BURSA – ORHANGAZİ

bursa-yatırım-teşvik-belgesi

BURSA’NIN TARİHİ

Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun cennet köşelerinden Bursa ve çevresi, çok eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. Bölgede eski yerleşim alanlarının yarattığı uygarlıkların günümüzden 7 bin yıl öncesine gittiği, Ilıpınar Höyüğü kazılarında ortaya çıkmıştır. Höyükte yapılan kazılar sonucunda, MÖ. 5200 yıl öncesine dek inen bir yerleşim alanı bulunmuştur.

Bursa’nın 7 km. kuzeyinde Demirtaş nahiyesinin 2,5 km. güneyinde, 90 m. çevresi 5 m. yüksekliği olan “Demirtaş Höyüğü” yer almaktadır. Bu höyükte genellikle elde, az miktarda da çarkta yapılmış kâse, küp ve testilere ait seramik parçaları bulunmaktadır. Bunlar erken bronz çağdan kalmış olup MÖ. 2500’lü yıllara tarihlenir.

Kentin 14 km batısında, Çayırköyü’nün 1 km güneybatısındaki “Çayırköy Höyüğü’nün” boyutları da Demirtaş Höyüğü ile aynıdır. Burada bulunan seramik parçalarında gri, kırmızı, kahverengi ve siyah renkler hakimdir. Bulunan seramik parçalarının önemli kısmı elde, çok azı ise çarkta yapılmıştır. Höyüğün en eski buluntusu MÖ. 2700 yılına aittir.

MÖ. 3. yüzyılda Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kurulan kentin ilk adı “Prusa” idi. Yazılı kaynaklarda “Bitinya” olarak da geçen Bursa ve çevresinin en eski yerleşimleri İznik Gölü çevresindedir. Sadece İznik Gölü çevresinde, taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan yedi önemli höyük bulunmaktadır. Bunlardan Orhangazi yakınlarındaki Ilıpınar ve onun 750 m. kadar doğusundaki Hacılartepe Höyüğü, Orhangazi-İznik yolunun Yeniköy altı mevkiinde Tepecik Höyüğü, İznik Gölü’nün doğusunda ise Körüstan, Üyücek Tepe, Höyücek ve Karadin höyükleri bulunmaktadır.

İnegöl kent merkezinde, Cumatepe höyüğü ile 3 km doğusunda bulunan Doğutepe Akhisar höyükleriyle Yenişehir Babasultan Höyüğü tarih öncesi devirlere ait yerleşimleri işaret etmektedir. Demirtaş Köyü Höyüğü ile M. Kemalpaşa’nın Dorak Köyü ile Tahtalı Köyü’ndeki kalıntılar, Bursa bölgesinin en az beş bin yıllık önemli bir uygarlık alanı olduğuna işaret etmektedir.

Prousa (Bursa)’nın kuruluşu

Bursa bölgesi, MÖ. 4. yüzyılda Bithynia devleti kurulana dek çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğinde yaşamıştı. Ünlü Herodot Tarihi’ne göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent Cius/Gemlik’tir. Cius kentinin kuruluşu MÖ. 12. yüzyıla kadar uzanır. Apamea/Mudanya kentinin ise, MÖ. 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia/Gölyazı’nın ise, MÖ. 6. yüzyıldan daha önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ. 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra, Pers/İran egemenliğiyle tanışmıştı. Bursa bölgesi, bu savaşlar sırasında çok tahrip oldu. Dedalses, İranlara karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bithynia Devleti kurdu. Dedalses’in oğlu Botiras ve onun oğlu Bas/Byas (MÖ. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır.

MÖ. 2. yüzyılda M.Kemalpaşa yakınlarındaki Melde Tepesi’nde antik Miletopolis, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis, Sölöz köyünde Pythopolis, Yenişehir’de Otroia, Orhaneli’de Adriani, Karacabey’de Kremastis, Eşkel’de Daskylium, Çekirge’de Plai, Kurşunlu’da Brillos, İznik’te Nicaea antik kentleri kurulmuştu.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bithynia kralı I. Prusias (MÖ. 232-192) döneminde gerçekleşmişti. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınmış. Hannibal, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa kentini kurmuş. Kente bu nedenle Prusa adı verilmiştir. Şehir merkezine yakın ilk yerleşimin kesin bulguları M.Ö. 2500 – 2700 yıllarını göstermektedir.

Antik kaynaklarca bugünkü Bursa’nın kurucusu olarak bilinen I. Prusias’ın imparatorluğu zamanında Uludağ Bursa’sı (Prusa ad Olympium) adını alan şehirden o döneme ait mermerden bir kadın heykeli ve ostotek bulunmuştur.

İmparator Justinianus (527-565) zamanında Pythia’da (Çekirge’de) yeni hamamlar yaptırılmıştır. 1935 yılında Hisar içinde tonozlu odalar bulunmuştur. Hisar içinde, Yer Kapı’da bulunmuş erken Bizans devrine ait taban mozaiği, önemli arkeolojik kalıntılardandır. Tophane’de Bizans döneminden bir şapel ve manastıra ait mozaikler bulunmaktadır.

Prusa (Bursa) 1204-1261 yılları arasında Nikaia’ya (İznik)’e bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdü.

MÖ. 74 yılında Roma’ya bağlanan Bithynia krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğinde kaldı. Önce Romalıların, sonra da Bizanslıların bir ili olarak varlığını sürdüren Bursa ve civarı Osmanlı Beyliği döneminde dahi yabancı kaynaklarca Bithynia Beyliği veya Krallığı olarak anılmıştır.

Bugün ülkemizin en zengin Bizans devri mezar stelleri ve çeşitli mimari eser parçaları, seramikler, sikkeler Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk 200 yıllık döneminde diğer kentlere göre büyük gelişmeler göstermiş, birçok mimari yapı ile süslenmiş; devrinin tanınmış medreseleri ile bilim aleminin merkezi olmuştur. I. Murad zamanından başlayan Hüdavendigar Külliyesi, I. Beyazid’ın yaptırdığı Yıldırım Külliyesi, I. Mehmed (Çelebi) döneminde başlayıp II. Murad zamanında tamamlanan Yeşil Külliye Bursa’nın mekânsal gelişimini etkileyen ve bugün de ayakta duran büyük komplekslerdir.

Bursa kimin şehri?

Bursa ve civarına önceleri Bithynia denilmekteydi. Uludağ’ın güneyi ile batısı ise Mysia adıyla anılmaktaydı. Bursa bölgesinde yaşayan Bithynialılar, Thrak kökenliydi. Asya ile Avrupa’nın geçiş yeri üzerinde bulunduğundan, çok farklı halklar da bölgeye yerleşmişti.

Bithyn’lerden önce bölgede Bebryk’ler oturmuştu. Sonra da Mysi’ler gelmişti. Bithyn’ler, Thrak örf ve adetlerine bağlı oldukları için çoğu kez Asya Thrak’ları olarak anılmıştır. Kullandıkları dilin ise Thrakça olduğu belgelerden anlaşılıyor. Ancak, Yunan kolonilerinin etkisi ile Bithynia halkı da yavaş yavaş Yunanlaşmıştı. Bithyn’lerden önce, bölgede Bebryk, doğuda ise Mygdon dili konuşuluyordu. Batıda ise Mysia dili konuşulmaktaydı.

Bizanslıların 12. yüzyılda Bursa ve civarına çok sayıda Sırp ve Bulgar’ı iskân ettiği bilinmektedir. Osmanlılar bu bölgeye geldiklerinde, Bursa ve çevresinde çok değişik etnik gruplardan olmak üzere, Ortodoks Hıristiyanları bulmuştu.

Ayrıca şu gerçeği de ifade etmek gerekir ki, Osmanlılar Bursa’yı aldıklarında kent sadece hisar içinden ibaretti. Orhan Gazi şehri hisarın dışına çıkararak, surlar dışında bugünkü Bursa’nın çekirdeğini oluşturan yeni bir şehir kurmuştur. Okul, hastane, köprü, aşevleri, kervansaraylar, hamamlar gibi kamu yapıları inşa edilmiş ve bunların çevrelerinde konut alanları yaratılarak bir yerleşme geleneği başlatılmak suretiyle bugünkü “Yeşil Bursa”nın temelleri atılmıştır.

Bursa’nın fethi

Osman Bey 1308 yılında Bizans tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz/Erdoğan köyü yakınlarında perişan edince, Bursa önlerine gelmişti. Bu tarihten sonra Bursa’yı kuşatarak gözlemek amacıyla biri Kükürtlü Hamamı karşısında, Ak Timur’u komutasında, diğeri eski Mollaarap Okulu yerinde, Balaban Bey komutasında iki kule yaptırmıştı. Bursa’nın arkasını güvenlik altına almak için 1325 yılında Orhaneli Kalesi fethedilince tekfur çaresiz kaldı. 6 Nisan

1326 tarihinde Bursa’yı Orhan Bey’e teslim etti. Böylece Bursa, bir bakıma kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde teslim yoluyla Türklerin eline geçmiş oldu.

O dönemlerde top ve tüfek olmadığından kaleleri düşürmek için kullanılan en önemli savaş taktiği kaleleri kuleler vasıtasıyla gözetim altına tutarak giriş ve çıkışı engellemekti.  Böylece kale halkını aç bırakarak, suyunu keserek kentler kan dökmeden ele geçiriliyordu. Bursa’nın ele geçirilmesinde de “vire” denilen bu metot uygulanmış, aç ve susuz kalan halk tekfura karşı ayaklanmış ve şehir kan dökülmeden Osmanlılara teslim edilmişti.

Atatürk ve Bursa

Atatürk, milli mücadelenin merkezi olan Ankara’yı başkent yaptı ama Bursa’yı da çok sever ve ilgi gösterirdi. Nitekim Atatürk’ün en çok ziyaret ettiği illerin başında Bursa gelir. Atatürk, 1922 yılından ölümüne kadar Bursa’ya 18 kez gelmiştir.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ertesinde, 17 Ekim 1922 tarihinde Bursa’ya ilk ziyaretini yapmıştı. Bu gezisi sırasında yaptığı konuşmasında Atatürk: “Artık ordularımızın yaptığı savaş bitti. Şimdi eğitim ve ekonomik alanda bir savaşa hazırlanıyoruz” demişti.

31 Ağustos – 11 Eylül 1924 tarihlerindeki üçüncü gelişinde ise Atatürk artık cumhurbaşkanıdır. Bursa’nın kurtuluş törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Devrimlerimiz, Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu yüklenmiştir. Bize düşen, onu anlatmak ve değerlendirerek çalışmaktır”.

Atatürk, yapacağı her devrim öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer, nabız yoklardı. Bu gezilerine de Bursa’dan başlardı. Yine Harf Devrimi öncesinde, 27 Ağustos 1928 tarihinde Bursa’ya gelmişti.

26 Mart 1937 tarihindeki gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek, dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.”

Atatürk, en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl, 1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’ya yapmıştı. Uzun süredir hasta olan Atatürk, Bursa’da dans etti, eğlendi. Adeta son baharını yaşadı Bursa’da… Atatürk kendisi için Bursa Belediye salonunda verilen baloda öylesine neşelendi ki, orkestrayı durdurup zeybek çaldırdı. Salonun ortasına geçip zeybek oynadı. Bursa, Atatürk Türkiye’si ile aydınlandı. Bütün Türkiye gibi Bursa ve Bursalılar da ona çok şey borçlu. Bütün Türkiye gibi Bursalılar da onu asla unutmayacak…

orhangazi

ORHAN GAZI DÖNEMI

Osman Bey’in, yigit ve bahadir oglu Orhan Gazi, Osmanli tahtina geçip oturdugu zaman, ne yaptigini ve ne yapmasi gerektigini iyi bilen bir kimse idi. Gazi, Sucau’d-dünya ve’d-din, Ihtiyaru’d-din ve Seyfu’d-din gibi ünvanlara sahip olan Orhan, babasinin suurlu politikasini devrine ve yerine göre hem kiliç, hem de ideoloji sahasinda devam ettirmek kararinda idi.

Dedesi Ertugrul Gazi’nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey’i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey’in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için “Murad” adi verilir.

Tahti, kardesine teklif edip ondan feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan’in bu teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci olarak kalmasini istemisti.

Çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah’in ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert birisi idi. “Savas gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan ölüm ders alirdi. Mü’mine rahmet, kâfire zahmetti.” Gerek siyaset, gerekse savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten, babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemisti. Bununla beraber o, yine de tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti.

Osmanli Devleti’nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Orhan Bey’in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler verilmektedir: Bursa kalesinin fatihi Ebu’l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur bir padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti olarak kabul ediliyordu.

Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina geçtigi zaman, beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir çok devlet vardi. Gerçekten bu dönemde Anadolu’da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi, Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden baska Amasra’da Cenevizliler, Trabzon’da Komnenoslar, Marmara ve Ege’de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu.

Tarihî olay ve bunlardan bahs eden kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir.

1324 Subat’indan baslayip 1362 Mart’ina kadar devam eden Orhan Bey’in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer. Devletin, Ilhanlilarin etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda, mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu iliskilerinde hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde olmustur.

 ORHAN GAZI DONEMI FETIHLERI

Babasinin, kendisine biraktigi vatan topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey’in yerini, oglu Orhan’in aldigi görülmektedi

YERYÜZÜ CENNETİ ANTALYA VE KUZEY YILDIZI DÖŞEMEALTI İLÇESİ

Antalya Genel Bilgiler

        çüantalya3Y 20.723 km²

 1.789.295 (2007)
Bu nüfusun 1.127.634’ü il ve ilçe merkezlerinde, 661.661’i köylerde yaşamaktadır.
: Antalya ili, Türkiye’nin güneyinde, merkezi Akdeniz kıyısında olan bir turizm merkezidir. Kuzeyinde; Burdur, Isparta, Konya, doğusunda; Karaman, Mersin, batısında; Muğla illeri vardır. Güneyi, Akdeniz ile çevrelenmiştir. Türk Riviera’sı Antalya kıyılarının uzunluğu 630 km’yi bulur.

Tarihçe: II. Attalos tarafından kurulmuştur. Bergama Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır. M.Ö. 67’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan ismi görülen Attaleia, Türklerin eline geçtikten sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Modern şehir, antik yerleşmenin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki, eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserlerinden biridir.

Antalya şehri ve çevresine antik çağda, “çok verimli” anlamına gelen Pamphylia, Batı kesimine ise Lykia denirdi. Milattan önce VIII. yüzyıldan itibaren buraya Ege denizinin Batı kıyılarından göçenler; Aspendos ve Side gibi şehirleri kurmuşlardır. II. yüzyıl ortalarında hüküm süren Bergama Kralı II. Attalos, Side’yi kuşatmıştı. Antalya’nın yaklaşık 75 km. doğusundaki Side’yi alamayan kral, şimdiki il merkezinin olduğu yere gelerek bir şehir kurdu. Buraya onun adı verilerek Attaleia dendi. Zaman içinde Atalia, Adalya diyenler oldu. Antalya, onun adından gelmektedir.

Yapılan arKeolojik kazılarda Antalya ve bölgesinde, günümüzden 40 bin yıl önce insanların yaşadığı ispat edilmiştir. Milattan önce 2000 yılından bu yana bölge, sırasıyla;  Hitit, Pamphylia, Lykia, Kilikya gibi kent devletlerinin ve Pers, Büyük İskender ile onun devamı sayılan Antigonos, Ptolemais, Selevkos, Bergama Krallığı’nın idaresine girmiştir. Daha sonra Roma Devleti, hüküm sürmüştür. Antalya’nın antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III. yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti.

Yöre Doğu Roma ya da Türkiye’de tanınan adıyla Bizanslıların hâkimiyeti altındayken, 1207’de Selçuklular tarafından Türk topraklarına katıldı. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke Aşiretinin bir kolu olan Hamitoğulları’nın egemenliğine girdi. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan biridir. XI. yüzyılda bir kısmı buraya gelmiştir. Bugün Antalya’nın kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Bölgesinin, bir adı da Teke yöresidir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke sancağının merkezi, şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke sancağı denirdi. İlin şimdiki adı ise aslında antik çağdaki adının biraz değişmiş şeklidir ve Cumhuriyet döneminde verilmiştir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi,  kale içinde dört mahalle ve üç bin ev, kale dışında 24 mahallesi olduğunu belirtir.  Şehrin çarşısı ise kale dışındaymış.  Evliya Çelebi’ye göre limanı, 200 parçalık gemi alacak büyüklüktedir. İdarî bakımdan Konya’ya bağlı Teke Sancağı’nın merkezi olan Antalya, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında bağımsız sancak haline getirildi.

Kaleiçi ; büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde içten ve dıştan surlarla çevrilidir. Surlar, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirleri ortak eseridir. Surların 80 burcu vardır. Surların içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik yapıları Antalya’nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde yansıtır. 1972 yılında Antalya iç limanı ve Kaleiçi semti, özgün dokusu nedeniyle “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu” tarafından “SİT bölgesi” olarak koruma altına alınmıştır. Turizm Bakanlığı’na “Antalya- Kaleiçi Kompleksi” restorasyon çalışmasından dolayı, 28 Nisan 1984’de FİJET (Uluslararası Turizm Yazarları Birliği) tarafından Altın Elma Turizm Oskarı ödülü verilmiştir. Günümüzde Kaleiçi otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları ile eğlence merkezi haline gelmiştir.

Eski Antalya Evleri    : Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya’da eski evlerin yapımında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiştir. Gölgeli taşlıklar ve avlular hava akımını kolaylaştıran özelliklerdir. Depo ve hol görevi yapan girişi ile üç kat üzerine kurulmuştur.

Yivli Minare: Antalya’nın ilk Türk yapısıdır. Merkezde liman yakınındadır. Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varsa da yıkılmış olmalıdır. Çünkü Minarenin yanındaki Cami daha geç devre, 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan Hamitoğulları zamanında, Tavaşi Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır.

Ulu Cami: Kesik Minare adıyla da bilinir. Aslında bir Bazilika olarak V. yüzyılda inşa edilmiştir. İlk eserden çok az bölüm ayakta kalmış, Bizans döneminde değişikliklere uğramıştır. Eser, Osmanlılar zamanında tamir görmüş, bir kısmı Mevlevihane olarak kullanılmış, sonra cami olarak hizmete açılmıştır.

Karİl merkezindeki önemli Türk İslâm yapılarından olup XIII. yüzyıl ortasında inşa edilmiştir. 20. yüzyıl başlarına kadar ulaşım at ve develerle sağlanır, ticaret malları da bu hayvanlarla nakledilirdi. Kervanlar yollarda, “Han” ve kervansaraylarda konaklardı. İşte Evdir Han da bunlardan biridir. Antalya’dan kuzeye giden yol üstündedir. Bugünkü Antalya-Korkuteli kara yolunun 1 km. doğusunda ve il merkezine 18 km. uzaklıktadır. En fazla dikkati çeken kısmı sivri kemerli portalıdır. XIII. yüzyılın başlarında yapılmış bir Selçuklu eseridir.

     Antalya – Afyon eski yolundaki ikinci durak yeri Kırkgöz Han’dır. Kırkgöz Han Antalya’ya 30 km. uzaklıkta bulunan Kırkgöz’de,  Pınarbaşı mevkiindedir. Çok sağlam bir durumdadır.Antalya il merkezinin yaklaşık 10 km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri simgeleyen tabiat güzelliklerindendir. 20 metre yükseklikten dökülür. Ana kaynağı Kırkgöz mevkisidir. Aşağı Düden Şelâlesi ise Lâra Plajı yolundadır.  Kent merkezinin güneydoğusunda, 40 metre yükseklikteki falezlerden denize dökülür. Antalya’nın simgeleşmiş tabiat güzelliklerindendir. İl merkezinin doğusundaki Alanya yolunun 24. km’sindeki sapaktan Isparta yoluna girildikten 7 km. sonra ulaşılabilir.  Bu tabiat harikası da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Şelâle bir masal diyarından çıkıp gelmiş gibidir. Yemyeşil derin bir vadinin içindedir. Bütün çevresi yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle gezilebilir. Yer yer gölcüklerin oluştuğu sularda çok sayıda balık yaşamaktadır. Aynı zamanda zengin faunası ile dikkat çeker. Düden, Kurşunlu ve Manavgat Şelâleleri, birçok Türk filminde mekân olarak kullanılmıştır. Hepsine de otobüsle rahatlıkla gidilebilir.

        Antalya il merkezinin 10 km. kadar doğusundaki doğa harikası Lara Plajı ile Antalya merkezinin batı kıyısındaki Konyaaltı Plajı şehrin en güzel kıyılarıdır.

      Antalya 18 km doğusunda, Aksu Bucağı yakınındadır. Kilikya – Pisidia ticaret yolunun üstünde yer aldığı için önemli bir Pamphylia şehridir. Kuruluşu diğer Pamphylia şehirleriyle aynı zamana rastlar (Milattan Önce VII yüzyıl). Perge, Hıristiyanlar için önemli bir kent idi.  Aziz Paulos ve Barnabas, Perge’ye gelmiştir. Magna Plancia gibi kimi zenginler buraya önemli anıtlar kazandırmışlardır. İlk kazıların 1946 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından başlatıldığı Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları bulunmuştur.

       Antalya’nın 27 km. kuzeybatısında, Yağcılar sınırları içindeki Karain Mağarasında bulunan kalıntılar Paleolitik, Mezolitik, Neolitik ve bronz çağlarına aittir. Bu mağara, görülmesi gereken yerlerdendir.
Antalya-Burdur otoyolunun 48. kilometresinde, sola dönülen bir sapaktan 1 km. içerdedir. Bir dağın yamacında kurulmuş olup, hamamları, kaya mezarları açısından görülmeye değerdir. Ariassos kentine girilen vadinin başlangıcında kentin en görkemli kalıntısı olan giriş kapısı yükselir. Roma devrinden kalma bu anıt, 3 kemerli ve dolayısıyla 3 girişli olduğu için, yöre halkınca “Üç kapı” diye anılır. Kentin şaşırtıcı bir özelliği, dörtte üçünün, olağanüstü gösterişli anıtsal mezarlar olan nekropolis kalıntısı olmasıdır.
HayAntalya ve çevresinde, asırlardır süzülen iki hayat tarzının da mirası vardır. Türkler buraya ilk geldiklerinde yerleşik düzene hemen uymuşlar; köy, kasaba ve şehirler kurmuşlardır. Nüfusun bir kesimi ise Türklerin Anadolu’ya gelmesinden önce olduğu gibi konargöçer hayatı sürdürmüştür. Yarı yerleşik demek olan bu hayat tarzına göre, birbirine akraba en az 15–20 aile, bazen de yüzlerle ifade edilen sayıdaki aileler; kıl çadırlarda yaşar, yazın dağlara çıkar, kışın ise kışlak denen sıcak ovalara inerlerdi. Deve, koyun gibi hayvanları yetiştirir bunlardan ürettikleri ürünleri, yerleşik halkın ürünleriyle değişerek ya da satarak geçinirlerdi. Et, süt, yağ üretirler, kıl çadır ve doğal kökboyalı kilim dokurlardı. Kışlaklarda dar alanlara tahıl, sebze ekenler bile olurdu. Hatta Osmanlı ordusuna at yetiştiren büyük konargöçer grupları (aşiret, oymak) vardı.

     Bugün Avrupa’nın en önemli müzelerini süsleyen Türk kilimleri, bu insanların el emeği göz nurudur. Günümüzdeki halk müziği kültürünün çok büyük bir kısmı konargöçerlerden mirastır. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi Türk halk şiiri ve müziğinin en büyük ozanları, bu kültürün temsilcileridir. Eskiden beri kırsal kesimdeki köylerde yerleşik hayatı sürdürenler kendilerini, “yerli, köylü” gibi tabirlerle nitelerken, Yörüklerin topluca yerleştiği bir köye gitseniz “Burası Yörük köyü” derler Türkiye’nin hemen her tarafında bu tür nitelemeleri duyabilirsiniz. Ancak insanlar eskilere uzanan bu hayat farkını bu şekilde vurgulasa da, hepsi aynı köke sahiptir ve Türk’tür. Aslı birbirlerine farklı gözle bakmazlar ve bunu bir zenginlik olarak görürler.
Bugün Türkiye, çağdaş modern hayata en iyi uyum sağlayan, teknolojiyi en iyi şekilde kullanan ülkelerden biridir. Ama hem nostaljik hem de kültürel değeri olan, binlerce yıldır devam eden hayatı sürdüren, birkaç küçük konargöçer grubu kalmıştır günümüzde. Sayıları da birkaç yüz kişiyi geçmez. Hazin bir biçimde, o hayat tarzından sadece develer kalmıştır. Yolunuz düşerse yaz aylarında Belek, Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, çanlı çıngırdaklı turist taşıyan develer görürsünüz. İşte o günlerden hatıradır bu develer. Ayrıca Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet veren Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Antalya’nın yerli halkı bugün bile imkân bulduğunda yazın Gömbe, Sütleğen, Alanya gibi yaylalara çıkar. Bu gelenek, atalarından kalan bir hatıradır. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros dağlarında kuyularda saklanan karların, Ağustos ayında dağdan indirilerek ilçe merkezine getirildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından satıldığını görürsünüz. Bu da yine Yörüklerin eski geleneklerinden sadece biridir.

YerYörüklerin beslenme tarzının temelini, hayvancılık ve buğdaydan elde edilen besinler belirler. Kıyı şeridinde az da olsa yaş sebze üretilmesine karşın iç bölgelere gidildikçe buğday ve kuru sebze ağırlık kazanır. Antalya’da dünya mutfaklarının tamamına turistik otel ve lokantalarında bulmak mümkündür. Ama yöreye has yerel yemekler şunlardır: Saç kavurması, Tandır kebabı, Kölle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlaması), Domates civesi, Hibeş, Arapaşı

İ   Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Antalya’da, kışlar ılıman ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçer. Karayolu, havayolu ve denizyolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Antalya havalimanı uluslararası hava trafiğine açıktır.

Kaynak:Profösör Dr.İbrahim Atilla Acar’ın ‘Dünya Şehri Antalya’ makal                        

Döşemealtı, 2008 yılında kurulan Antalya ilinin merkez ilçelerinden biridir. Antalya’nın kuzeyinde yer alır. El dokuması halılarıyla ünlüdür. Nüfusu 44.000’dir. 14 mahallesi 4 beldesi 14 köyü vardır.

Tarih

Adını Düden Şelalesi‘ni besleyen Kırkgöz Gölü‘nden alarak 1934 yılındaKorkuteli Kızılcadağ ve çevre köylerinden gelen aileler ve daha sonra zamanın Antalya Valisi Haşim İşcan tarafından 60 adet iskân evi yaptırılmış ve bu konutlara Kıbrıs’tan gelen 60 Türk vatandaşı aile yerleştirilmesiyle Kırkgöz Yeniköy adında bir köy kurulmuştur. Bölgede göçebe olarak yaşayan Yörüklerin de yerleşik düzene geçmesiyle genişleyen bir köy olmuştur. Antalya’ya 20 km uzaklıkta olup, Antalya –Burdur karayolu üzerindedir.

Antik çağda Pamfilya kentleri ile Pisidia kentlerinin birbirine bağlayan yollardan birisi olan Derbent boğazındaki döşeme taş yolundan almıştır. Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de işlevini sürdürmüş olan döşeme yol yakın zamana kadar Yörükler tarafından göç yolu olarak kullanılmıştır. Döşeme taşlardan oluşan bu yol döşemealtı platosuna adını vermiş olup 4 m genişliğindedir. Bu nedenle yöre halkı“ döşeme” yolun geçtiği boğazı “döşeme boğazı”, yolun altında kalan düzlüğü de; “ Döşemealtı” olarak adlandırmıştır.

Kırkgöz Yeniköy kurulmazdan önce Osmanlı zamanında bölgede yaşayan Karabayırlı, Nebilerli, Karamanlı, Yeni Osmanlı yörükleri küçük köyler ve obalar oluşturmuşlardır. Bu köyler ve obalara döşeme antik yolun alt kesiminde yer alması nedeniyle Döşemealtı köyleri denilmektedir.

1970’li yıllarda Yeniköy Nahiye Müdürlüğü olması nedeni ile Kepez üstünde bulunan; Duacı, Kirişçiler, Kevşirler, Başköy, Odabaşı, Selimiye, Dereli, Çıplaklı, Kızıllı, Ekşili, Karaveliler, Killik, Camili, Ahırtaş, Bıyıklı, Kömürcüler, Yağca, Çığlık, Nebiler, Yukarı Karaman (Şimdi Düzlerçamı), Yeşilbayır, Dağbeli, Bademağacı köyleri Yeniköy nahiyesine bağlanmıştır.

1973 yılında Dağbeli ve Bademağacı’nda Belediye teşkilatları kurulmuştur.

Kırkgöz-Yeniköy 17 Aralık 1977 tarihinde 2.711 nüfusa ulaşarak belediye teşkilatı kurmuş Yeleşim alanının ismi Yeniköy olmasına rağmen belediyenin ismi “Döşemealtı Belediyesi” olarak tescil edilmiştir.

Döşemealtı’nda bulunan köylerinden olan Yeşilbayır’ da, 1994 yılında nüfusu 2000 in üzerine çıkması sonucu Yeşilbayır Belediyesi kurulmuştur. 1999 yılında ise yine Döşemealtı köyü olan Yukarıkaraman ve Nebiler Köylerinin birleşmesi sonucu Düzlerçamı Belediyesi, Çığlık Köyünde ise ÇIĞLIK BELEDİYESİ kurulmuştur.

2005 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi’ nin sınırları genişlemesi sonucu, Döşemealtı’nda bulunan Döşemealtı Belediyesi, Yeşilbayır, Düzlerçamı Belediyesi, Çığlık Belediyesi Büyükşehir sınırlarına Alt Kademe Belde Belediyesi olarak katılmışlardır. Aynı tarihte Çıplaklı Köy Tüzel Kişiliği sona ermesiyle Döşemealtı Belediyesi’ne mahalle olarak katılmıştır.

5747 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 06.03.2008 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte Düzlerçamı, Yeşilbayır ve Çığlık ilk kademe belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak mahalleleri ile birlikte Döşemealtı İlk Kademe Belediyesine katılmıştır. Döşemealtı merkez olmak ve ekli (4) sayılı listede adları yazılı köyler bağlanmak üzere Antalya İlinde Döşemealtı, ilçesi kurulmuştur.

Döşemealtı İlçesine bağlı Beldeler; Dağbeli, Bademağacı, Ekşili ve Karaveliler. Döşemealtı İlçesine bağlı Köyler; Ahırtaş,, Akkoç, Aşağıoba, Bıyıklı, Camili, Dereli, Ilıca, Karataş, Kevşirler, Killik, Kovanlık, Kömürcüler, Selimiye, Yağca. Döşemealtı İlçe Merkezi Mahalleleri; Altınkale Mah, Yeşilbayır Mah, Ayanlar Mah, Aydınlar Mah, Orta Mahalle, Çığlık Mah, Düzlerçamı Mah, Karaman Mah, Nebiler Mah, Yalınlı Mah, Çıplaklı Mah, Tomalar Mah, Bahçeyaka Mah, Yeniköy Mah.

Kaynak:Döşemealtı Belediyesi resmi wep sayfası

DİYARBAKIR

 

diyarbakir-sur-resimleri-5[1]

Mezopotamya’nın kuzeyinde yer almaktadır. Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Mardin, Urfa, Batman ve Adıyaman illeriyle çevrelenmiş olan Diyarbakır ili, bölgenin tüm özelliklerini taşır.

Bağlı 13 ilçe merkezi bulunmaktadır.Diyarbakır kent merkezi 7 bin 500 yıllık bir geçmişe sahiptir.

Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi olarak kabul edilen kent, birbirini izleyen 26 değişik uygarlığa beşiklik etmiştir.M.Ö.3000 yıllarında Hurriler’den başlayarak Osmanlılar’a kadar uzanan yoğun bir tarihi geçmişi olan Diyarbakır’da yaşayanlar, dönemlerine ait izlerle kenti ölümsüzleştirmişlerdir.Bu eserlerin başında, kuşbakışı bir kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatan surlar gelir. Diyarbakır surları uzunluk bakımından Çin Seddinden sonra dünyada ikinci, ama eskilik bakımından birinci sırada kabul edilmektedir.

Yüzölçümü: 15.355 km2

Nüfusu: 1 milyon 362 bin 708 (2000 sayımına göre)

Rakım: 660

Komşu olduğu iller: Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman

İlçeleri: Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan.

Köy sayısı : 751

YÜZEY ŞEKİLLERİ

Diyarbakır ilinde yüzey şekilleri oldukça sadedir. Çevresi yüksekliklerle kuşatılmıştır. Ortası çukur bir havza durumundadır. Diyarbakır havzası denen bu çukur alanın eksenini batı-doğu doğrultulu geniş Dicle Vadisi oluşturur. Kuzeyden Güneydoğu Toroslar yayı ile kuşatılmıştır. Bu dağlar Doğu Anadolu Bölgesi’yle Güneydoğu Anadolu’ya birbirinden ayırır. Diyarbakır havzasının güneybatısında ise Karacadağ kütlesi yükselir. Urfa-Diyarbakır il sınırı üstündeki bu kütle, koyu renkli lavların yığılmasıyla oluşmuş eski bir volkan kütlesidir. Koni biçiminde olmadığından fazla heybetli görülmez. Yüksekliği, en yüksek noktası olan Kolubaba doruğunda 1.957 metreyi bulur. Karacadağ’ın lavları, doğu yönünde Dicle Vadisi’ne kadar uzanır. Bu lavların yapısı çok geçirimli olduğundan, Karacadağ kütlesi üstünde akarsu aşınımı hemen hiç rol oynamamakta, dağın içine süzülen sular ancak eteklerde ve uzaklarda kaynaklar halinde yeryüzüne çıkmaktadır

İKLİM

Diyarbakır’da sert bir kara iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama, kış soğukları Doğu Anadolu’nda olduğu kadar şiddetli değildir. Bunun başlıca nedeni, Güneydoğu Toroslar yayının kuzeyden gelen soğuk rüzgarları kesmesidir. İl merkezindeki meteoroloji istasyonunun gözlemlerine göre, en sıcak ay ortalaması 31 derece, en soğuk ay ortalaması ise 1,8 derecedir. Bugüne değin ölçülen en yüksek sıcaklık 46,2 derece ile 21 Temmuz 1937 gününde, en düşük sıcaklık ise -24,2 derece ile 11 Ocak 1933 günü olmuştur.

496 milimetre olan yıllık ortalama yağış tutarının ancak yaklaşık yüzde 2’si yaz aylarında düşer. Kuzeydeki dağların eteklerine doğru gidildikçe yağışlar da artar. Örneğin yıllık yağış tutarı Silvan’da 729, Ergani’de 767, Kulp’ta 1.156, Lice’de ise 1.293 milimetredir.

Son yıllarda yapılan barajların oluşturduğu yapay göller (Karakaya, Atatürk, Batman, Silvan Barajları) geniş buharlaşma yüzeyleri oluşturmaktadır.Bu nedenle de Diyarbakır Havzası’nın kuru havasının nisbi neminde bir artış olmuştur. Ortalama nispi nem, en çok Aralık ve Ocak aylarında ölçülmüştür. Bu aylarda % 77’ye çıkar.Temmuz-Ağustos aylarında ise nispi nem değerleri % 20’ye düşmektedir.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Doğal bitki örtüsünü, genellikle otsu bitkilerin ağır bastığı bozkır bitkileri oluşturur. Bunlar ilkbaharda kısa bir süre içinde yeşerip çiçeklenir, ama yağışların kesilmesiyle yaz başında kururlar. Çevredeki dağlar, yer yer meşe ormanlarıyla kaplıdır. Orman bakımından çok yoksul olan Karacadağ’ın Diyarbakır ili içindeki kesimlerinde yer yer meşe topluluklarına rastlanır. Ama ormanlar, ilin toplam yüzeyinin onda birini bile bulmaz.

AKARSULAR

İlin en önemli akarsuyu Dicle’dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu, hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil’in doğusunda Dipni Çayı’nı alır. Sonra güneye yönelir.

Diyarbakır’a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar. En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terkettikten sonra alır.

GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası’ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur.

BARAJLAR

dicle-barajı-diyarbakır-b6253[1]

GAP çerçevesi içinde inşa edilen ve edilmekte olan Karakaya, Devegeçidi, Kral Kızı, Dicle gibi barajların önemli bir bölümü Diyarbakır çevresindedir. Hidroelektrik enerji yanında baraj ve göletlerden elde edilen su, tarımsal alanlarda yeni olanaklar sağlamaktadır.

TARİHİ GEZİLECEK YERLERİ

SURLAR

surlar[1]

İç kale surları

Yedi kardeş burcu

Ulu beden burcu

İç Kale SurlarıSurların kapladığı alanın kuzeydoğu köşesinde adeta yay biçiminde bir duvarla şehirden ayrılan iç kale, etrafında bulunan surlarla bir açıdan Dış kale’nin minyatürü gibidir. Yapım tarihi olarak kaynaklarda yer alan bilgiler, genelde İç Kale’nin Hurriler Dönemi’nde yapıldığına dair ortak bir karar mevcuttur.  Hurilere dayandırılan İç Kale’nin etrafı Bizans Döneminde 349 yılında dış surlarla çevrilmiştir. Artukluları yönetimindeyken önemli değişikliklere uğramış olan kentin yönetim merkezi İç Kale 16. Yüzyılda Osmanlı yönetimine girmesiyle son halini almıştır. İç Kale’nin Saray, Oğrun, Küpeli, Fetih adlı toplam dört kapısı vardır. Fetih ve Oğrun kapıları dışa; saray ve küpeli kapıları ise kente açılmaktadır. Toplamda 16 burçtan oluşan İç Kale’nin burçlarından her biri değişik işlevlerle donatılmıştır. Silah mühimmat deposu, tahıl ve yiyecek deposu, hapishane, askeri araç gereç deposu gibi işlevlerde kullanılan burçlar Artuklu ve Osmanlı döneminde iç kale surları birçok onarım görmüştür.  Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Diyarbakır İl Valiliği’nin beraber yürüttüğü İç Kale Restorasyonu projesiyle İç Kalede bulunan yapılar restore edilmeye çalışılarak tarihi yapılarımızın bulunduğu çeşitli risklerden uzaklaştırılmaya çalışılması sağlanacaktır. Bu projenin tamamlanması ile taşınmaz kültürel miraslarımız turizm alanında işlevlendirilecek bir duruma gelecek olup bununla birlikte içinde bulunduğu tahribat ve çökme tehditlerinden uzaklaşarak ilimiz ve ülkemiz turizmine kazandırılacaktır.  Tarihte vilayetin yönetim merkezi olan İç kale’de Artuklu Sarayı, Hz. Süleyman Camii ve 27 Sahabe Türbesi, Saint George Kilisesi, Aslanlı Çeşme, Artuklu Kemeri’nin yanı sıra kamu yapılarından Jandarma Binası, Eski Cezaevi, Kolordu Binası, Adliye A ve Adliye B Binaları, Komutan Atatürk Müzesi bulunmaktadır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Toki’nin beraber yürüttüğü Kentsel Dönüşüm Projesiyle Hz. Süleyman Cami ve çevresi özgün yapısı bozulmadan restore edilerek tarihi yapı içinde bulunduğu risklerden uzaklaştırılmaya çalışması sağlanacaktır.

Surların kapladığı alanın kuzeydoğu köşesinde adeta yay biçiminde bir duvarla şehirden ayrılan iç kale, etrafında bulunan surlarla bir açıdan Dış kale’nin minyatürü gibidir. Yapım tarihi olarak kaynaklarda yer alan bilgiler, genelde İç Kale’nin Hurriler Dönemi’nde yapıldığına dair ortak bir karar mevcuttur.  Hurilere dayandırılan İç Kale’nin etrafı Bizans Döneminde 349 yılında dış surlarla çevrilmiştir. Artukluları yönetimindeyken önemli değişikliklere uğramış olan kentin yönetim merkezi İç Kale 16. Yüzyılda Osmanlı yönetimine girmesiyle son halini almıştır. İç Kale’nin Saray, Oğrun, Küpeli, Fetih adlı toplam dört kapısı vardır. Fetih ve Oğrun kapıları dışa; saray ve küpeli kapıları ise kente açılmaktadır. Toplamda 16 burçtan oluşan İç Kale’nin burçlarından her biri değişik işlevlerle donatılmıştır. Silah mühimmat deposu, tahıl ve yiyecek deposu, hapishane, askeri araç gereç deposu gibi işlevlerde kullanılan burçlar Artuklu ve Osmanlı döneminde iç kale surları birçok onarım görmüştür

DİYARBAKIR MÜZELERİ

634670772445310000634670772630080000[1]

Ziya Gökalp müzesi

Cahit Sıtkı Tarancı

Arkeoloji müzesi

Ahmet arif edebiyat müzesi

Ziya Gökalp Müzesi

Diyarbakırlı yazar Ziya Gokalp’ın doğup buyuduğu bu ev 1956 yılında muze haline getirilmiştir. Diyarbakır’daki sivil mimari orneklerinden biri olan yapı bazalt taştan iki katlı olarak 1806 yılında inşa edilmiştir. Haremlik ve selamlık olmak uzere iki bolum halinde Diyarbakır ev mimarisine uygun bir şekilde duzenlenmiştir. Sus oğesi olarak; mahalli tabirle ’ciz’ veya ’kehal’ adı verilen beyaz renkli bezemeler dikkati cekmektedir. Muzede Ziya Gokalp’ın ozel eşyaları, fotoğrafları, kutuphanesindeki kitapları ile yoresel etnografik eserler sergilenmektedir.

DÖNEMLER

Tanzimat dönemi

Sabarrular ve hurile

Osmanlı dönemi

Osmanlı Dönemi

Diyarbakır, en uzun süreli idareyi Osmanlı egemenliğinde geçirmiştir. Bizanslıların 600 yılı bulan sürede şehri, Pers-Sasanîlerle paylaşımı şehirde birçok tahribe neden olmuştur. Saltanat kavgaları, Bizanslıların saldırıları şehrin sürekli gelişimini önlemiştir. Timur’un, Cengiz’in kısa süre egemenliği şehri baştanbaşa harap etmiştir. Osmanlı döneminde ise valilik yapan Paşalar, dört yüz yılı aşan süre içinde şehrin büyük ölçüde imarını sağlamışlardır. 1524-1526 yılları arasında iç kaleyi saran surlar da Kanuni Sultan Süleyman zamanında yeniden gözden geçirilmiş, ikinci bir surla çevrilerek Osmanlı kalelerinin genel özelliğine uygun birliklerin barınmalarına ve hareketine imkân sağlayacak biçimde genişletilmiş. Cami etrafındaki bu yapılaşmalar, hayır kurumlarının etkileri sonucu yapılmıştır. Ayrıca bu dönem yapılarının çoğunluğu medrese, mescit, hamam, çeşme, han türündendir. Bunu, Matrakçı Nasuh’un yaptığı minyatürde de görebilmekteyiz. Osmanlı Döneminde yapılmış olan eserlere baktığımızda; Fatih Paşa Camii, Behram Paşa Camii, Nasuh Paşa Camii, İskender Paşa Camii, Ali Paşa Camii, Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı, çok sayıda konak ve yazlık köşkler gibi sayısız yapı bulunmaktadır.

KAPILAR

688532Urfa%20kapı[1]

Yeni kapı

Urfa kapısı

Mardin kapısı

Dağ kapısı

Yeni Kapı (Dicle Kapısı – Su Kapısı

Şehrin doğusunda yer alan basık kemerli ve tek girişli olan bu kapı, kenti; Suya, yani Dicle’ye bağlar. Ulu cami’nin Hanefiler bölümünde yer alan 1240-1241 tarihli kitabede “Su Kapısı” olarak anılır. Basık kemerli ve tek girişli olan bu kapı, şehirden Dicle’ye yani suyoluna inişi sağlamaktadır. Kapıya dıştan dayanak duvarları üzerine yerleştirilmiş sağlam bir rampa ile kapıya girilir. Girişin hemen kuzeyinde iki katlı dikdörtgen bir burçla tahkim edilmiştir. Geçirdiği onarımlara rağmen Bizans dönemi yapısı olma karakterini korumuştur.

KİLİSELER

124562Surp%20Giragos%20Ermeni%20Kilisesi%201[1]

Surp sarkıs kilisesi

Surp giragus ermeni

St George kilisesi

Surp Sarkis Kilisesi

Ali Paşa mahallesinde bulunan Surp Sarkis Kilisesi Ermeni Gregoryen Cemaati Vakfı adına kayıtlı olup; Katolik Ermenilere ait bir kilisedir. Kilise, Çeltik Kilisesi ve Hızır İlyas Kilisesi olarak da anılmaktadır. Kilisenin tarihi yazılı kaynakların yetersizliği ve kitabenin olmayışı nedenlerinden ötürü yapılış tarihi bilinmemektedir. Plan ve mimari özelliklerine bakılarak 16. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Yapı bir dönem çeltik fabrikası olarak da kullanılmış olup, günümüzde yıkık ve boş durumdadır. Bitişiğine inşa edilmiş gecekondu sakinleri avluyu evsel amaçlar için kullanmaktadırlar. Kilise; üç nefli bazilikal planlıdır. Dört kemer dizisinin birbirinden ayırdığı beş nefli kilise iki katlı bir yapıdır. Kilisede kullanılan ana yapı malzemesi Diyarbakır yöresine özgü siyah bazalt taştır. Kilise, düzgün kesme taş bloklar kullanılarak yığma yapım tekniğinde inşa edilmiştir. Ana yapı malzemesi olan volkanik bazalt taşına; demir, toprak, ahşap ve kireç harcı, eşlik etmektedir. Duvarlar, sütunlar, sütun başlıkları, kemerler, merdiven basamaklarında, kapı ve pencere lentolarında ayrıca döşemelerde de bazalt taş kullanılmıştır.

DİYARBAKIR EVLERİ

3063-tarikaral-eski-diyarbakir-evleri-8852-320px[1]

Ziya Gökalp evi

Sait paşa konağı

İskender paşa konağı

Cemil paşa konağı

Ziya Gökalp Evi

Diyarbakırlı yazar Ziya Gökalp’ın doğup büyüdüğü bu ev 1956 yılında müze haline getirilmiştir. Diyarbakır’daki sivil mimari örneklerinden biri olan yapı bazalt taştan iki katlı olarak 1806 yılında inşa edilmiştir. Müzede Ziya Gökalp’ın özel eşyaları, fotoğrafları, kütüphanesindeki kitapları ile yöresel etnografik eserler sergilenmektedir.

 

KAYNAK:http://www.diyarbakirkulturturizm.org/Yapit/Index/MEDENIYETLER/45

GÜMÜŞHANE

 

GÜMÜŞHANE TARİHİ

Doğuda Bizer ve Muşkilerin yaşadığı Skidides ile batıda Pariyadres dağlarına uzanan ve Güneyde Satala (Sadak) ovası ile çevrili Gümüşhane bölgesinde tam bir kavimler mozaiği oluşmuştur. Yapılan araştırmalarda elde edilen buluntular ancak M.Ö. 3000-2000 arasına tarihlenen ilk Tunç Çağı’nın aydınlatılmasına yardımcı olmaktadır. Bulunduğu coğrafi konum itibariyle tarihisel olaylar karşısında daima tampon bölge olarak kalan Gümüşhane’de mimari eserlerin çoğu günümüze ulaşamamıştır.

Kapadokya yazılı kaynaklarında bir zenginlik kaynağı olarak sık sık adı geçen ve yoğun ticari ilişkilere konu olduğu belirtilen gümüşün, Asur koloni dönemindeki yoğun çıkarımlar nedeniyle yataklar zenginliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve eski çıkarım izleri hemen hemen silinmiştir.

Gümüşhane yöresinin Azzi ülkesi adıyla, güneyinden Suşehri’ne kadar uzanan topraklarına ise Hayaşa ülkesi olarak anıldığı Hititler zamanında zenginlik kaynağı yine gümüştür. Hititler alışverişte değer ölçüsü olarak gümüşü kullanıyorlardı.

Hitit İmparatorluğu gerek batıdan gelen Frigllerin ve gerekse kuzey komşuları Kaşkarların saldırıları sonucu zayıflayınca Urartular bölgeye hakim oldular. (M.Ö. 860) Asurların zayıflamasından da faydalanan Urartular bölgedeki nüfuzlarını artırdılar. Aynı yıllarda Ege adalarında ticaretle uğraşan Argonotlar “Konuk kabul etmeyen hırçın deniz” diye tabir ettikleri Karadeniz’in madenleriyle ünlü yöresine koloniler kurdular. (M.Ö. 756) Böylece Gümüşhane yöresi madenleri de uygarlığa açılmıştır. Bu gelişmeyle birlikte Urartu kültürü ve maden işçiliği Argonotlar aracılığıyla Ege adalarına dek yayıldı. 

M.Ö. 560’ lı yıllarda Medler Gümüşhane yöresini ele geçirdiler. Ancak Medler yine aynı sülaleden gelen Ahamemiş sülalesinden II. Kiros (Kuraş) ‘ın başkaldırısı ile yıkılmış ve M.Ö. 550 de Pers Krallığı kurulmuştur. Gümüşhane’de bu sınırlar içinde olup yılda 300 gümüş talen vergi ödemekle yükümlü tutulmuştur. Persler Yunanlılarla yaptıkları savaşlarda yöre insanını da kullanmış, nitekim Kserkes’in M.Ö 480’de Yunanistan’a yaptığı sefere Khalip (Khaledi-Haldi= Gümüşhane, Trabzon ve çevresinde yaşadığı belirtilen halk ) Askerleri de katılmıştır. Heredot bu seferde Khaliplerin küçük kalkanlar, kısa mızraklar ve eğri kılıçlarla donandığını yazmaktadır. Bazı kaynaklar ise bu sefere Çoruh Havzasında yaşayan Muşkillerin katıldığını kaydederler. 

İmparator II. Artakserkses döneminde (M.Ö.400 ) Bölgeyi güneyden kuzeye dolaşmış olan tarihçi Ksenefon ise, Pers ordusunda paralı askerlik yapan Makedonyallıların Babil yöresinde Karduklara yenildiklerini, daha sonra ki geri çekilme sırasında Gümüşhane yöresinden de geç tiklerini yazmaktadır. 

M.Ö 350’lerde zayıflamaya başlayan Pers İmparatorluğu’na Makedonya Kralı Büyük İskender son verdi. (M.Ö. 334 ve 331 ) İskender orduları Gümüşhane yörelerine kadar uzanamadılar Yöre bu yüzden M.Ö 4.yüzyıl başında siyasal bir boşluğun içine düştü. Büyük İskender’in hakimlerinden Flikos’un Gümüşhane’de gümüş madeni bulması üzerine buraya önem verdiği söylenir. Ege adalarından biri olan Kios adasının tiranı Mitridates Ktistes doğuda İris (Yeşilırmak) ve Lykos (Kelkit) havzasına dek uzanan toprakları ele geçirdi. (M.Ö.301 ) Pontos Krallığının kurucusu olan 1.Mitridates öldükten sonra yerine oğulları geçti. Savunma üstünlüğünü korumak için yüzlerce kale yapıldı. Ordunun zor duruma düştüğü zamanlarda da bu dağlık bölgeye iyi bir saklanma yeri oluyordu. Pontos Krallığının üstünlüğü Kerona savaşında sarsılınca iç çalkantılar başlamış, Lykos (Kelkit) yakınlarındaki Kabira dolaylarında Romalılarla yapılan ikinci büyük savaşta da yenilince Gümüşhane dağlarına çekilmişlerdir . Yöredeki Roma hakimiyeti M.Ö.20. yılda başlamış ve M.S. 395’lere kadar devam etmiş. Kavimler göçü neticesinde Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı Roma diye ikiye ayrılınca Gümüşhane yöresi Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır.

Bizans İmparatorluğu döneminde Gümüşhane yöresi de Bizans-Hazar askeri işbirliğinde önemli rol oynamıştır. Kral Jüstinyen zamanında Keçi Kale Kalesi (Kale Bucağında) onartılmıştır.

Roma ve Bizans dönemlerinde yörede kurulu kente Argyropolis adı verilmiştir. Yöredeki savaşların asıl sebepleri tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması ve madenleri ile ün yapmış olmasıdır. 7. ve 8. yüzyıllarda bölge birkaç defa el değiştirmiştir. 

Halife Hz. Ömer zamanında ( 634-644) Erzincan ve Erzurum Arapların eline geçince Gümüşhane’ de bu egemenliği tanıdı . Halife Hz. Osman zamanından, Emevi ve Abbasilere kadar olan dönem içerisinde el değiştiren yöre Çağrı Bey’ in 1016 yılında Anadolu’ya yaptığı ilk akın sırasında Türklerin eline geçmiştir.

1071 Malazgirt Savaşından sonra yöre Selçuklu Egemenliğine girmiş , son olarak da 1467 ‘de Akkoyunlular yörede egemen olmuşlardır.

1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğuna son vermesiyle bölgede Osmanlı etkisi görülmeye başlanmıştır. Gümüşhane, Trabzon Rum İmparatorluğunun fethedilmesinden sonra Osmanlı hakimiyetin’e girmiş ve bu hakimiyet 1461 ‘den 1467’ye kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra Gümüşhane Akkoyunluların hakimiyetin’e girmiştir. Bu hakimiyet 1473 yılında Fatih ile Uzun Hasan arasında vuku bulunan Otluk beli savaşı ile sona ermiştir.1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından kesin olarak alınmış ve Osmanlı topraklarına katılmıştır. 

Kanuni Sultan Süleyman (1520/1566 ) İran Seferi sırasında Harşit Vadisinden geçerken Gümüş madeninin bulunduğu eski Gümüşhane yöresinin imar edilmesini emretmiş, böylece buraya 50 ev ve Süleymaniye Camii yapılmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ile 7 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar’ ın doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz de yaptıkları işgaller ve bunun sonucundaki göçler Gümüşhane’de hayat bırakmamıştır. Ruslar 16 Temmuz 1916 da Bayburt’u aldıktan sonra yollarına devam ederek 19 (20) Temmuz 1916 günü Gümüşhane’ye girmişlerdir. Türk birlikleri fazla karşı koyamayınca Ruslar aynı gün Torul’a girmişlerdir. Böylece Trabzon yolu Ruslar’ a açılmıştır. 

22 Temmuz 1916 günü Kelkit üzerine yürüyen Rus Ordusu akşama doğru burayı ele geçirmiştir. Gümüşhane ve çevresi bu işgaller karşısında ve özellikle Ermeni zulmü altında ezilirken Rusya’da Bolşevik ihtilalin’ in çıkması ve iç çalkantılar sebebiyle Ruslar 18 Aralık 1917 Erzincan mütarekesini imzalamış ve ordularını geri çekmeyi kabul etmiştir. Ancak Ermeniler katliamlarına devam etmişlerdir. Bunun üzerine mütareke geçersiz sayılarak yeniden savaş başlamış ve bu suretle Torul 14 Şubat Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit 17 Şubat 1918 de Rus işgalinden kurtarılmıştır. Osmanlı hakimiyeti’nin ilk zamanlarında Erzurum eyaletine bağlı iken sonraları Trabzon’a bağlanan Gümüşhane sancağı 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı kanunun 89. maddesinde “Vilayet” başlığı altındaki kanunla 1925 yılında il olmuştur. 1925-1926 tarihli Trabzon salnamesinde “Gümüşhane Vilayeti merkez ilçe ile birlikte Bayburt, Kelkit, Torul ve Şiran olmak üzere 5 ilçe, 5 Bucak ve 377 köyden oluştuğu, 16943 evde 101153 kişinin yaşadığı şehir’dir.

TARİHİ ESERLERİ VE TURİSTLİK YERLERİ

Tarihi eserler ve tabii zenginliklerle doludur. İl, eski devirlere ait şehir harâbeleri yönünden oldukça zengindir. Rus işgali sırasında, Türk-İslam eserleri kasten Ruslar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Bugünkü eserler bu tahribât’tan kalanlardır.

Canıca (Canca) Kalesi: Vank köyü yakınlarındadır. Kayalar üzerine yapılmıştır. Doğu-batı yönünde arka arkaya üç bölümlüdür. Kale içinde şapel ve gözcü kule kalıntıları vardır.
canca kalesi

Edire Kalesi: Dörtkonak köyündedir. Kayalar üstünde yapılmış ilginç bir yapıdır. Yol olmadığından kaleye ulaşılamamaktadır.

Torul (Ardasa) Kalesi: Torul ilçesindedir. Eski devirlerden kalmadır. Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından feth edilen kale surlarının bir bölümü sağlam vaziyettedir. Süleymâniye Câmii: Eski Gümüşhâne Mahallesindedir. Kânûnî Sultan Süleymân tarafından yaptırılmıştır. Gümüşhâne’nin ilk binâsıdır. Minâresi o zamandan kalmadır. Câmi 19. asırda yeni baştan yapılmıştır. 

Hacı Çağıran Baba Türbesi: Gümüşhâne-Erzurum yolu üstünde, Tekkeköy’dedir. Kitâbesinde 1582’de yapıldığı yazılıdır. Pir Ahmed Türbesi: Gümüşhâne-Erzincan yolu üstünde, Pir Ahmed köyündedir. Kitâbesinde 1550’de yapıldığı yazılıdır. Zigana Kervansarayı: Zigana-Gümüşhâne-Trabzon arasında çam ormanlarıyla kaplı 2000 m yükseklikte dağ sırasıdır. Burada bulunan Zigana Kervansarayı ve Kalesi bir yerleşme merkezinden çok, askerî bir yerdi. Van Beylerbeyi Hüsrev Paşanın yaptırdığı ifâde edilir.
hacı çağıran

Tohumoğlu Köprüsü: Gümüşhâne-Erzurum yolu üzerinde Tohumoğlu kesimindedir. Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. İki gözlü, hafif sivri kemerli bir köprüdür. Yıkık vaziyettedir. Eski eserler: Satala, Kelkit’e 17 km uzaklıkta, Sadak köyündedir. Satala’da bulunanların bir kısmı İstanbul, bir kısmı Erzurum Arkeolojik müzesindedir. Buradan alınan bronz büst, Londra British Museum’da bulunmaktadır. Satala, Romalıların dînî ve askerî merkezi ve Hititlilerden îtibâren büyük bir şehirdi. Gümüşhâne’de Hutuna Manastırı, Torul’da Meryem Ana Manastırı ile Sinan Çakırkaya köyünde Çakırkaya kiliseleri vardır.
tohumoğlu

Mesîre yerleri: Gümüşhâne ilinde özellikle Harşit Vâdisinde ve il merkezi çevresinde zengin bitki örtüsü ve görülmeye değer tabiî güzelliklerle doludur. Ünlü Kadırga Şenlikleri her yıl geleneksel olarak Kadırga Yaylasında yapılmaktadır. Torul Çavlanı: Torul ilçesinde Harşit Çayı üzerindedir. Etrâfı ormanlıktır. Manzarası çok fevkalâdedir. Yüksek kayalardan su gürül gürül dökülür.

Tomara Şelâlesi: Şiran ilçesinin Seydibaba köyündedir ve çok güzel manzarası vardır. Çimen Dağlarının kuzey eteklerinde 40 kaynaktan meydana gelir. Kelkit Çayı Vâdisinde 20 m yükseklikten yatağına dökülür. İçilen suyu yazın soğuk, kışın sıcaktır. Etrâfı fundalıktır. Değirmenler vardır.

RCP_8307_1

Harşit Çayı Vâdisi: Baştan başa elma bahçeleriyle doludur. Artabel Deresi: Torul’dadır. Derenin yukarı kısmında beş adet buzul göl vardır. Göllerden birinin ortasında bir ada bulunmaktadır

Kelkit Çayı Vâdisi: Baştan başa tabiî güzelliklerle doludur. Av hayvanları çok boldur.

kelkir çayı vadisi

Yaylık Mağarası: Kelkit’in Yaylık köyünde 300 m derinlikte bir mağaradır. Mağaranın tavanınd

çavlan hâlinde mâden suları dökülür.

Karaca Mağarası: Torul’un Cebeli köyü yakınlarında bulunan, 10 bin yıllık mâzisi olduğu tahmin edilen ve çok güzel ve biçimli sarkıt ve dikitlerden oluşan bir mağaradır. Astım hastalarına iyi geldiği ifâde edilmektedir.

karaca mağarası

http://www.turkcebilgi.com/g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Fhane_tarihi_eserler_ve_turistik_yerler

https://www.google.com.tr/search?q=g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Fhane+tarihi+ve+turistik+yerleri&biw=1366&bih=673&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=HX9cVYeUNqaiyAOaxIDADw&ved=0CB0QsAQ&dpr=1

GÜMÜŞHANE / ŞİRAN / GÜNYÜZÜ KÖYÜ

Tarih

  Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda MÖ 3.500 tarihlerinde bölgede insan yerleşimine ve MÖ 3.000 tarihlerinde tarım yapıldığına dair izler bulunmuştur. Asurlular döneminde Aziz Hayaşa ülkesi olarak adlandırılan bölgede Hitit döneminde Karadeniz bölgesinin otokton halkı Kaşkalarınyaşadığı sanılmaktadır. MÖ 9. yüzyılda Urartu hakimiyetine giren, Kimmerve İskit saldırılarından sonra Pontus, Roma, Bizans ve Trabzon İmparatorluğu tarafından yönetilmiştir. Bu yönetimler arasında kısa süreli Arap, Ermeni, Türkmen hakimiyetleri gören kent Trabzon İmparatorluğu’nun yıklmasının ardından da 1514 yılında temelli Osmanlı hakimiyetine girene dek Akkoyunlu ve Safeviler tarafından yönetilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında 1916’dan 1918’e dek Rus orduları tarafından işgal edilen bölgenin Hıristiyan halklarından Ermeniler 1915 tehciriyle, Rumlar 1923 mübadelesi ile Anadolu dışına gönderilmişlerdir.

  Bölgede yapılan arkeoloji araştırmalarında ele geçen buluntular, buradaki yerleşimin MÖ 3000 yıllarına kadar uzandığını göstermektedir. MÖ 2000’in ortalarında Azzi ve Hayaşalar buraya yerleşmiştir. Bu nedenle de, Gümüşhane’yi de içine alan bölgeye Azzi-Hayaşa ülkesi denilmiştir. Mezopotamya’dan gelen Asurlu tüccarların, Gümüşhane ve yöresinde bulunan maden yatakları nedeniyle bölgeye ilgi duymuşlardır. Hitit İmparatorluk döneminde Gümüşhane çevresindeki gümüş yataklarının işletilmiştir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra bölgeye Urartular hakim olmuş, MÖ 8. yüzyıl sonlarına doğru Kimmer-İskit akınları başlamıştır. Daha sonra yöreye Medler, Persler ve Pontos Krallığı egemen olmuştur. MÖ 1. yüzyılda bölgede Romalıların hakimiyeti görülmektedir. M.S. 395’te Bizans İmparatorluğu toprakları içerisinde kalan Gümüşhane, MS. 7. yüzyılda Bizans-Hazar askeri işbirliğine konu olan topraklar arasındaydı. Roma ve Bizans dönemlerinde yörede kurulu kente Argyropolis (Yunanca argyros: “gümüş” ve polis: “kent” demektir.) adı verilmiştir. Bu dönemde yörenin önem kazanmasının nedenleri, ticaret yolları üzerinde bulunuşu ve gümüş madenlerinden ötürüdür.

  İlin mevcut nüfusunun bir kısmı Türk Kayı ve Çepni boylarının nüfusuna dahildir. Fakat başka birçok Oğuz boyu’da ilde iskan etmektedir.

gümüşhane-resimleri-2

Coğrafya

Kuzey Anadolu sıradağları içinde yeralan ilin toprakları çok engebeli olup en yüksek yeri günümüzde Çakırgöl olarak bilinenKolat dağlarında 3.000 metreyi geçmektedir. İlin kuzey kesimi Zigana (Kalkanlı) ve Soğanlı dağları, güneyi ise Çoruh, Kelkit,Kop ve Otlukbeli dağları tarafından çevrilidir. Kelkit vadisindeki küçük bazı düzlükler ise ilin en önemli tarım alanlarıdır.

İklim ve bitki örtüsü

Gümüşhane Karadeniz İkliminin etkisi altındadır ancak Gümüşhane’nin bazı kesimlerinde Doğu Anadolu ile Karadeniz bölümü arasında bir geçiş teşkil etmektedir. Bunun nedeni ise, Yüksek Zigana duvarları Doğu Anadolu nun şiddetli soğuklarının gelmesini engellemesidir. Gümüşhane Dağlarında kayın, meşe, ladin, köknar ve sarı çam ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplıdır.

NÜFUS

YIL TOPLAM ŞEHİR KIR
2000 46,656 30,270 16,386
2007 37,784 28,028 9,756
2008 37,856 26,238 11,618
2009 39,290 27,215 12,075
2010 40,316 28,620 11,696
2011 42,794 31,011 11,783
2012 44,888 32,444 12,444
2013 48,690 35,916 12,774
2014 52,628 40,078 12,550

Eğitim

Gümüşhane Üniversitesi, 2008 yılında Gümüşhane’de Devlet Üniversitesi olarak kurulmuştur. Gümüşhane Üniversitesinin çeşitli fakülteleri bulunmaktadır. Genelde mühendislik ağırlıklı yan bilim dallarında öğrenim gören öğrencileri vardır. Ayrıca Kelkit, Şiran ve Kürtün’de yüksekokul bulunmaktadır.Gümüşhane Üniversitesi 2013 yılında 10 bine yakın öğrenciye eğitim imkanı tanımaktadır.

ŞİRAN

Gümüşhane ilinin bir ilçesidir.

 Gümüşhane’nin en eski ilçelerinden biridir. İlçe merkezi Uluşiran (şimdiki adıErenkaya) köyünde iken 1800’lü yıllarda bugünkü ilçe merkezine taşınmıştır.

Şiran adı esasen ilçenin kapladığı bölgenin adıdır. Bizans kaynaklarında 9. yüzyıldan itibaren bu bölge Khêriana ve (çoğul genitiv) Khêrianôn adıyla anılmıştır. Yerel lehçede /şîryana/ şeklinde telaffuz edilen bu isim, Şiran olarak Türkçeye uyarlanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in kasabaya Farsça Şîran (“aslanlar”) adını verdiğine ilişkin yaygın inanışın tarihi temeli yoktur.

Yerel şivede Şiran, Şeyran olarak telafuz edilir. Yaşlı kuşağın çoğunluğu Şiran’a Şeyran derler.

Tarih

    Şiran ilçemiz, 1473 ‘teki Otlukbeli Savaşı’nda Fatih Sultan Mehmet tarafından Uzun Hasan’nın yenilmesi ile Osmanlıların eline geçmiştir. Osmanlının fethinden sonra Şebinkarahisar Sancağı’nin bir nahiyesi olarak idare edilen ilçemiz 16. yy. sonuna kadar buraya bağlı kaldı. 17.yy. dan sonra Erzurum vilayetinin Erzincan Sancağı ile Trabzon vilayetininGümüşhane Sancağı arasında değişik zamanlarda idare edilen Şiran bazen de Kelkit nahiyesi ile birlikte ilçe yapılmıştır. Tanzimat’in ilânından sonra Erzurum’a bağlanan Şiran İlçesi 1839 da tekrardan Erzincan’a bağlanmıştır. 93 Harbi’nden sonra 1879 yılında Gümüşhane Sancağı’ndan ayrılan Kelkit ve Şiran, Bayburt Sancağına bağlandı.Bu sırada halkın merkeze gönderdiği dilekçelerle Gümüşhane Sancağına tekrardan bağlandı.

Ekonomi

  İlçemizde sebzecilik ve meyvecilik gelişme yolundadır. Meyvelerden elma üretimi önemlidir. Hayvancılık ilçenin diğer önemli bir gelir kaynağıdır. Koyun, kır keçisi ve sığır ciddi manada beslenen hayvanlardır. İlçemizde 30 ton günlük kapasiteli süt fabrikası, birde boya fabrikası ve Taş Mermer Fabrikası mevcuttur. Ayrıca belli bir kota uygulanmak suretiyle seker pancarı üretimi yapılmakta olup, seker fasulyesi üretimi de önemli bir yer tutmaktadır.

Turizm

İlçemizde konaklama tesisi olarak 60 yataklı Belediyemize ait bir otel mevcuttur.

Turistik Yerler

  • Çakırkaya Manastırı
  • Tomara Şelalesi
  • Seydibaba Türbesi
  • Gelin Ebe Türbesi
  • Firdevs Hatun Türbesi

ÇAKIRKAYA MANASTIRI

cakirkaya-manastiri-turistlerin-ilgisini-cekiyor-1634672_b

Çakırkaya Köyümüz ilçemize 11km uzakta olup Şiran İlçemizin güneyinde yer almaktadır. Osmanlı Devleti döneminde kayıtlarında Kalur diye geçen Çakırkaya köyümüzün tarihi de eskidir. İlçemizde tarihi eser bakımından en zengin köylerden bir tanesidir. 14. YY. dan kaldığı sanılan tarihi Çakırkaya Manastırı bu köyümüz sınırları içerisinde bulunmaktadır. Kayalara oyulmak suretiyle yapılan manastır yerli yabancı bir çok turistin ilgisini çekmektedir. Zaten turizm açısından ilçede bilinen tek tarihi eserdir. Bunun yanında Çakırkaya Köyü’nde hemen yanı başında bulunan kaya mezarları ve Kavaklı Dere denen mevkiinde tarihi eserlerin varlığından haberdar değildir. Çakırkaya Köyünün ilk yerleşik kabileleri Rumlardır. Daha sonradan gelen Türkmen göçleri, mezralar halinde Kavaklı Dere denen mevkiiye yerleşirler. Daha sonraki yıllarda bugünkü yerleşim yerine taşınırlar.

TOMARA ŞELALESİ

RCP_8307_1

Şelale,Şiran İlçesi Seydibaba Köyünün Güneybatısındadır.Şelalenin suları,tepe yamacından,kayaların arasından ve yer altından çıkarak,yere dikey olarak akmakta ve yatağını oluşturmaktadır.

Su kaynağının tamamı Şelalenin olduğu kısımdan yer altından çıkmaktadır.Suyun çıkış yeriyle dere yatağına ulaştığı zemin arasında yaklaşık 10-15 m yükseklik farkı vardır.Bu yükseklikten dolayı ve farklı yerlerden çıkan sular ilginç bir görünüm oluşturur.

Kaynağında oluşan Şelale olması ve yoğun bir su çıkışının olması açısından oldukça ilginç bir örnek niteliğindedir. Şelale etrafına öncül tesisler yapılmış olup, yolu iyileştirilmiştir.

GELİN EBE TÜRBESİ

Firdevs_hatun_turbesi

GÜNYÜZÜ KÖYÜ

b_110164821rsm193 EVREN KOYU

Gümüşhane ilinin Şiran ilçesine bağlı bir köydür.

Tarım ve Hayvancılık

1inek_yavrusu_6

Hayvancılık eski yıllarda daha yaygındı gerek küçük gerek büyükbaş hayvanlar bulunmaktaydı son zamanlarda ise kümes hayvanları özellikle de arıcılık yaygın bir şekilde yapılmaktadır.

Coğrafya

 Gümüşhane iline 111 km, Şiran ilçesine 6 km uzaklıktadır.

İklim

Köyün iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.

Ekonomi

Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.

Altyapı bilgileri

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamaktadır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.

GÜMÜŞHANE’DE GEZİLECEK TARİHİ MEKANLAR

SANTA

 Gümüşhane’nin Yağmurdere Köyü’nden devam ettiğinizde karşınızda belirir Santa. Karadeniz dağlarının en ulaşılmaz noktasında olması, Santa’yı merak uyandırıcı kılıyor.

   Ağaç hattının üst sınırında, 1500 – 1800 metre irtifada, dik yamaca kurulu 7 köyün ortak ismi aslında Santa. Her daim dumanlı, günün belli saatleri dışında sis hiç kalkmıyor Santa’nın üzerinden. Eskiden Rum yerleşimi olan bu köylerin isimleri ise; İşhanli, Çakalli, Piştofli, Tengilli, Çinganli ve Binatli. Hepsi de taştan yapılma, çatısız harabe kiliseler barındırıyor içlerinde.

   Evlerin de hepsi kesme taştan yapılmış. Karadeniz’de bu denli yükseklikte olup da, dört mevsim yaşanılan başka bir yer daha yoktur herhalde.

KARACA MAĞARASI

1426968458_karaca

Gümüşhane’nin turizmini canlandıran Karaca Mağarası, Torul ilçe sınırları içerisinde bulunuyor. Aynı ismi taşıdığı Karaca Mahallesi’ne vardığınızda mağara çok yakınınızda olacak.

   Karaca Mağarası’nın toplam uzunluğu 256 metre olup, tamamı ile yatay bir mağaradır. Aynı zamanda 5 salondan oluşuyor. Her salon birbirine bağlı…

   Salonları birbirine bağlayan duvarlar damlataş sütunundan oluşmakta. Mağarayı gezerken birbirinden ilgi çekici damlataşlar, sarkıtlar, dikitler ve kalsit kritalleri, sütunlar ve bayraklar karşınıza çıkacak. Mağara güllerini ve damlataş havuzunu da unutmamak gerek…

KÜRTÜN

3332-feridunzade-kurtun-baraji-1433-950px

 Anadolu Türkmen tarihinin en önemli merkezlerindendir. Eski ismi Kürtün-i Bala’dır. Daha önceleri Kürtün-i Zir yani Doğankent ilçesi (Eski ismi Harşıt)’e bağlı idi. Daha sonra Türkmen, Çepniler sahile inince burada bulunan Harşit merkezi Doğankent’e inmiştir. 300 yıl Gümüşhane sancak olmak itibari ile Trabzon’a bağlı idi. Bundan 80 yıl öncelerine kadar Kürtün-i bala olarak adlandırılan Kürtün ilçesi olarak adlandırılmıştır.

   Türkmen, Çepniler, eski ismi Kürtün’e gelerek yerleşmişlerdir. Daha sonra hayvancılık ve tarım ihtiyacı dolayısı ile daha aşağılara doğru göç etmişlerdir. En yakın olarak Şadı (Çatalağaç) köyüne yerleşmişlerdir. Daha sonra Harşit havzasına ve oradan da şimdiki Espiye ilçesine kadar ilerlemişlerdir. Yöre Türkmen Çepnilerin merkez bölgesi olmasına rağmen birçok Türk boyunu da bünyesinde barındırmıştır. Çepniler, Hazarlar ve Peçenekler Kürtün ve yöresine Malazgirt Savaşı’ndan önce gelmiştir. Gümüşhane yöresinde Akkoyunlu ve Safevilerde hüküm sürmüştür.

 ARTABEL GÖLLERİ TABİAT PARKI

Gümüşhane’nin Torul ilçesinde bulunan Artabel Gölleri Tabiat Parkı, kuzeydoğusunda Karanlık Göl olmak üzere birçok göl yatağını içinde barındırmaktadır.5859 hektarlık bir alanı vardır ve 1998 yılında tabiat parkı olarak ilan edilmiştir.

   18 tane buzul kraterinin güzelliği ziyaretçiler tarafından fotoğraf makineleriyle ölümsüzleşmektedir ve yörede hayvan ve kuş türleri de bulunmaktadır. Doğal bir güzellik olan ve eşsiz bir güzelliğe sahip olan Artbel Gölleri Tabiat Parkı, gelecek nesillere de bırakılması ve halkın faydalanabilmesi için itinalı bir şekilde korunmaktadır. Tabiatın bir armağanı olan Artabel Gölleri Tabiat Parkı, eğlenceli ve doğayla iç içe geçirilecek güzel zamanların mesajını veriyor.

KAYNAKÇAht:tp://tr.geoview.info/guemueshane_siran_guenyuezue_limnis_koeyue_ve_civar%C4%B1_resimleri,85501054p

SİİRT

 

SİİRT

Siirt, dört mevsimin en güzel şekliyle yaşandığı iklimi, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bereketli toprakları, el emeği göz nurunun ürünü olan battaniye ve kilimleri, şifa kaynağı Pervari Balı, iri taneli fıstığı, kendine has lezzeti olan Zivzik Narı, doğal güzellikleri, tarihi eserleri, bağrında barındırdığı evliyaları ile görülmeye değer bir yerdir.Kaplıcalar, türbeler, tarihi cami, kale ve köprüler Siirt’in tarihi ve turistik değerleri arasında oldukça önemli bir yere sahiptir.

TARİHÇE

Yazılı kaynaklara göre, M.Ö.2000 başlarında Hititler Döneminde önemli yerleşim yeri olmuştur. Daha sonra Frig, Lidya, Asur, Roma, Bizans, Selçuklu, Danişment, ilhanlı, Eretna ve Osmanlı hakimiyetlerini yaşamıştır.

İLÇELER

Siirt ilinin ilçeleri; Aydınlar, Baykan, Eruh, Kurtalan, Pervari ve Şirvan’dır.

COĞRAFYA

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeydoğu ucunda yer alan Siirt doğudan Şırnak ve Van, kuzeyden Batman ve Bitlis, batıdan Batman, güneyden Mardin ve Şırnak İlleri ile çevrilidir. Bölge, Güneydoğu Anadolu düzlüklerinden sonra birden yükselmekte, doğu ve kuzey kesimleri bol yağış almaktadır. Bu nedenle, kuzeyden Muş Güneyi Dağları, doğudan Siirt Doğusu Dağlarıyla çevrili olan il alanı, Dicle Irmağı’nın önemli su toplama alanlarından birini oluşturmaktadır. İl topraklarının tümü Dicle Havzası’na girmektedir. Havza, Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır. Siirt yaz, kış bol yağış alan zengin çayırlarla kaplı yaylalar ile çevrilidir. Siirt’te karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmaktadır. Doğu ve kuzey bölgelerinde kışlar daha sert ve yağışlı, güney ve güneybatı bölgelerinde ılık geçer. Yazları sıcak ve kuraktır.

NE YENİR Siirt’e özgü yemekler arasında, Büryan (Perive) et yemeği ve fes şeklinde tencerelerde pişirilen perde pilavı vardır.

 

NASIL GİDİLİR?

Karayolu: Diyarbakır-Siirt arasında uzanan doğu-batı doğrultulu karayolu ilin en önemli karayolu bağlantısıdır. Otogarın kent merkezine uzaklığı 1 km. olup firma servisleri, Belediye Otobüsleri ve Şehir içi minibüsleri ile ulaşılabilir.

Demiryolu : Karayoluna paralel olarak Diyarbakır ve Batman üzerinden gelen demiryolu Kurtalan’ da son bulur. İstasyonun kent merkezine uzaklığı 28 km.dir.

GEZİLECEK YERLER

Cami ve Türbeler

Ulu Cami : Çinili Minare olarak anılan Ulu Caminin minaresi, tipik Selçuklu mimarisini yansıtmaktadır.

Siirt’te Veysel Karani Hz. Türbesi ve İbrahim Hakkı Hz. Türbesi bulunmaktadır.

Billoris Kaplıcası : Billoris Termal Turizm Merkezi

Sağlarca Kaplıcası : Siirt’e 15 km. uzaklığında, Eruh yolu üzerindedir. Banyo uygulamalarıyla deri hastalıklarına, romatizmada, kadın hastalıkları, nevralji, nevrit, polinevrit, polio sekelleri ve su içi egzersizlerinde yararlı olmaktadır.

Yaylalar

Pervari İlçesindeki Çemikari, Cema ve Herekol yaylaları ile Şirvan İlçesinde Baçova yaylası yöre halkı tarafından ilgi görmektedir. Yaz, kış bol yağışlı olan bu yüksek platolar, zengin çayırlarla kaplıdır.

Mağaralar

İlin Jeolojik yapısında kalkerli oluşumlar önemli yer tuttuğundan pek çok sayıda mağara oluşmuştur. Bunların bir bölümünde, insanlarca konut olarak kullanıldığını gösterir izlere rastlanmaktadır. Suya karşı direnci az olan kalkerlerin erimesi ile ortaya çıkan bu doğal mağaralar genellikle vadi boylarında yoğunlaşmıştır. Bunların en ünlüleri Botan Mağaralardır.

KAYNAK : http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/siirt-nedir+siirt-hakkinda-bilgi

VAN TARİHİ

indir

Van, geçmişten günümüze birçok medeniyetin izlerini üzerinde barındırmaktadır. Bu çerçevede tarih öncesi devirlere ait kaya ve mağara resimleri önemli bir yer tutmaktadır. Bölgede neolitik devirden itibaren kesintisiz devam eden kültürlerin varlığını Tilkitepe ve Dilkaya Höyükleri ve çeşitli kazılarda elde edilen buluntular göstermektedir. Van’ı yüksek bir medeniyet düzeyine ilk defa Urartular çıkarmıştır. Urartulardan kalan birçok kale, tapınaklar, kaya mezarları, suyolları ile diğer toprak ve madeni eserler bunu kanıtlamaktadır

 

 

imagesCATAM6ZE

Urartuların M.Ö.6.yüzyıl ortalarında yıkılmasıyla birlikte Van,yaklaşık1.500 yıl sessizliğe gömülmüş, O dönemden Van Kalesi’nin güney yüzünde kayalıklara kazınmış pers yazıtı dışında hiçbir önemli kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Bu da gösteriyor ki, bölge uzun süre geçiş noktası olarak kullanılmış, büyük medeniyetlerin yerleşimine sahne olmamıştır. Van’ın tekrar canlanması, M.S.8.yüzyıl’dan sonra Vaspurakan Krallığı ile başlamaktadır. Akdamar Kilisesi bunun en önemli tanığıdır.

 Çevrede Hıristiyan mimarisine ait dini yapılar bu devirden itibaren giderek yaygınlaşmış ve yörenin kültürel mirasında önemli bir yer edinmiştir.11.yüzyıl başlarından itibaren Türk akınlarına sahne olan bölge, Malazgirt savaşıyla Selçukluların egemenliğine girmiş ve Selçuklularla birlikte Türk-İslam eserleri görülmeye başlanmış, bunu diğer Türk devletlerinin hâkimiyetleri izlenmiştir. Selçuklu sonrasında Van ve çevresine İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı devlet ve hanedanları hâkim olmuşlardır.

1914 yıllında başlayan 1.Dünya Savaşı’nda Rusların istilası ve Ermenilerin ayaklanmasıyla başlayan karanlık günler 2 Nisan 1918 ‘e kadar sürmüştür. Cumhuriyet devrinde büyüyüp gelişen Van, bugün ülkemizin önemli şehirlerdendir.

 

 

imagesCAC3Y8PO

  • AKDAMAR ADASI VE KİLİSESİ
  • HOŞAP KALESİ
  • BARTHOLOMEUS KİLİSESİ
  • HÜSREV PAŞA CAMİİ
  • KAYA ÇELEBİ CAMİİ
  • YEDİ KİLİSE
  • İZZETTİN ŞİR CAMİİ
  • ALTINSAÇ KİLİSESİ
  • MEHER KAPI
  • ADIR ADASI VE LİM MANASTIRI
  • TRAVERTENLER
  • VAN KEDİSİ
  • ERÇEK GÖLÜ KUŞ CENNETİ
  • İNCİ KEFALİ
  • ŞEYTAN KÖPRÜSÜ
  • TERS LALE
  • SAVAT
  • ARTOS DAĞI
  • ABALI KAYAK MERKEZİ
  • MURADİYE ŞELALESİ
  • GEVAŞ HALİME HATUN KÜMBETİ
  • ÇAVUŞTEPE KALESİ
  • OTLU PEYNİR
  • VAN KAHVALTISI
  • VAN GÖLÜ
  • VAN KİLİMLERİ
  • FLAMİNGOLAR
  • YAMAÇ PARAŞÜTÜ
  • UŞKUN
  • RAFTİNG
  • EREK DAĞI
  • VAN LALESİ
  • VAN’DA SU SPORLARI
  • ÇARPANAK ADASI
  • İKİZ KÜMBETLER
  • BEND-İ MAHİ KÖPRÜSÜ
  • VANADOKYA
  • KANİSPİ ÇAĞLAYANI

KAYNAK:

http://www.vankulturturizm.gov.tr

KAPADOKYA’NIN TARİHİ

cappadocia-tuff-hills-and-cave-dwellings_28005_600x450

Nevşehir ve civarının yaklaşık beş bin senelik bir târihî geçmişi vardır. Bölgenin ilk sâkinleri Hititler olup, bu bölgeye “Nissa” ismini verdiler. Hititlerden sonra Frigler ve Lidyalılar bölgeye hâkim oldu. Kapadokya’ya Asurlular “Katputuka” ismini verdiler. M.Ö. 6. asırda Persler bu bölgeyi ele geçirdiler ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı Pers (İran) Devletini ortadan kaldırarak Anadolu ve İran’ı Makedonya Krallığına kattı. Makedonya Kralı İskender’in ölümü ve Makedonya İmparatorluğunun dağılışı üzerine bu bölge Kapadokya Krallığının eline geçti. Roma İmparatorluğu Kapadokya Krallığını ilhak edince bu bölge de Roma İmparatorluğunun eline geçti. M.S. 395 yılında Romaİmparatorluğunun bölünmesi üzerine Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Doğu Roma (Bizans)ın payına düştü. İslâm orduları “Niğde-Aksaray-Kayseri” üçgeni içinde kalan bu bölgeyi 8. asırda fethederek 300 sene hâkim oldular, İslâm Devleti, iç isyan ve bölücü faaliyetlerle zayıflayınca bölge tekrar Bizans’ın eline geçti. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra AnadoluFâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah, bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de fethetti. Türkler bu köye “Muşkara” ismini verdiler. Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra İlhanlılar 14. asır ortalarında da Eratnaoğulları ve Karamanoğulları bölgeye hakim oldular. On dördüncü asrın sonlarında Nevşehir ve civârı Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Bu esnâda “Muşkara” köyü 10-12 hânelik bir yerleşim merkeziydi. Lâle devrinin sadrâzamı (1718-1730) Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa “Muşkara” köyünü genişleterek îmâr etti. Yeni kurulan şehre “Yeni şehir” mânâsına gelen “Nevşehir” ismi verildi ve bir kazâ olarak Niğde Sancağına bağlandı. Cumhûriyet devrinde Niğde iline bağlı iken, 20.7.1954 târihinde 6429 sayılı kânunla il hâline geldi. O günden beri İç Anadolu bölgemizin şirin bir ilidir.

kaynak

http://www.cografya.gen.tr

HATAY/ANTAKYA

1425562853

      Yüzölçümü: 5.403 km²                     

      Nüfus: 1.109.754 (1990)

         İl Trafik No: 31

      Antakya yöresini çekici kılan ve tarihi boyunca göçlere  açık  olmasını sağlayan, yaşamı kolaylaştıran iklim  koşulları  ve  verimli  topraklarının yanı sıra Anadolu’yu  Çukurova  yoluyla  Suriye ve Filistin’e bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasıdır. Ayrıca Mezopotamya’dan Akdeniz’e çıkmak için kullanılabilecek en uygun limanlar yine bu bölgededir.

      Hatay, inanç turizmi merkezleri, antik kentleri ve yaylalarıyla turizm potansiyeline sahip bir ildir.

Coğrafya
      Anadolu’nun güneyinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınır vilayetlerinden biri olan Hatay ilinin yönetim merkezi Antakya, 36 10′ kuzey enlemi ve 36 06′ doğu boylamı ile yurdumuzun en güneyinde yer alan kent niteliğindeki yerleşme merkezidir.

      Akdeniz iklim bölgesinin doğu ucunda, kıyıdan 22 km kadar içerde olar kentin denizden yüksekliği yaklaşık 80 m’dir. Kuzeyde Nur Dağları ile güneyde Kel Dağ (Cebel-i Akra) arasında kalan Aşağı Asi Vadisi’nin başlangıcında, Kel Dağı’nın kuzeydoğusunda, 440 m rakımlı Habib-i Neccar Dağı’nın eteklerindedir. Kentin kuzeydoğusuna doğru gelişen ve Hatay çöküntü alanının ortasında yer alan Amik Ovası, zirai potansiyeli çok yüksek kalın bir alüvoyal toprak tabakası ile kaplı olup, aynı zamanda ilin en büyük toprak düzlüğünü oluşturur.

İklim
      Antakya ve civarında Akdeniz iklim tipi egemendir. Bu nedenle kentte yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Ancak, kıyı şeridi ile dağların arka kısımları ve yükseltisi fazla olan yerler arasında iklim koşullarındaki bölgesel farklar nedeniyle Antakya’daki iklim koşulları kıyı şeridine kıyasla biraz farklılık gösterir. Bu nedenle sıcaklık, kıyılarda yüksek değerlerde kalır. Yazların, kıyı şeridine kıyasla daha serin geçmesinin bir nedeni de en sıcak ortalamaların kaydedildiği ayların aynı zamanda, Antakya’da rüzgarın en hızlı estiği ve en çok esme sayısına ulaştığı aylar oluşudur.

images (1)Asi Nehri: Kuzey yönünde yaklaşık 30 km boyunca Türkiye-Suriye sınırını oluşturacak şekilde akan Asi Nehri, Türkiye topraklarına girdikten sonra batıya döner ve bugün kurutulmuş olan Amik Gölü’nün ayağı Küçük Asi ile birleştikten sonra güneydoğu doğrultusuna yönelir ve Samandağ’ın güneyinde Akdeniz’e dökülür. Antik Çağ’ın Orontes’i olan Asi’nin kaynağı, Lübnan Dağları’dır. Antik çağda küçük tonajlı nehir gemilerinin seyrüseferine imkân veren ve Antakya’yı asırlar boyu Akdeniz’e bir su yolu ile bağlanmış olan Asi Nehri’nin bugün akıttığı ortalama su miktarı, kentin içinde 5.04 m³/sn.dir. Antakya içinden geçen ve bir kanal haline getirilmiş olan yatağı, yaklaşık 2 km uzunluğunda ve 30-35 m genişliğindedir.

Kültür
      Türkiye Cumhuriyeti’nin kozmopolit kentlerinden birisidir. Çok uzun bir süre boyunca bir arada yaşamayı öğrenmiş, etnik kökenleri, dinleri farklı birçok topluluğa ev sahipliği yapan bu kent UNESCO barış kenti seçilmiştir[kaynak belirtilmeli]. Çokkültürlü yapısını tarih boyunca korumuş olan ilde aynı ulusa mensup birden fazla dini cemaat bulunmaktadır. En büyük nüfusa çoğunluğuna sahip Nusayri Araplar ve Sünni Türklerin yanında, Alevi Türkler , Süryaniler, Sünni Araplar, Katolikler, Ortodoks Rumlar, Protestan Araplar, Maruni Araplar, Ermeniler, Yahudiler ve diğer küçük topluluklar Hatay’ın çok kültürlü yapısının dinamiklerini oluştururlar. Örneğin Samandağ ilçesi Nusayri Araplardan oluşurken Altınözü ilçesi hem sunni arap hem de Türk müslümanlardan oluşmaktadır.

 10930156_388167778023703_6452532529227106984_n      ‘Hıristiyanlık’ isminin ilk kez verildiği şehir olan Antakya’da bulunan St.Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın en önemli tarihi kiliselerindendir. Kilise aynı zamanda Hristiyanlarca hac yeri olarak kabul edilmekte ve her yıl burada 29 Haziran günü Katolik Kilisesince ayin düzenlenmektedir.

      Tarihi ve turistik mekanlar açısından da zengin olan ilde dünyanın ikinci büyük mozaik koleksiyonunu barındıran Hatay Arkeoloji Müzesi bulunmaktadır.

       Her yıl 21-23 Temmuz tarihleri arasında kentte Uluslararası Antakya Turizm ve Sanat Festivali yapılmaktadır.
      Dünyanın en uzun ikinci kumsalı Samandağ’dadır.

 

Tarihçe
      Tarih kaynaklarına göre Antakya, M.Ö. 300 civarında Büyük İskender’in komutanlarından Seleucus Nicator tarafından kurulmuştur.Eski kaynaklara göre Antakya 300.000 bin nüfusuyla Roma İmparatorluığunun 3. dünyanın 4. büyük kentiydi. Babası Antiochus’un isminden Antiocheia adıyla kurduğu şehir, Silpius Dağı (bugünkü Habib Neccar Dağı) eteğinde ve Asi Nehri (Orontes) kenarında yer almıştı. Aslında İskender’in ölümü sonrasında Seleucus’un yönetimine giren topraklarda Antakya dışında başka yerlerde çok sayıda Antiocheia daha kurulmuştu.

Cumhuriyet Dönemi
      Hatay’ın anavatan Türkiye’ye katılması öncesinde, 2 Eylül 1938 tarihinde 10 aylık bir süre varlığını sürdüren Hatay Devleti kuruldu. Toprakları, Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) belgelerinde İskenderun Sancağı olarak yer alan bölgeydi. 16 Haziran 1939’da TBMM’nde alınan kararla Türkiye ile Hatay Devleti arasındaki sınır çizgisi kaldırılarak geçersiz kılındı. 23 Temmuz 1939’da ise anavatana katılma, son Fransız kıtasının kışladan çıkmasıyla ve Fransız kıtasının da yer aldığı törenle kışlaya Türk bayrağı çekilmesiyle tamamlanmış oldu.

İLÇELER:
      Hatay ilinin ilçeleri; Altınözü, Belen Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Reyhanlı, Samandağ ve Yayladağı’dır.

Belen: Amanos Dağları üzerinde Akdeniz’i Amik Ovası’na bağlayan en önemli geçitte kurulmuştur. 1550′li yıllarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan kervansaray, cami ve hamam etrafında gelişmiş bir ilçedir. Soğukoluk (Güzelyayla) ve Atik yaz aylarında büyük ilgi gören yaylalardır.

Dörtyol: İskenderun Körfezi ile Nur Dağları arasında kurulmuştur. Dörtyol narenciye üretimi, plajları ve Botaş Boru Hattı Tesisleri ile tanınır. Kuzuculu’da bir orman içi dinlenme parkı vardır.

Erzin: Adana, Osmaniye, Dörtyol ve İskenderun Körfezi ile çevrilidir. Erzin’de narenciye üretimi ve plajları ile tanınır. İlçe yakınında bir orman içi parkı ve Başlamış Köyü’nde bir kaplıca ile madensuyu kaynağı ve bu kaynağın bulunduğu yerde sağlık turizmine yönelik tesisler bulunmaktadır.

Kırıkhan: Amik Ovası’nda Nur Dağları ile Suriye sınırı ve Hassa ile Kumlu İlçeleri arasında yer alır. Karasu, ilçe sınırları içinden geçer. Hatay’ın tek doğal gölü olan Gölbaşı Gölü (Balık gölü), Kırıkhan sınırları içindedir.

GEZİLECEK YERLER

İskenderun

334
      Hatay iline bağlı İskenderun, kendi adıyla anılan körfezin  kıyısındaki modern bir kenttir. Kıyının hemen gerisinde bir  duvar gibi yükselen Nur Dağlarına sırtını vermiş, yeşil ve  dört mevsim sıcak bir turizm merkezi, bunun yanı sıra da  işlek bir ticaret limanıdır.

 Cami ve Kiliseler: St. Simon Stylite Manastırı, Yayladağı Barleam Manastırı ve Keldağı Barleam Manastırı önemli manastırlarıdır. Habib Neccar Cami, Şeyh Ahmet Kuseyri Cami ve Türbesi, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Payas Sokullu Külliyesi ve Ulu Cami görülmeye değerdir.

Köprüler: Demirköprü, Dana Ahmetli Köprüsü.

Kaleler: Koz Kalesi, Bakras Kalesi, Payas Kalesi, Mancınık Kalesi, Cin Kulesi, Darbısak Kalesi.

Hanlar, Hamamlar: Cindi Hamamı, Saka Hamamı, Meydan Hamamı, Yeni Hamam, Kurşunlu Han, Sokullu Hanı halen kullanılır olanıdır.

Yaylalar: Belen Güzelyayla (Soğukoluk), İskenderun – Nergizlik Yaylası, Samandağ – Teknepınarı (Batıayaz) Yaylası, Erzin – Kocadüz – Üçkoz – Bağrıaçık – Karıncalı Yaylaları, Dörtyol Topraktaş Yaylası, Dörtyol – Çökek Yaylası, Kırıkhan Delibekirli Köyü ve Çataloluk Yaylası, Kırıkhan – Alan Yaylası, Belen İlçesi ve Atık Yaylası.

Korunan Alanlar: Habibi Neccar Dağı Tabiat Koruma Alanı, Tekkoz Kengerlidüz Tabiat Koruma Alanı.

Kaplıcalar: Reyhanlı Hamamat Kaplıcaları, Erzin Başlamış Kaplıcaları ve Şifalı Suları, Reyhanlı Hamamı, Kisecik Köyü Şifalı Suyu.

Mağaralar: Sarıseki Mağarası.

Hatay Arkeoloji Müzesi (Antakya Mozaik Müzesi): Mozaik koleksiyonu zenginliği yönünden dünyada ikinci, para koleksiyonu yönünden ise üçüncü sırada yer alır. Harbiye, Antakya, Aççana, Çevlik ve İskenderun’da yapılan kazılarda bulunan çeşitli süs eşyaları, heykeller, mezarlar da sergilenen eserler arasındadır.

 Mutfağı

    hatay-kahvalti

      Kâğıt kebabı, oruk, dövme (aşşur), semirsek, tepsi kebabı, humus, zahter salatası, künefe, peynirli irmik helvası, kabak tatlısı, cevizli biber, küflü çökelek salatası, turplu tarator, humus, patlıcanlı yoğurtlama, sarmaiçi, yumurta öccesi Hatay adıyla özdeşleşmiş yemeklerden bazıları. Bu güzel yemeklerin bir kısmı Hatay’dan tüm Türkiye’ye yayılırken, bazılarını denemek için dahi Hatay’a gitmek şart. Ancak belirtmekte yarar var, künefe, kağıt kebabı, humus, kabak tatlısı gibi tüm ülkeye mal olmuş tatlı ve yemeklerin lezzeti de Hatay’da bambaşka.

      Hatay mutfağında kebapların, aş ve pilavların, sulu yemeklerin önemli bir yer tuttuğu yöre mutfağında yemeklerin lezzetini özel baharatlar, acılar ve ekşiler vermektedir. Sofralarda, toprağın ve iklimin etkisiyle, çiğ sebzeler ve otlar lezzeti doruğa çıkarır. Zeytinyağı, yöre mutfağının vazgeçilmezidir. Yöre mutfağının zenginliğinde kasapların ve fırıncıların çok önemli bir yeri vardır. Bir çok yiyeceğin hammaddesi kasaplar tarafından hazırlanır; yakınında bulunan fırına verilir. Oradan evlere gider.Mutfak kelimesi hem yemek hazırlanan, pişirilen yeri, hem de bir şehir veya ülkenin yemek çeşitleri yönünden sahip olduğu zenginliği ifade etmek için kullanılır. Dünya mutfakları içinde Türk Mutfağı nasıl özel bir yere sahipse, Hatay Mutfağı’nın da Türk Mutfağı içinde özel ve önemli bir yeri vardır.

      Hatay Mutfağı’nın çoğu yiyecekler yönünden sadece komşu illerle değil, Halep’ten İç Anadolu’ya kadar genişleyen bir bölge ile de ortak yönleri vardır. Özellikle benzer yöntemlerle üretilen yemak ve ekmek türleri bölge illerinin ortak yönlerini oluşturur. Ama bu benzerlik belli bir yere kadardır. Çünkü Hatay Mutfağı genel olarak ele alındığında Hatay Yemeklerinin malzeme, yöntem ve lezzet bakımından belirtilen yörelerin yemeklerinden büyük ölçüde farklı olduğu görülür. Hatta Hatay Mutfağı’nın ürünü olan bazı yiyecek maddeleri ile onlardan yapılan yemek türlerine komşu illerde rastlanmaz. Ayrıca soğuk meze ve tatlı türleri sayıca diğer illerle kıyaslanmayacak kadar çok ve lezzet yönünden emsalsizdir. Kebapların, aşların ve sulu yemeklerin önemli bir yer tuttuğu Hatay Mutfağı’nda yemeklerin lezzetini baharat, acı ve ekşi tayin eder. Ancak kullanılan baharat ve acı, iştah açıcılık oranını aşmaz, hiçbir zaman vücuda zarar verecek ölçüye ulaşmaz.

 

 

KAYNAK:

http://yurthaber.mynet.com/hakkinda/hatay?utm_source=facebook.com&utm_medium=referral

http://www.bakimliyiz.com/akdeniz-bolgesi/95359-hatay-hakkinda-genel-bilgiler.html

http://www.gurmerehberi.com/yemek-kulturu/yoresel-mutfaklar/hatay-yemekleri/

MARDİN/NUSAYBİN

İpek yolu üzerinde Suriye ile sıfır noktasında bulunan Nusaybin , Dicle Nehri ile Fırat Nehri arasındaki havzanın yaniMezopotamya‘nın kuzey kısmında bulunmaktadır. M.Ö. 4500 yıllarında Subarular tarafından kurulan şehir, M.Ö. 3000 yıllarında Sümer kralı Lugazakis tarafından “Nırbo” olarak adlandırılmış ve Çağ-Çağ deresinin batısında yeniden inşa edilmiştir. Tarih süresince yukarı Mezopotamya’nın en büyük şehri olarak sürekli yer almıştır.

Kuruluşundan Sümerlerin yıkılışına kadar (M.Ö.2850) Sümer imparatorluğuna bağlı kalmıştır. M.Ö.2850-2300 Yılları arasındaAkadlar ,M.Ö. 2300-2060 Yılları arasında Akad-Sümer imparatorluğu,M.Ö. 2060-1800 Yılları arasında Babilliler, M.Ö.1800-1305 Yılları arasında Mitanililer, M.Ö.1305-715 de Asurlular, M.Ö.612-330 Yılları arasında Med-Persler, M.Ö. 330 da Selefkuslar (Selevkoslar), M.Ö. 130-M.S. 50 Yılları arasında Abgar krallığı, sonra da Romalıların hakimiyetine girmiştir. M.S. 637 Yıllarına kadar şehir sürekli Romalılar ile Sasaniler arasında el değiştirmiştir. M.S 637 yılında İslam orduları hakimiyetine giren Nusaybin, sıra ileEmeviler, Abbasiler, Mervaniler, Eyyubiler, Selçuklular, M.S.1258 de Hulagu hanın eline geçmiş, daha sonra Karakoyunlular,Artukoğulları ve Akkoyunlular , daha sonra da 1516 yılında Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir.

Nusaybin’in ilk kurulduğundaki adı bilinmemektedir. Ancak Sümerler döneminde “Nırbo” denilmiştir.

Babilliler şehre Armis veya Nisibis, Huri-Mitaniler Nabila,Kenge, Nas-ü-bina, Asurlular Meppin-Suba, Romalılar Antimosya, Süryaniler Nasibina-Sarbo, Sasaniler Ahvaz , Araplar Nasibeyn, Kürtler ise Nisebin, Cumhuriyet döneminde de Nusaybin adını almıştır.

Görülüyor ki 5000 yıldır hep aynı isim kullanılmıştır.

Tarihi süreçte birçok önemli olaya tanıklık eden şehir, en parlak dönemini M.Ö.130 yıllarından başlamak kaydı ile M.S. 637 yılları arasında yaşamıştır. Hıristiyanlık dininin yayılması ile şehirde her türlü eğitimi veren bir fakülte kurulmuş ve eldeki tarihi verilere göre bulunulmuş? 2000 öğrenci bu üniversitede eğitim görmekteydi. En parlak dönemini ise mor efrem döneminde yaşayan okulun bir Yönetmeliğinin olduğu bilinmektedir.

NÜFUSU

 

Yıl Toplam Şehir Kır
1965[2] 36.172 7.584 28.588
1970[3] 44.180 14.994 29.186
1975[4] 55.634 23.684 31.950
1980[5] 63.561 30.981 32.580
1985[6] 82.720 45.178 37.542
1990[7] 85.448 49.671 35.777
2000[8] 103.863 74.110 29.753
2007[9] 116.465 88.296 28.169
2008[10] 113.007 84.372 28.635
2009[11] 111.568 83.832 27.736
2010[12] 112.790 85.498 27.292
2011[13] 113.718 86.395 27.323
2012[14] 115.072 88.047 27.025
2013[15] 115.380 115.380 veri yok
2014[16] 116.068 116.068 veri yok

SOSYAL YAPI VE KÜLTÜRÜ

Tarih içinde çok sayıda farklı devletin yönetimi altına girmesiyle beraber Nusaybin birçok kültürel ve toplumsal değişikliliğe maruz kalmıştır. İslamiyet öncesi/Roma zamanında bu bölgelerde çoğunlukla Süryanilerin kaldığı bilinmektedir.[17] Bununla beraber bu coğrafya Kürtlere de ev sahipliği yapıyordu. İslamiyet‘in yayılışıyla beraber tüm İslam Alemindeolduğu gibi bu coğrafyaya da birçok Müslüman Arap gelmiş, buralara yerleşmiş ve İslamiyet’i anlatmıştır. Bunun etkisiyle beraber Kur’anı Kerim‘in de Arapça olması, buralarda hızlı bir Arapça öğrenme ve daha sonraları araplaşma olarak sonuç vermiştir.Ancak yaşanan göçler ve demografik değişiklikler neticesinde,günümüz itibariyle Nüfusun büyük bir çoğunluğunu Kürtler teşkil etmekte olup geri kalan nüfus Araplardan ve Süryanilerden oluşmaktadır.

Kent değişik bir sosyal yapıya sahiptir. Eski yerli nüfusun çoğunluğunu kayıp etmiştir. Sınır kapısı olması, son yıllardaki köyden kente göçler dolayısıyla kentin sosyal yapısı tamamen değişmiştir. Bu değişiklikler ister istemez beraberinde büyük sorunları da getirmektedir.

Şehir başta da belirtildiği gibi E-90 Karayolu üzerindedir. Bu nedenle ulaşım imkanları iyi bir konumdadır. Karayolu haricinde şehrin içinden geçen ancak uzun süredir uluslar arası ulaşıma kapalı bir demir yoluna sahiptir. Diyarbakır’a mesafesi 152 km.,Mardin’e 56 km. Batman’a 139 km ,Şanlıurfa’ya 220 km.,Gaziantep’e ise 360 km.dir. Zaho’ya uzaklığı 140 km., Kamışlıya ise 1 km. kadardır. Kent tamamen düz bir alana kurulmuştur. İlçe sınır şehri olması dolayısı ile yerli turist bakımından oldukça şanslıdır. Hafta sonları genelde çevre il ve ilçelerden gerek ticaret için gerekse de mesire için çok sayıda yerli turist gelmektedir. Özellikle BEYAZ SU olarak tarif edilen Midyat-Nusaybin arasındaki sulak bölge son yıllardaki çalışmalardan sonra muhteşem dinlenme alanlarına dönüşmüştür.

ULAŞIM VE ALT YAPI

İlçe merkezi E-90 karayoluna 1.5 km mesafededir. Çevre yolu iki taraftan E-90 a çıkar. Yurt içindeki en yakın havalimanı 55 km mesafedeki Mardin Havalimanıdır. Aynı zamandaKamışlı Havalimanı da şehrin 5 km güneyindedir. İlçeye aynı zamanda demiryolu ulaşımı da vardır. Kilis‘ten gelen bu hattın son durağı Nusaybin’dir. Güneyde, Kamışlı’yla arasında sınır kapısı vardır. (Sınır kapısı transit değildir.) Kara-Hava ve Demir yolları Ulaşımı:

l) Kara: İlçemiz eskiden önemli kervan yolları üzerinde bulunmakta idi . Kuzeyde Samsun limanına kervan yolu ile bağlı idi . Tarihte kral yolu “Halk arasında” “İpek Yolu” olarak adlandırılan ve ilçemizden geçen E-90 kara yolu Nusaybin’in gelişmesine ve önemli bir merkez olmasına büyük katkıda bulunmuştur. Japonya ve Çin’den getirilen ipekler,kervanlarla bu yoldan geçirilmiştir. Bu nedenle Nusaybin’in eski çağlarda nüfuz ve önemi büyüktür. Güney demir yolunun hizmete girmesiyle bu önem azalmış ve Nusaybin için duraklama dönemi başlamıştır.

2) Hava: İlçemizde hava yolu yapma imkanı daha önce Diyarbakır hava yolları ile yapılmakta idi. 2000 yılında Mardin hava alanının açılması ile uçak seyahatleri Mardin havaalanından yolcu uçak seferleri ile yapılmaya başlandı. Mardin den haftanın beş günü sefer yapılmaktadır.

3) Demir yolları Ulaşımı : TCDD yolları 1892 yılında Osmanlılar zamanında başlatılmış olup, Haydarpaşa-Bağdat demir yolları yapılmış bu proje ile Avrupa ve Asya’da Basra’ya kadar devamı sağlanmıştır. Bugüne kadar kapalı olan yol, 2001 yılında açılmıştır. Bugün Gaziantep-Nusaybin arasında çalışan bölgesel tren haftanın üç günü çalışmaktadır. Son zamanlarda toplu taşıma ve piyasadan daha ucuz ve hesaplı yük taşımaları artmıştır. Nusaybin’e diğer illerden alıcı, seker,demir ile pirinç gibi taşımalar yapılmaktadır. Yolcu taşımacılığı olarak öğrenci, köğretmen, sporcu, muhtar ile sakatlara değişik indirim uygulanmaktadır.

İlçemizde Haydarpaşa-Bağdat arasında Toros ekspresi çalışmaktadır. Bu ekspresin bölgemiz için faydası büyüktür. Haftada bir gün Bağdat seferi yapılmaktadır.

Berlin-Bağdat demir yolunun büyük bir bölümü sınırı izleyerek Nusaybin den Suriye topraklarına girer ve Irak’a ulaşır. Bu demir yolu 1912 yılında tamamlanmıştır.

TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRAS

MAR YAKUB KİLİSESİ VE NUSAYBİN OKULU

Nusaybin ve çevresinde ise MS 150 yıllarından sonra Tanrılara adanmış tapınakların üzerine kiliseler ve manastırlar inşa edildimeye başlandı. Mar Yakub, MS 3. yüzyılın ortalarında bu tarihi bölgede dünyaya gelmiş ve Nusaybin yakınlarında bulunan bir manastırda dünyadan el etek çekerek rahiplik hayatına başlamıştır. Nusaybin`den gelen yetkili kişiler Mar Yakub`u kendi manastırından alıp Diyarbakır`a götürmüş, MS 309 yılında Meryemana Kilisesi`nde toplanan episkopal kongrenin kararıyla Nusaybin episkoposluğuna takdis edilmiş ve terfi edilmiştir. Mar Yakub Nusaybin`deki kilisenin küçük olduğunu düşünmüş ve bugün bir kısmı mevcut olan Mar Yakub Kilisesi`ni 313 yılında inşa ettirmeye başlamıştır. Kilisenin içinde bulunan 3 metre uzunluğundaki taşlar, taş işçiliğini sergileyen kemerlerindeki bezemeler, kutsal ayinin icra edildiği bölümlerdeki yarım kubbeler, duvardaki diğer motifler ve yapılar büyülü bir görünüm sergilemekte

Bizans imparatorluk topraklarında Nasturilere karşı girişilen zulüm hareketleri yüzünden, 489 tarihinde Sasani Hükümdarı Kubad`ın izniyle ve Nusaybin Metropoliti Barsavmo ileUrfa Okulu`nun eski rektörü Narsay`ın çabalarıyla Edessa`dan (Urfa’dan) Nusaybin`e nakledildikten sonra, burası asırlar boyunca Nasturilerin manevi merkezi oldu. Öğretmen Narsay ve Episkopos Barsavmo okula yeni kanunlar ve düzenlemeler getirdi. 496 yılında Nusaybin Episkoposu Barsavmo`nun yerine geçen 2. Mar Huşoh bu kanunları daha da genişletmiş ve onun döneminde okul yalnız doğuda değil, Roma İmparatorluğu`nda ve Afrika`da bile büyük bir ün kazanmıştır. Nusaybin Okulu 7. yüzyıla kadar hizmet vermiştir. Kültür ve medeniyete ışık saçan bu okulların çalışmalarından dolayı Nusaybin “İlimlerin beşiği, eğitim kenti ve öğretmenlerin annesi” olarak adlandırılmıştır.Ve birçok tarhi mekanı.hanı,hamamı,kilisesi bulunmaktadır.

KAYNAKÇA: http://tr.wikipedia.org/wiki/Nusaybin#N.C3.BCfus

 

1 10 11 12 13 14 16