLAŞMIŞ İNSANLAR ŞEHRİ: POMPEİ

     Roma İmparatorluğu, yakın çağın en putperest imparatorluğudur. Vezüv yanardağının eteklerindeki Pompei şehri, Romalı yönetici-aristokrat ve zenginlerinin; sapkınlık, şımarıklık ve debdebe içinde yaşadığı; bağlar, bahçeler ve villalarla çevrili, çok güzel bir yerdi. MS 79’da patlayan Vezüv yanardağı, bir kaç saat içinde kenti mezarlığa, orada yaşayan Romalıları da,tapındıkları putların benzeri “taş görüntülü insanlara” dönüştürdü.

     24 Ağustosda Vezüv yanardağından yükselen dumanlar, kısa bir sürede şehri mezarlığa dönüştürdü. 20.000’i aşkın insan yok oldu. İnsanlar, lavların içinde kavrulup 2000 yıl boyunca küller altında kaldılar. İtalya’daki Pompei, Napoli’nin 25 km uzağındaydı. Vezüv yanardağındaki püskürme 2 gün sürdü. Pompei bu 2 günün sonunda 6-7 metre derine gömülmüştü. İlk kazılar, 1709 da Herculaneum da başladı. Uzun çalışmalar sonunda, kent ortaya çıkarıldı. Dönemin en güzel evlerini, eşyalarını ve sanat eserlerini bünyesinde barındıran Pompei, dakikalara sığabilecek bir zaman diliminde, yerle bir olmuştu. Akdeniz’in hafif deniz rüzgarlarını alan bu sevimli kent, Roma’nın tüm zengin, aristokrat ve nüfuzlu insanlarını kendine çekmişti. MÖ 5000 yıllarında kurulmuş olan şehir, lavlar altında kalmadan 159 yıl önce Romalıların eline geçmişti.

indir

      Pompei’yi 8 kapılı büyük bir duvar çeviriyordu. Şehrin ortasındaki forumda, her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyordu. Eğlenceler kimi zaman bir kölenin köleyle veya bir aslanla ölümüne dövüşmesi şeklinde oluyordu. Vahşetin her türlüsü her hafta Pompeililere sergileniyordu. Pompei’nin en önemli binaları, bu meydana bakıyordu. Bu binalar; 2 tiyatro binası, gladyatör alanı, hamamlar ve tapınaklardır. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre; zenginlik ve debdebenin akıl almaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne tefessüh ediyor ve şehrin her köşesinde, “fuhuş ve lutilik evleri” boy gösteriyordu.

Nitekim bir Roma belgeselinde, Sezar’ın, küçük yaştaki yeğeniyle olan homoseksüel ilişkisinin; oğlanın annesi tarafından teşvik edilerek; bir “şeref(!)” olarak takdim edilebilmesi, dehşet vericidir.

KÜL BULUTUNUN YUTTUĞU ŞEHİR: POMPEİ

     Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfitiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, hamamlar, meyhaneler, çamaşırhaneler, değirmenler, fırınlar, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile farkedilebiliyor. Ve sonunda da, kenti baştan başa kaplayan lavlardan kaçmaya çalışan insan ve hayvanların, bedenleriyle yüzyüze geliniyor. Burada, tarihin en trajik olaylarından birine tanık oluyorsunuz. Etnograf, Prof. Carlo Giardano, 79 yılının 24 Ağustos günün saat 13’ünde Pompei’de olup bitenleri şöyle anlatır:

“O gün öğle vakti, volkanın ağzından aniden yükselen bir kül bulutu, bir kaç saat içinde bütün Pompei’yi kaplamıştı. Böylece şehir, çok uzun bir sessizlik dönemine girdi. Burada yaşayan binlerce insanın, tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları, o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir.”

DEPREMLERLE UYANMAYAN ŞEHİR: POMPEİ

     Yamaçları, meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv; bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi. Tepesindeki kalkerleşmiş taşlardan başka eski zamanların dramını hatırlatan herhangi bir hali yoktu. Oysa daha önceleri, Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Daha sonra bu püskürmeyi, Yunan coğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Aslında söyleseydi de ona kimse inanmazdı. Çünkü insanların gözü, para ve zevktenbaşka birşey görmüyordu. Belkide, MS 62’de meydana gelen ve şehri tamamıyla yıkan bir zelzele, bu feleketin habercisiydi.Depremler o kadar sık oluyordu ki, artık Pompei halkı bunları önemsememeye başlamıştı. Tıpkı yavaş yavaş ısınan kurbağa gibi.

Pompei-2010-05-03-14-05-37_2

     Vezüv’den dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk, limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Sarsıntılar başlayınca, 20 dakika kadar süren bir şaşkınlık yaşandı. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle Sarno nehrindeki 600 metre uzakta olan bir limana atıldılar. Yollarını bir deniz kabarması kesti.Dev dalgalar, bindikleri gemileri birer çöp gibi yukarıya kaldırıyor ve şehrin surlarının içindeki kızgın lav denizine doğru fırlatıyordu.

     Gökten iri kum taneleri büyüklüğünde, çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen arkasındanda da, gaz ve kül yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye başladı. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Diğer taraftan evlerinin volkanın süngertaşı-kül yığınının ağırlığına dayanamayıp çökmesiyle yok oluyorlardı. Volkandan çıkan zehirli gazları soluyanlar ise anında ölüyordu. Sonra ardı ardına Pompei üzerine kızgın küller yağmaya devam etti. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde, “dünya ve zevk cenneti Pompei”, büyük bir mezarlığa döndü. 20.000 insan bir anda yok oldu.

SODOM VE GOMORA’YI ÇAĞRIŞTIRAN ŞEHİR: POMPEİ

    Gökyüzü kararmış olduğundan, şehirde görüş mesafesi sıfıra düşmüştü. Şehrin insanları, rastgele sağa sola koşup duruyorlardı. İçlerinde farkında olmadan, Vezüv’e doğru koşanlar bile vardı. Kurtuluşu evde görenler, volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden; havadaki oksijenin kısmen karbonik gaza dönüşmesiyle boğuluyorlardı.

    İnsanlar, taştan tanrılarından bu ölüm anında can-hıraş yardım diliyorlardı. Kendilerini tanrı ilan eden Romalı yöneticilerinput-tanrılara ne kadar inandıkları şüpheli olsa da, kendi tanrılıklarını onaylatmak için bu put-tanrılara ihtiyaçları vardı. Kısacası Roma’nın zalim-aristokrat yönetimi, iktidarlarını bu taştan put-tanrılara borçluydu. Bu, Roma’nın akla ziyan putperest halkının putlarına yakarışları, hiç bir zaman duyulmayacaktı. Zira kendi tarihinden habersiz insanoğlunun, bu kaçıncı aldanışıydı. Bu “dramatik helak”ın uzak veya yakın seyircileri, yahut bu azaptan kurtulanlar ise maalesef bu şokla da uyanamayacaklar ve “tanrıların gazabı” diyerek, “dramatik aldanmaları”nı sürdüreceklerdir.

    Eski putperest kavimlerin, Elçilerini öldürmeye teşebbüs ederek; helak olmaları burada hatırlanmalıdır. Çağının emperyal gücünü temsil eden paganist Roma imparatorluğunun yöneticileri de, İsa peygamberi “öldürmeye teşebbüs”ün cezasını, acı bir şekilde ödemiş görünmektedirler. İsa peygamberi “öldürmeye teşebbüs” suçu, her ne kadar Yahudi din adamlarının, “tarihsel katletme alışkanlıkları”nın bir tezahhürü ise de, zalim Roma’nın bu suçun ortağı olduğu apaçık ortadadır.

    Yaklaşık 2000 yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler, tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde, son gün pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller, 3 gün siyah kar gibi yağmaya devam etti. Ve arkasından Pompei, tamamen sessizliğe gömüldü. Pompeililertaş kalıplar halinde çıkarıldıkları vakit, ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular.

     Bir duvarın üstündeyse bugün bile görülebilecek; Sodom ve Gomora yazısı bulunmaktaydı. Tarihçilere göre; Pompei’de yaşayan Yahudi köleleri, bu yazıyı Pompei’nin, “putperest, sapkın ve şımarık hayatı”na işaret etmek için yazmışlardı.

KAYNAK: http://www.yaklasansaat.com

Liderlik ve Yöneticilik

23isteLiderlik

   İnsan olarak hepimizin, dünyayı imar etmek, yaşanılır bir çevre oluşturmak, hayata hayrı, güzelliği, iyiliği, onuru, erdemi, özgürlüğü ve adaleti hâkim kılmak, çocuklarımıza ve gençlerimize daha iyi ve daha yaşanılabilir bir dünya bırakmak adına yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız vardır.

Bu anlamda sorumluluğunu bilen, sıradanlığın ve rutinin dışına çıkan, hayata anlam ve değer katmak adına bir şeyler yapma çabasında olan herkes yöneticilik ve liderlik potansiyeline sahip insan demektir

Yöneticilik ve liderlik konularında yaptığı çalışmalarla tanınan Warren Bennis şöyle demektedir. “Bir tek kişi ıssız bir adada tek başına yaşayabilir. Mizaçları uyuşan iki kişi beraberce bayağı yol alabilirler. Ama üç veya daha fazla kişiden söz ediyorsak, biri mutlaka başı çekmelidir. Aksi taktirde kaos kaçınılmazdır” (Bennis, 1999).

İslam Peygamberi de bu hususta “Üç kişi bir araya gelirseniz birinizi lider seçiniz” diyerek liderlik ve yöneticilik olgularının önemine işaret etmiştir.

Yönetim; belirli amaçlara ulaşmak için eldeki tüm kaynakları birbiriyle uyumlu, verimli ve etkin kullanabilecek kararlar alma ve uygulama süreçlerinin toplamıdır (Erol, 1991). Yönetici ise bu süreci yöneten kişidir.

Liderlik ise; bir grup insanı belirli amaçlar etrafında toplayabilme ve bu amaçları gerçekleştirebilmek için onları harekete geçirecek bilgi ve yeteneklerin toplamıdır (Erol, 1991). Liderlik için başka tanımlamalar da yapılmıştır. “Liderlik; grup etkinliklerini grup hedeflerine ulaşma doğrultusunda etkileme sürecidir” (Bass, 1985). “Güçlü bir etkidir” (Argyris, 1976). “Etkili kişisel özelliklere bağlı bir güçtür” (Etzioni, 1964). “İzleyicilerin düşünce ve eylemlerini etkileme doğrultusunda güç kullanmadır” (Zaleznik, 1977). Lider ise; bu fonksiyonları yerine getiren kişidir. “Lider, küme üyelerinin kendine yaptığı olumlu etkiden daha fazlasını onlara yapabilen küme üyesidir” (Başaran, 1992) şeklinde de tanımlanabilmektedir. Tüm bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi, liderlik bazen bir kişilik özelliği, bazen belli bir makamın niteliği, bazen de bir davranış türü olarak kabul edilmektedir.

Beyni Geliştiren 11 Yöntem

                             1326734923208

                   SINAVLAR DEĞİŞİYOR, BEYİN GELİŞİYOR

Kullanılan organların daha çok geliştiği,daha az kullananlarında daha az geliştiği hatta yok olduğu bilimsel bir teoridir.Sağlakların sol ellerini kullanma özelliklerinin zayıf olması,aynı şekilde solaklarında sağ el ve ayaklarını kullanma özelliğinin de daha kısıtlı olması bu teoriye kanıt olarak gösterilmektedir.

İnsan beyni her ne kadar karmaşık gözüken bir sisteme sahip gözükse de kuralı basittir.Geliştirilebilir ve körelebilir.Körelmesi kolaydır.Sürekli hazıra yönelmek ve bir konu hakkında  çözüm üretmek için çaba göstermemek  pratik zekayı bir süre sonra zayıflatacaktır.Fakat geliştirilmesi için farklı yollar,farklı çözümler bulunmaktadır.Biz bu yollardan uzmanların önerdiği 11 tanesini sizler için derledik.

1- Akıllı ilaçlar: ”Modafinil” gibi ilaçlar, beyni 90 saat boyunca uyanık tutuyor. Beynin bir bölgesinden diğerine veri akışını sağlayan kimyasalları artırıyor.

2- Yiyecekler: Protein açısından zengin besinler yarar sağlıyor. Düzenli kahvaltı yapmak da zihinsel performansı artırıyor; gazlı içecekler tam tersi etki yapıyor.

3- Müzik: Özellikle Mozart dinlemenin matematiksel zekâyı artırdığı ve müzik derslerinin, çocukların IQ”sunu yükselttiği belirlendi. Ancak pop müziğin böyle bir etkisi görülmedi.

4- Biyonik beyin: Elektrotlarla beyne az miktarda elektrik akımı vermenin, beynin gücünü artırdığı belirtiliyor.

5- Zihinsel egzersizler: Zor matematik soruları zekâyı keskinleştiriyor. 5 hafta boyunca zihinsel egzersiz yaptırılan çocukların IQ”su 8 puan yükseldi.

6- Hafıza oyunları: İskambil destesindeki her kartı bir karakterle özdeşleştirip tüm karakterlerin yer aldığı bir hikâye yaratarak, 52 kartı sırasıyla hatırlayabilirsiniz.

7- Uyku: 21 saat boyunca uyumamak, beyin üzerinde sarhoşluk gibi bir etki yaratır. 2 saatlik çalışmadan sonra iyi bir gece uykusu uyumak, öğrenmeyi kolaylaştırır.

8- Yürüyüş: Haftada 3 kez yarımşar saat yürüyüş yapmak; öğrenme, konsantrasyon ve mantık gücünü yüzde 15 artırır.

9- Hobiler: Örgü ören, bulmaca çözen yaşlıların Alzheimer gibi hastalıklara yakalanma riskinin daha az olduğu tespit edildi.

10- Konsantrasyon: Bu da beyin için önemli bir egzersiz! Bir iş üzerindeyken, kısa süreli bir dikkat dağılması sonrasında yeniden konsantrasyon sağlamak yaklaşık 15 dakika sürer.

11- Nörolojik tarama: Beyin içindeki hareketliliği gösteren tarayıcılar, beynin aktivitelerini kontrol etmekte de kullanılabilir.

Kaynak: http://www.kariyetif.com

Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Programı

 

nikonGözünüzün önüne bir film karesi getirin. Anne – babanızın çocukluk zamanlarına doğru bir yolculuğa çıkın şimdi. Birçok güzel an heba olup gitmiş, hatıralardan silinmiş durumda artık.
Anılarda kalan dönemlerde anı fotoğraflamak zor ve meşakkatli bir süreçti.
Peki ya şimdi? İstediğimiz her anı fotoğraflayabiliyor, hatta kamera sayesinde o anı tekrar tekrar yaşama şansı elde edebiliyoruz.
Sizce reklam şirketleri, yapım şirketleri, televizyonlar, sinema filmleri ve dizi setlerinde çekilen tüm görüntüler için kaç yetişmiş elemana ihtiyaç vardır?
Fotoğrafçılık alanı artık sadece fotoğraf çekebilme becerisi değil, mizansen kurgusunu ve enstantane bilgisini yorumlayabilmek.

Bakmakla görmek arasında fark olduğunu düşünüyorsanız, dünyaya bir aracıyla bakarak bu dünyayı tanımak ve tanıtmak istiyorsanız bu programı seçmelisiniz.

Fotoğraf ve Kameramanlık programı mezunları, fotoğrafçılık ve kameramanlık sektörünün reklamcılık, prodüksiyon, televizyonculuk, sinema gibi alanların yanı sıra özel ve kamu kuruluşlarının halkla ilişkiler ve tanıtım departmanları, tüm bakanlıkların özel kalem ve halkla ilişkiler alanlarındaki iş imkanlarından yararlanabilmektedir.

Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Programının amacı bilimsel yöntemler ışığında Fotoğrafçılık ve Kameramanlık hizmetlerini gerçekleştirecek nitelikli, iyi yetişmiş, etik değerlere sahip elemanları yetiştirmektir. Fotoğrafçılık ve Kameramanlık adı altında açılan  bu programdan mezun olan öğrenciler Fotoğraf ve Kamera Teknikeri unvanıyla özel ve kamu sektöründe istihdam edebilecektir.

HASTA DEĞİL, SUSUZUZ !

  arı-su 

   Suyun vücudumuz için önemi saymakla bitmez; ancak yeterli miktarda su içmiyor isek birçok hastalığa karşı savunmasız     kalıyoruz.

   Vücut su kıtlığı çektiğinde;

  • Kandaki suyu kullanırsa,  yüksek tansiyon hastalığına yakalanırız.
  • Omurlardaki suyu kullanırsa, bel ve boyun fıtığı hastalığına yakalanırız.
  • Kemiklerdeki suyu kullanırsa, gut-atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.
  • Akciğerdeki suyu kullanırsa, astım hastalığına yakalanırız.
  • Pankreastaki suyu kullanırsa, şeker hastalığına yakalanırız.Az su içenlerde yorgunluk, dikkat güçlüğü ve hafıza bozukluklukları görülebilir
    “Sağlıklı yetişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ını, kadında %50’sini su oluşturur. Bu oranlar yenidoğan bir bebekte %70- 75 iken yaşla birlikte azalır. İnsan beyninin %95’ini ve akcigerlerin %90’ını su oluşturur. Vücuttaki bütün sistemler, organlar ve hücreler yeterli su olmadan fonksiyonlarını sürdüremezler. Hücre içinde gerçekleşen bütün hayati metabolik olaylar ancak hücre içinde su yeterli ise gerçekleşebilmektedir. Vücut sıvısının %2 gibi küçük bir oranda azalması bile hafif yorgunluk, yakın hafizada hafif bozulma, dikkati toplamada ve yapılan işe odaklanmakta güçlüklere neden olur. Vücut sıvısının azalmasına basitçe ‘dehidratasyon’ denir. Gün boyu devam eden hafif yorguluğun en sık nedenlerinden biri de hafif dehidaratasyondur.
    Su neden yaşamın kaynağı?

    • Vücutta taşıyıcı göreve sahip olan su, hücrelere besin ve oksijen taşır, atıkları uzaklaştırır.
    • Böbreklerin toksik maddelerden temizlenmesine yardımcı olur.
    • Kan ve lenf sisteminin büyük bir kısmını oluşturur.
    • Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır.
    • Kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin dengelenmesine ve taşınmasına yardımcı olur.
    • Sıcak havalarda vücudu serin tutar ve soğuk havalarda vücut izolasyonu sağlar.
    • Yeteri kadar tüketildiğinde, cildin daha düzgün, daha yumuşak, daha parlak ve daha esnek olmasını sağlar.
    • Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinlerin sindirilmesinde görev alır.
    • Su, emziren kadınlarda, süt üretimini artırır.
    • Bağışıklık sisteminin görevini yapabilmesi için su gerekmektedir. Bu özelliği ile zinde ve dinç kalmada yardımcı olur.
    • Eklemlerin kayganlığını sağlar.
    • Su tüketimi azaldıkça, vücutta depolanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı gerçekleşir.
    • İçme suyu veya doğal kaynak sularının birçoğu bölgeden bölgeye degişmekle birlikte; bazı minarelleri içerir. Vücudumuz için gerekli olan minarellerin bir kısmını içtiğimiz sulardan elde ederiz. Bunlar içinde kalsiyum, magnezyum ve sodyum daha fazla miktarda olanlardır. Flor, iyot ve diğer eser elementlerin de bir kısmını içtiğimiz sulardan sağlarız.
    • terli su içip içmediğinizi test etmek için 3 küçük ipucu

      • Susuzluğunuzu gidermek için içtiğiniz su miktarının en az 2 katını tüketin.
      • Günboyu ve sık sık su için ve su içmek için susamayı beklemeyin.
      • İdrar renginiz koyu sarı renkli ise yeterli miktarda su içmiyorsunuz demektir. İdrar renginiz koyu sarıdan açik ve şeffaf renge dönüştüğünde yeterli miktarda su tüketiyorsunuz demektir.

      Kimler daha çok su tüketmeli?

      • Yüksek proteinli diyetle beslenenler.
      • Lifli gıdalardan zengin beslenenler.
      • Bulantı kusma ve ishal ile sıvı kaybının arttığı zamanlar
      • Ağır fiziksel aktivite yapanlar
      • Çok sıcak ortamlarda olup, aşırı terleyen kimseler daha fazla su tüketmelidirler.

      Su her zaman yaşam kaynağınız olmayabilir

      Vücutta fazla miktarda sıvının olduğuna işaret eden durumlarda (bacaklarda ödem ve karında asit); kalp yetmezliği, böbrek yetmezligi, siroz ve kronik karaciğer hastalığı gibi zaman zaman sıvı alımının belli bir miktarla kısıtlanması tedavinin önemli bir parçasıdır. Bu gibi durumda olan hastaların doktorlarının tavsiyelerine uymaları daha doğru olacaktır.

      Çay, kahve, kola suyun yerini tutmaz

      İçeceklerin hiçbiri suyun yerine geçemez. Su, kalori içermez ve asiditesi yoktur. Kafeinli içeceklerin fazla tüketilmesi; çarpıntıya neden olurken; bu içeceklerin beraberinde fazla şeker ve krema tüketilmesi de gereksiz kalori alınmasına yani kilo artışlarına sebep olabilir. Ayrıca kafeinin idrar söktürücü özelliği de olduğundan fazla tüketildiginde önce sıvı alımı artmış olur, ancak daha sonra idrarla sıvı kaybı artar.

      Kola ve benzeri asitli içecekler mideye rahatsızlık verdiği gibi; alınan asidin etkisini azaltmak için vücut çok fazla su harcamak zorunda kalır.”

      Su tüketiminizi artırmak için öneriler:

      • Su içmek için susamayı beklemeyin.
      • Yemeklerle birlikte ve yemek aralarinda su için.
      • 8×8 kuralını unutmayın. Günde 8 kez 8 onz (240 ml, 1 su bardağı) su için.
      • Kendinize su içmek için güzel bardaklar ya da şık bir sürahi alabilirsiniz.
      • Çalışma ortamınızda ve evinizde belirleyeğiniz bölümlere “su iç” yazılı notlar asabilirsiniz.
      • Ofis bilgisayarınıza su hatırlatması programlarından kurabilirsiniz. Böylelikle siz işinize konsantre olmuş çalışıyorken, ekranda beliren su şişesi size su vaktinin geldiğini hatırlatır.

      KAYNAKÇA: http://www.pudra.com/saglikli-yasam/saglik/su-icmenin-faydalari-2093.htm 

1 2 3 4 5 6 9